'Devlet terörü bu yarayı onarmaz'

Yaklaşık 40 gündür "silahlı terör örgütü üyesi olma" suçlamasıyla tutuklu bulunan Dilbilimci Necmiye Alpay, içinden geçtiğimiz dönem üzerine konuştu. Alpay, "Türkiye’nin aydın kesimi tarihte görülmemiş ölçüde sorumluluk alıyor" dedi.

Abone ol

DUVAR -  Kapatılan Özgür Gündem gazetesi yayın danışma kurulu üyeliği nedeniyle, “Silahlı terör örgütü üyesi olma” suçlamasıyla tutuklanan Dilbilimci yazar Necmiye Alpay, 31 Ağustos’tan bu yana Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevin tutuklu bulunuyor.

Hakim siyaset dilini, 'hamasi, aldatıcı ve kışkırtıcı' şeklinde niteleyen Alpay, Evrensel’den Nuray Sancar ve Fatih Polat'ın sorularını yanıtladı.

35 yaşınızda 12 Eylül askeri darbesi ile, ondan 35 yıl sonra da ‘Askeri darbeyi önlemek ve demokrasiye sahip çıkmak’ iddiasındaki bir hükümet zamanında cezaevine girdiniz. Siz bir kıyaslama yaptığınızda bu iki dönemin pratiklerini nasıl okuyorsunuz?

12 Eylül döneminde iktidar bir siyasi parti biçimini almamıştı. Bugün gitgide tekçileşen bir siyasi parti iktidarda. O dönem hiçbir iç savaş tehlikesi yoktu, bugün ise ciddiyet kazanmış bir tehlike var. Dönemin şu anki uygulamaları bunu önleme yönünde değil, kışkırtma yönünde geliştiriliyor. Oysa toplumsal yarılma zaten dorukta. Devlet terörü bu yarayı onarmaz, kanırtır. Herkes bireysel ve tarihsel sorumluluğunu üstlenmeli.

Özgür Gündem’in yayın danışma kurulu üyesi olduğunuz için tutuklandınız. Tamamen dayanışmaya odaklı sembolik bir görev nedeniyle tutuklanmış olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu tutuklama ile nasıl bir mesaj veriliyor?

Türkiye’nin aydın kesimi tarihte görülmemiş ölçüde sorumluluk alıyor, “barış için herkes” yönünde fikir üretiyor. İktidar bu yükselişe karşı hukuk dışı engeller yaratmaya çalışıyor. Oysa keskin sirke küpüne zarar durumundayız. Cumhuriyet devletinin eski politikasıdır, yazarlara rahat verilmez. Bu politika artık sonlarına yaklaştı, içyüzü açığa çıktı.

Biraz da cezaevi günlerinizden söz etseniz. Cezaevi koşullarınız nasıl, cezaevinde günleriniz nasıl geçiyor?

Günler büyük bir hızla geçiyor, her zamanki gibi. Sizi çalışma odanızdan ayırdılarsa, hayatınızı baltalamışlar demektir. Bilgisayar ve internet yokluğu, beynimize daha çok işlev yüklüyor öte yandan. Belleğimiz daha çok mesai yapıyor. Çağın zulmünün aldığı biçimlerden biri diye eklemeliyim.

Hakan Tahmaz ile birlikte derlediğiniz ‘Barış Açısını Savunmak’ adlı kitabınızın sunuş yazısında şöyle bir cümle var: ‘Bizim ülkemiz sağır odalar gibi yapılandırılmıştır, yani ses geçirmeyecek şekilde. Duvarlarınız ses geçirmiyorsa, bitişiğinizde her türlü işkence yapılır, insanlığın dışına çıkılır ve siz bir şey duymazsınız.’ Türkiye sizce sağır odalar gibi yapılandırılma halini nasıl aşar?

Bugün sağır oda etkisi epey azalmış durumda, bilgiler en azından kısmen yayılabiliyor. Ancak kitlesel “sağır oda” etkisi hâlâ yürürlükte. İnternetin kısıtlanması, medyanın durumu vb... Özgürlükler için bedel ödemeye hazır olmalıyız. Bu ara başlıca ilkemiz gerçekliğe sahip çıkmak olmalı.

Bir dilci olarak, şu anki hakim siyaset dilini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hakim siyaset dili, hamasi, aldatıcı ve kışkırtıcı.

Türkiye için yeni bir dil kurmak gerekiyorsa bu dil sizce nasıl bir dil olmalı? En kıymetli kelimeler size göre neler olmalı?

Yeni bir dil dediğimiz evrensel hukuktaki karşılığı, nefret söylemi kavramı etrafında oluşuyor. Nefret söylemi, nüfusun ikincil konuma düşürülmüş kesimlerine yönelik aşağılayıcı söylemler demek. Günümüzün hak anlayışı bu tür söylemleri dışlıyor ve yasaklıyor. Mağdur kesimleri aşağılayan her tür söylemlerden arınmış bir dile yeni bir dil diyebiliriz. Eskilerin “realite terbiyesi” dedikleri ilkeyi yeniden içselleştirmeliyiz. Kıymetli kelimeler dediğiniz de bence realite (gerçeklik) terbiyesine uygun olmalı. Hepimiz batılıların “büyük laf” dediği klişelere başvurmaktan kendimizi alamıyoruz, ‘vicdan’, ‘demokrasi’ ‘insanlık’ gibi. Bunları daha iktisatlı kullanmakta yarar var. Somut olguları vurgulamak, yinelemelerden kaçınmak, hukukun temel kavramlarına sahip çıkmak, “en kıymetli kelimeler” onlar. Mesele onları yinelemeden kullanmak! Fazla yineleme, anlam yitimine yol açar.

‘CHP GEÇ DE KALSA...’

Türkiye’de Barış Meclisi ve ardından da Barış Vakfının çalışmalarınızda önemli katkılarınız olduğunu biliyoruz. En ağır çatışmalı dönemlerde bile barışın imkanlarını genişletmek için çabalayan bir yazarsınız. Tutuklandıktan sonra da cezaevinden gönderdiğiniz mesajda, ‘Tutukluluğum barışa hizmet edecekse yıllarca sürebilir’ dediniz. Peki barışın inşası açısından sizce önümüzde nasıl bir süreç var?

Barış için bir yandan nüfusun en geniş kitlelerinin talebi olduğunun görülmesi, bir yandan da bunun bir hak olduğunun anlaşılması, yani referandum türü popülist yordamlara gidilmemesi gerekir. Kılıçdaroğlu cezaevi önündeki nöbete yolladığı onurlandırıcı mesajda “barış” sözcüğünü de kullandı geçenlerde. CHP hayli geç kalsa da, barış güçlerine bir an önce katılmak zorundadır. Bu onun tarihsel öz eleştirisi anlamına da gelecektir. Diğer demokratik güçlerle ve Kürt hareketiyle daha gerçek diyaloglar içinde olmaları şarttır. Aynı şeyi AKP’nin bir zamanlar çözüm için çalışmış kadroları konusunda da söyleyebiliriz. Barış sonuçta bütün toplumun işi. Ve işe, savaş övgüsü yapanları kınamakla başlamak iyi olur.

İsviçre’nin Almanca PEN Merkezi (DSCP) sizi ‘onur üyesi’ seçti. Ve hem ulusal hem de uluslararası düzeyde size destek açıklamaları yapıldı. Cezaevinizin kapısında Özgürlük Nöbeti tutuluyor. Bu dayanışma için neler söylersiniz?

Özgürlük Nöbeti, Aslı Erdoğan’la beni çok aşan özlemlerin simgesi halinde. Buraya gelenler her hafta farklı kesimlerin sesini ulaştırıyor. Hepsi son derece değerliler, olağanüstüler ve bu nöbetlerin burayla sınırlı olmadığı da biliniyor. Bizler de bir anlamda özgürlük nöbetindeyiz... Sonsuza kadar! Çok teşekkür, çok selam.

Kaynak: Evrensel