Deprem bir yerde ama travması her yerde

Doç. Dr. Elif Mutlu, deprem felaketini yaşayanlara ilk aşamada yaygın şekilde ruh sağlığı hizmetleri verildiğini ancak sonraki dönemlerde bu hizmetin azaltıldığını belirtiyor. Ruh sağlığı hizmetinin 2 yıla kadar verilmesi gerektiğini belirten Elif Mutlu, "Travmatize olanlar sadece depremin merkez üssünde yaşayanlar değil. Toplumun geri kalanı bütün bu görüntüleri, haberleri, ekranlarda izleyip dehşete kapılıyor ve pek çok sorun tetiklenmiş oluyor" diyor.

Abone ol

İSTANBUL - Doç. Dr. Elif Mutlu, ilk şokun yaşandığı akut dönemde afetzedeler için yaygın bir şekilde ruh sağlığı hizmetleri verildiğini ancak sonraki dönemlerde ruh sağlığı hizmetlerinin büyük oranda azaltıldığını belirtiyor: Afet sonrası ruh sağlığı hizmetlerinin 1,5-2 yılı kapsayan uzun vadeli planlarla verilmesi gerektiğine dikkat çeken Mutlu, “Bir anda yardıma koşup sonra hızlıca yorulup insanları yalnız başına bırakmak iyi bir yöntem değil” diyor.

Gazete Duvar’ın sorularını yanıtlayan ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı Doç. Dr. Elif Mutlu, travmanın yalnızca depremin merkez üssü olan Elazığ ile sınırlı kalmayarak toplumun büyük bir kesimini etkilediğine dikkat çekiyor. “Toplumun geri kalanı bütün bu görüntüleri, haberleri, ekranlarda izleyip dehşete kapılıyor ve böylece pek çok sorun tetiklenmiş oluyor.”

Deprem sonrası travma yaşayanlar nasıl bir süreçten geçiyor. Sanıyorum, bunun ilk aşaması şok dönemi. Travma sonrası şoka girenler ne yaşıyor?

İlk 24-48 saatte travma çok yeni oluştuğundan bir şok dönemi oluyor. Bu dönemde kişi olan biteni anlamlandıramaz, kaçma ya da donakalma tepkisi olur. Acı hissedemez, panik ve dehşet içinde olabilir ya da donakalabilir.

Elif Mutlu, "Karanlıkta uyuma, yatak odasında kalma sorununun hem depreme tanık olanlarda hem izleyicilerde önümüzdeki günlerde nüks edeceğini düşünüyorum" dedi.

Peki, travmanın şoku atlatıldıktan sonra nasıl bir süreç yaşanıyor?

Şok dönemini, tepkilerin ortaya çıktığı reaksiyon dönemi takip eder. Donakalma ya da dehşete kapılma döneminden sonra bu tepki dönemi ortaya çıkar ve bu dönem yaklaşık ilk bir haftaya kadar sürer. Kişi, bu aşamada ne yaşadığını fark etmiştir. Burada çok belirgin öfke, sinirlilik gibi duygular ortaya çıkabilir. Kabus görme, suçluluk ya da dünyaya ve diğer insanlara karşı öfke vardır. Genellikle yerinde duramama, bulunduğu mekana girememe, yalnız başına kalamama gibi belirtiler bu aşamada ortaya çıkar.

Bundan sonra ise ikinci ya da üçüncü haftalarda üçüncü aşamaya geçilir. Zihinsel işlemleme süreci dediğimiz bu dönem bir aya kadar sürer. İnsanlar yalnız kalmak ister, içe döner. Sıklıkla üzüntü, hüzün ve yasa benzer belirtiler görülür. Yaklaşık bir ay süren geçiş dönemi tamamlandıktan sonra da iyileşme dönemi başlar. İyileşme döneminde kabullenme oluşur. Öfke nispeten yatışır ve kayıplar kabul edilir, tamamen bir iyileşme olmaz elbette.

EN KRİTİK DESTEK: CAN VE MAL GÜVENLİĞİNİN SAĞLANMASI

Peki, ilk bir ayı kapsayan bu dönemde afetzedeler ruh sağlığı açısından ne tür desteklere ihtiyaç duyar?

Bu dönemde en kritik destek, kişilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması ve güvende olduklarına dair hissin pekiştirilmesi. Bundan sonra ise gıda, barınma, ısınma gibi temel ihtiyaçlara erişim gelir. Deprem sebebiyle travma yaşayanların yanı sıra hali hazırda psikiyatrik hasta olan kişiler var. Travma nedeniyle mesela ilaçlarını kullanmaya devam edemiyor ya da  travmanın tetikleyici etkisi nedeniyle hastalığı kötüleşiyor. Onlar hemen sağlık kuruluşuna gitmeli. Fakat insanlar bu durumda kendi başlarına yardım kuruluşlarına başvuruda bulunacak durumda olmuyorlar. O yüzden sahada, hizmetler onların ayağına gidiyor genellikle.

Afetlerdeki psikolojik travma, hemen kolayca ortadan kalkacak bir şey değildir ve toplumun büyük bir kesimini etkiler. Bu yaklaşık 1,5-2 seneye kadar devam eden uzun süreli bir müdahaledir, o yüzden iyi bir planlamayla başlamak gerekir. Mesela sahada yürütülen çalışmalarda, akut dönemde yardım ve destek hizmetleri oldukça yaygındır fakat sonra bu işler gevşiyor. Yani bir anda yardıma koşup ondan sonra hızlıca yorulup insanları yalnız başına bırakmak iyi bir yöntem değil.

Travma, yalnızca depremin yaşandığı bölge ile sınırlı kalmıyor. Özellikle deprem korkusuyla yaşayan İstanbul gibi şehirlere de yayılıyor. Merkez üssüne uzak yaşayanların da aynı travmaya maruz kaldığını söylenebilir mi?

Travmatize olanlar sadece depremin merkez üssünde yaşayan ve evsiz kadar insanlar değil. Gözden kaçan önemli bir şey bu: Toplumun geri kalanı bütün bu görüntüleri, haberleri, ekranlarda izleyip dehşete kapılıyor ve pek çok sorun tetiklenmiş oluyor. Yani tahmin ediyorum ki şu günlerde uyku sorunları yaşanıyor. Karanlıkta uyuma, yatak odasında kalma sorununun hem depreme tanık olanlarda hem izleyicilerde önümüzdeki günlerde nüks edeceğini düşünüyorum.

ÇARESİZLİK DUYGUSUYLA BAŞA ÇIKMAK İÇİN İNKAR EDİYORUZ

Türkiye’de depremden korksak da önlem almıyoruz. “Benim başıma gelmez” duygusu oldukça hakim. Siz buna inkarcılık diyorsunuz. Bu inkarcılığın altında ne yatıyor?

Bu inkarcılığın altında yatan şey, aslında çaresizlik. Depreme hazır olmak için güvenli binalarda oturmak, güvenli bir şehirde yaşamak gibi bazı ölçütler var. Bunlar sosyoekonomik gelişmişlikle çok paralel şeyler ve deprem en çok yoksulları vurur. Biz de gelişmekte olan bir ülke olduğumuz ve bu hazırlıklara pek uyum sağlayamadığımız için toplumca çaresiz hissediyoruz. Bu çaresizlik duygusuyla başa çıkmanın yolu da inkardan geçiyor. Yani hakikaten hiç bir şekilde kontrol edemediğimiz ve değiştiremediğimiz ölümcül bir tehlikeyle karşı karşıyayız ve bu yüzden inkar ediyoruz. Fakat bütün bu güvensiz toplumsal atmosfere  rağmen, insanların birey olarak yapabileceği bazı şeyler var. Ben onları hatırlatmış olayım: Büyük ihtimalle binaların çoğu yıkılmayacak yani evet can kayıpları oluyor depremlerde fakat vatandaşların tamamı enkaz altında kalmıyor. Hep söylenen şey mesela deprem çantası hazırlamak ya da sarsıntı sırasında yaşam üçgeni kurmak gibi tedbirler önemlidir. Hakikaten bu konuda toplumsal olarak bilinçlenmek ve değişmeyi göze almak gerekiyor. Biraz da kaderci bir toplum olduğumuz için böyle doğa olayları ve afetlerin nedenini kader ya da spiritual etkilere bağlıyoruz. Ama afet kader değildir, deprem sıradan bir doğa olayıdır.

Deprem korkusu yaşayanlar ve ekonomik sebeplerden dolayı yaşadığı konutu ya da çalıştığı iş yerini değiştiremeyenler bu korku ile mücadele etmek için neler yapabilir?

Çaresizlik travmanın temel kaynağıdır, Bireysel olarak çaresizlik hissiyle başa çıkmamız gerekiyor. Durum ne kadar kötü olursa olsun, şartlar ne kadar ağır olursa olsun umut ve çözüm her zaman mümkündür. En çaresiz, en sıkışmış ortamlarda bile insanlar içinde kontrol hissini filizlendirebilirse travmatize olmazlar. Bu enkaz altında kalanlar için de böyledir. Çevresel şartlar ne kadar çetin olursa olsun önemli olan insanın içindeki o kontrol hissini pekiştirmesidir. Bunun yolu da kendini güvende hissetmekten ve bilgilenmekten geçer. O yüzden binalar değiştirilemiyorsa bile bulunduğunuz mekan içerisinde yatağınızın başında su şişesinde olması, deprem çantası hazırlamanız, nerede yaşam üçgeni kuracağınızı belirlemeniz güvende hissettirmeye yetebilir.