Demokrat Partili Zeki Müren

Ne geçmişte, ne de gelecekte fark etmeyecektir. Rüzgar nereden eserse essin birileri her zaman gücün yanında olacaktır ve inandığı, yanında olduğu güç sayesinde oluşan ve kendilerine göre o güven dolu gölge alanlardan faydalanacaklardır. Bu ülkede Timur Selçuk gibi ilkeli bir sanatçı olabilirsiniz, Özdemir Erdoğan gibi karşı çıkan bir sanatçı olabilirsiniz, Zeki Müren gibi “Gazi Osman Paşa”da olabilirsiniz.

Abone ol

DUVAR - Yıllardır duyduğumuz bir söz vardır; “Sanatçı muhaliftir.” Peki bu söz doğru mu? Kimine göre evet, kimine göre ise hayır. Son günlerde Orhan Gencebay’ın bu konu hakkındaki açıklamalarından sonra sanatçıların muhalifliği konusu tekrar gündeme geldi. Hatırlayalım, ne demişti Orhan Gencebay? "Sanatçı muhalif olmalı" diye bir söylem var. Sanatçı kesinlikle muhalif değildir. Sanat, siyaset yapmaz.”

Elbette bu konudaki görüşler ve fikirler farklılıklar gösterebiliyor. Muhalif olmak bir anlamıyla da tepki göstermek demektir. Yani muhalefet, sisteme eleştiri ve kurulu düzene karşı tavır geliştirmektir. Daha geri planda, iktidar karşısında daha zayıf bir noktadadır. Muhalefet yapan kişilerin de bir işlevi var ve yaşamın içerisinde muhalefet de en az iktidar kadar gerekli. Sanatçı farklı bir bakış açısı getiren, bizim görmediğimiz ya da görmek istemediğimiz gerçekleri söyleyen kişidir algısı yıllardır süregelen bir algı. Buna muhalefet diyorsak, o zaman sanatçı hep muhalif olarak kalacaktır. Sanatçının duyarlılığı ister bireysel, isterse toplumsal olsun, her konudaki çelişkileri görme ve dile getirmekle doğrudan ilgili. Bunu yapmak muhalefetse sanatçı muhalif olmayı sürdürecektir. Elbette muhalif olmak istemeyen sanatçılar da dünyanın her yerinde var olmuştur ve olacaktır da. Bu tamamen bir tercih meselesi. Elbette her sanatçı muhalif değildir, ne bizim ülkemizde ne de dünyanın diğer ülkelerinde.

Dünyada bu durumun bir çok örneği mevcut.

ABD Başkanı Barack Obama 2016 yılında 21 sanatçıya “Özgürlük Madalyası” ödülü vermişti. Kimlerdi o sanatçılar? Vin Scully, Robert De Niro, Tom Hanks, Ellen DeGeneres, Robert Redford, Diana Ross, Cicely Tyson, Lorne Michaels, Bruce Springsteen, Frank Gehry ve Maya. Stevie Wonder ise Obama’nın seçim kampanyalarının en büyük destekçilerinden biri olarak Obama’nın kampanyalarında sahne alıyordu. Herbie Hancock, Aretha Franklin, Joey Alexander, Terence Blanchard, Kris Bowers, Dee Dee Bridgewater, Till Brönner, Terri Lyne Carrington, Chick Corea, Jamie Cullum, Kurt Elling, Robert Glasper, Buddy Guy, Dave Holland, Zakir Hussain, Diana Krall, Lionel Loueke, Hugh Masekela, Christian McBride, John McLaughlin, Pat Metheny, Marcus Miller, James Morrison, Danilo Pérez, Rebirth Brass Band, Dianne Reeves, Lee Ritenour, David Sánchez, Wayne Shorter, Esperanza Spalding, Trombone Shorty, Chucho Valdés, Bobby Watson and Ben Williams. John Beasley ise Obama’nın “Uluslararası Caz Günü” kapsamında Beyaz Saray’da konser vermişlerdi. Üstelik bu isimlerden bir çoğu Latin Amerika kökenli göçmenlerdi.

Ukraynalı piyano virtuözü Vladimir Horowitz ABD Başkanı Jimmy Carter döneminde Beyaz Saray’da bir konser vermiş ve bunu “Horowitz at the White House” adıyla albüm haline getirmişti. Küçük yaşlarda ABD’ye göç eden bir ailenin çocuğu olan Horowitz kendini Amerikalı olarak hissettiğini basına verdiği demeçlerde defalarca söylemişti.

2013 yılında ortaya çıkan bir mektup ise müzik dünyasında bir hayli yankı uyandırmıştı. Bu mektubu Elvis Presley yazmıştı. Elvis Presley’in ABD Başkanı Richard Nixon ile yaptığı meşhur görüşmede ABD’yi komünistlerden, hippilerden ve “anti-Amerikan” olmakla suçladığı İngiliz rock grubu Beatles’tan kurtarmak için çalışmak istediğini bir mektupla başkana ilettiği ortaya çıktı. Elvis’in bütün bu hizmetleri karşılığında başkandan resmi bir Federal Ajan kimliği talep ettiği ve Nixon’ın bu ricayı kabul ederek kimliği çıkarttırdığı açıklandı. 2013 yılında ABD’de yayınlanan Shaun Usher’ın “Letters of Note” adlı kitabında detayları açıklanan olayda Presley ile Nixon arasındaki görüşmenin ayarlanmasının da oldukça ilginç bir şekilde gerçekleştiği anlatıldı. Bir uçak yolculuğu sırasında şans eseri California Senatörü George Murphy’nin yanına oturan Elvis’in senatöre “Bir federal ajan kimliğine sahip olmak istediğini” söylediği ve Murphy’nin de şarkıcıya, “Başkana yazıp uyuşturucu ile savaşta ABD için çalışmak istiyorum” demesini önerdiği iddia edildi.

1984 yılında ise pop yıldızı Michael Jackson ve ABD Başkanı Ronald Reagan buluşması da bir hayli ilginçti. O yıllarda alkollü araç kullanma ile mücadele kampanyası başlatan başkan Ronald Reagan, Michael Jackson’a çalışmalarından dolayı “Halkla İlişkiler Başkanlık Ödülü”nü vermişti. Michael Jackson bu ödüle Beyaz Saray’ın Güney Bahçesi’nde yapılan bir seremonide içkili araba kullanma konusunda uyarıcı nitelikte bir konuşma yaptığı için layık görüldüğü açıklanmıştı.

'ROCK'N ROLL SİYASETİN ANTİTEZİDİR'

Başkan George Bush da 1992 yılında, yine Michael Jackson’a Beyaz Saray’ın özel “On Yılın Sanatçısı” ödülünü vermişti. Miles Davis ise anılarında anlattığı gibi 1987 yılında yine Reagan döneminde Beyaz Saray’a davet edilmişti.

Başkan Kennedy döneminde ise Frank Sinatra, Dean Martin, Sammy Davis Jr. ve Peter Lawford’dan oluşan “Rat Pack” show grubu adeta başkanın amigosu gibiydi. Geçtiğimiz yıllarda İngiltere Kraliçesi’nin yaş günü kutlamalarında Sting, Tom Jones, Jamie Cullum, Kylie Minogue, Shaggy ve Craig David de sahne aldı.

2004 yılında Demokrat aday John Kerry'yi destekleyen sanatçılar, 36 kenti kapsayan 11 günlük bir konser turnesine çıkmışlardı. Bruce Springsteen, Pearl Jam, REM ve Dixie Chicks'in katıldığı "Değişim İçin Oy Verin" turundaki her konserde Kerry için oy istemişlerdi. John Kerry'ye Las Vegas'taki mitinginde bir başka rock şarkıcısı, Sheryl Crow eşlik etmişti. Alice Cooper ise, siyasilere destek veren rockçuların "rock'a ihanet etmiş sayılacağını" söylemişti. Cooper'a göre "Rock'n'roll siyasetin antitezidir. Siyasetle yatağa asla girmemeliydi.

Muhalif olan sanatçılar ise yukarıda anlatılan örneklere göre çok daha fazla. Ülkemizde de muhalif sanatçılar olduğu kadar muhalif olmayan sanatçılar da tarih boyunca var olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde sarayda istihdam edilen ve paşa unvanı verilen saray müzisyenlerinin varlığını biliyoruz. Atatürk döneminde Safiye Ayla ve Müzeyyen Senar ise Çankaya’nın ses sanatçısı misafirleri arasında olmuştu.

DEMOKRAT PARTİ YILLARI

Çok partili hayata geçişimizle birlikte sanat hayatında da değişim rüzgarları esmeye başlamıştı. Demokrat Parti iktidarı ile başlayan kapitalistleşme rüzgarları Türkiye’de de esmeye başlamıştı. Buna bağlı olarak kültürel değişim de bu durumdan nasibini alıyordu. Popüler kültür ürünlerinin egemenliğini ilan ettiği yıllarda sanat alanında da bazı isimler ön plana çıkmaya başlamıştı. Bu isimlerden en önemlisi Zeki Müren olmuştur. Profesyonel olarak 1954 yılında İzmir Fuarı’nda sahne alan Zeki Müren sahnede yaptığı değişikliklerle adından söz ettirmeye başlamıştı. İlk olarak kostümlerde değişikliğe gitmişti. Klasik Türk Müziği icracılarının giydiği siyah smokin yerine, beyaz ve bordo smokinler giyiyordu. Saz heyetinin de farklı renklerde tek tip smokinler giymelerini istiyordu. Zeki Müren’in sahnelerde yaptığı değişim kostümlerle sınırlı kalmamıştı. Zeki Müren, dinleyici ile arasındaki mesafeyi azaltıp, bire bir iletişim kurabilmek için sahneyi“T” şeklinde dizayn ettirmiş ve daha rahat hareket edebilmek için uzun kablolu mikrofonlar kullanmaya başlamıştı. Elbette şarkılarda da değişiklikler dikkat çekiyordu. Klasik bir üslupla icra edilen müziğin yerini artık “piyasa” şartlarına göre bestelenen şarkılar alıyordu. Zeki Müren tam bir yıldız olma yolunda hızla ilerliyordu ve markalaşmak adına, magazinsellikten bir hayli yararlanmıştı, 18 filmde oynadı ve büyük konserler veriyordu. Böylece yaptığı plaklar ve oynadığı filmler sayesinde her zaman göz önünde yer alıyordu.

Zeki Müren’in gündemde olma tavrını, siyasal olaylar karşısındaki tutumunu da etkilemişti. Fakat bir gün bu göz önünde ve kendinden bahsettirme tavrı ters tepmişti. Demokrat Parti ile siyasi hayatımıza giren “Yeter! Söz Milletin!" sloganı ve değişim rüzgarları sanat alanında da değişimleri beraberinde getiriyordu. Zeki Müren yaptığı yenilikleri elbette siyaset nedeniyle yapmıyordu fakat değişim rüzgarları sanat hayatında böylesine yenilikleri kaldıran bir Türkiye’yi işaret ediyordu. Çünkü onun çıkış dönemi tek parti iktidarında değil Demokrat Parti iktidarı yıllarına denk geliyordu. Yıllar sonra Bodrum’daki evinde ağırladığı TRT ekibine “şeker” hastalığını anlatırken İsmet İnönü’den örnek veriyordu. “Büyük” İsmet Paşa da şeker hastası ama uzun yaşadı diyordu. Ama DP’lileri de sahne aldığı gazinoda ağırlamaktan çekinmiyordu. Bu tavrı 'oportünizm' olarak da adlandırabiliriz. Sonuç olarak popüler bir sanatçı ve her zaman gündemde olmak istiyor, niye iktidarı üstelik DP gibi güçlü bir iktidarı karşısına almak istesin? Bu açıdan bakıldığında Zeki Müren kendine göre haklı ve varmak istediği sanatta zirveyi kaybetmek istemiyor ve rakiplerini tek tek egale ediyordu. Bunu şüphesiz sosyete ve siyaseti kullanarak rahatlıkla yapabiliyordu.

BİR GAZETE İLANI VE DEMOKRAT PARTİ’Lİ ZEKİ MÜREN

Fakat her şey 27 Mayıs 1960 günü değişti. Ayak sesleri uzun süredir duyulan darbe iktidarın kapısını çalmıştı. Artık ülkeyi “Milli Birlik Komitesi” yönetiyordu.

Darbeden 15 gün sonra dönemin gazetelerinde bir ilan çıkar: “Zeki Müren, 12 Haziran 1960 akşamı Tepebaşı Gazinosu'nda kahraman Türk ordusunun ve asil Türk gençliğinin hürriyet marşı Vatan Türküsü'nü seslendirecektir."

Bu bir ilan, fotoğrafı da var: Gazi Osman Paşa kostümü giymiş Zeki Müren. Demokrat Parti’nin en sevdiği sanatçı Demokrat Parti protestolarının sloganı haline gelmiş olan marşı seslendirecekti. “Vatan Türküsü” olarak adlandırılan eser aslında bir türkü değil, marş. Plevne Marşı'nın değiştirilmiş bir şekli; "Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?" diye başlayan herkes tarafından bilinen Plevne Marşı. Yani askeri bir marş. Aslında Zeki Müren bir mesaj veriyor, çünkü bu marş meşhur 555K marşı. Demokrat Parti döneminin en büyük protestolarından biri 555K’dır. 555K mitinglerinde hep bir ağızdan söylenen bu marş Müren’e ilham vermişti.

555K MARŞI

555K nedir diye merak edenler olabilir. 5’inci ayın 5’i saat 5’de Kızılay’da buluşalım demek. Yıl 1960. DP ve Menderes iktidarı aleyhine düzenlenen protesto gösterilere verilen isim. Hatta meşhur bir hikaye vardır. Gösteriden habersiz olay yerinden geçmekte olan Adnan Menderes şöförüne arabayı göstericilerin arasına sürmesini söylemiş ve onların arasına karışıp, “ne istiyorlar” acaba diyerek çoğunluğu öğrenci olan protestocularla konuşmak istemiştir. Gösteriyi düzenleyen gençlerden birisi de Vedat Dalokay’dı. Vedat Dalokay, 1973 yılında Ankaralı seçmenlerin %62'sinin oyunu alarak CHP'den Belediye Başkanı olacaktı, bu görevi 1977 yılına kadar sürdürecekti. Ankara ulaşımını kavşaklar yoluyla düzenlemesi nedeniyle kendisine "göbekçi Dalokay" denilecekti. Sıhhıye'deki "Hitit Güneşi Anıtı ve Lozan Meydanı" Dalokay'ın başkanlık döneminde yapıldı. Altınpark, Abdi İpekçi, Kuğulu ve Seğmenler parkları onun başkanlığı döneminde yapıldı. Uydukent, Batıkent projeleri hazırlandı. Dalokay, Belediye başkanlığını 1977 yılında %52 oyla seçilen Ali Dinçer'e bıraktı. Siyaset ve yönetimde tekrar etkin bir görev almadı.

Protestocu gençlerden birisi olan Vedat Dalokay, Adnan Menderes’in "Ne istiyorsunuz?" sorusu üzerine, başbakanın yakasına yapışmış ve "Hürriyet istiyoruz" demiştir. Menderes de, "Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük özgürlük mü olur?" diye cevap vermiştir.

İşte o gösteriler sırasında toplanan protestocu kalabalık hep bir ağızdan “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?" marşını söylüyordu. “Şanı büyük Osman Paşa” sözleri yerine ise “Şanı büyük İsmet Paşa” söyleniyordu.

Zeki Müren'in Gazi Osman Paşa kılığında bu marşı söylemesi askeri cunta tarafından yasaklanmıştı. Zeki Müren, Plevne Marşı'nı söylemekle kalmamış, dekor ve kostümleri de sahneye taşımıştı. Gazi Osman Paşa gibi kaftan benzeri bir kıyafet giyip, arkasına saz ekibi yerine Mehter Takımı'nı yerleştirdi ve programına ‘‘Tuna Nehri Akmam Diyor’’la başladı. Bu kostüm oyununu 1973 yılında Barış Manço da yapmıştı ve sahneye kaftanla çıkıyordu. Tabii Kurtalan Ekspres de Mehter Takımı kıyafetleri giyiyorlardı. 1960 yılında çok revaçta olan "cuntaya şirin gözükmek" kervanına Zeki Müren de katılmış ama cunta, darbesini onlara göre "böyle" birinin destekler olmasından gocunmuştu. Ne de olsa hepsi askerdi ve sözüm ona disiplinliydiler. Peki aynı Zeki Müren askerliğini 1957-1958 yıllarında yedek subay olarak Ankara Piyade Okulu (6 ay), İstanbul Harbiye Temsil Bürosu (6 ay) ve Çankırı'da (3 ay) yapmamış mıydı? Niye gocunuyorlardı? Üstelik yedek subay okulunu birincilikle bitirmişti. Aslına bakacak olursanız bu duruma pek şaşırmamak gerekiyor. Çünkü 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun bile Yassıada’da idamla yargılanıyordu.

Aynı yıllarda Behiye Aksoy da bu marşı söylüyordu hatta taş plak olarak basılmıştı ama ona ses çıkarmamışlardı. Cunta Zeki Müren'e yasak getirmiş ve Zeki Müren'in sesinden de marş yasaklanmıştı. Aslına bakacak olursanız 26 Mayıs akşamına kadar Müzeyyen Senar'la birlikte Zeki Müren "DP eğilimli" olarak bilinirdi. Hatta DP’nin üst yönetimiyle samimiyet dereceleri üst safhadaydı. Ne var ki her dönemde olduğu gibi rüzgar tersten esmişti ve ortada DP falan kalmadığı için beğeniler de terse dönmüştü. Şimdi moda ‘‘Askeri alkışlamak’’ olduğuna göre, Zeki Müren de olayın dışında kalamazdı. Ne var ki, dinleyicilerinin ayakta alkışlayarak desteklediği bu tabloyu ancak iki gece sergileyebildi. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı gösteriyi yasakladı ve Tepebaşı Gazinosu’nu 3 gün kapattı, Zeki Müren de Askeri Savcılık'ta ifade vererek yakayı zor kurtardı çünkü işin sonunda işgüzarlığı yüzünden hapse girmek bile vardı. Özet olarak Zeki Müren “ne İsa’ya yaranabilmişti ne de Musa’ya”.

Halbuki 3-5 yıl önce durum böyle miydi? İktidardan düşmeye gör. Demokrat Parti iktidarı en kudretli dönemini yaşarken Başbakan Adnan Menderes bazı geceler avanesi ile Zeki Müren'i izlemeye gidiyordu. Cumhurbaşkanı Celal Bayar da bu gecelerin konuğu idi. Cumhurbaşkanı ve başbakanın bile onu dinlemek için gazinoya gittiğini gazetelerde okuyan Türkiye'nin zenginleri gazinoya akın ediyordu. Zeki Müren o yıllarda iktidarın bir numaralı sanatçısı olma yolunda hızla ilerliyordu. Hatta 1955 yılının 19 Mayıs törenlerinde harp okulu, gelenekselleşen vals gösterisini, alışılmışın aksine “Mavi Tuna” ya da “Tuna Dalgaları” gibi Batılı eserler yerine, henüz kariyerinin başlangıcında bir şarkıcı olan Zeki Müren’in, “Beklenen Şarkı” isimli bestesi eşliğinde gerçekleştiriyordu. Artık “söz milletin”di, ve millete yani dinleyicilere istediğini vermek, Zeki Müren’in“yıldız” olma yolundaki “doğru” tercihinin bir sonucuydu. Aslına bakacak olursanız Zeki Müren, bu değişimin ilk sinyallerini 1953 yılında başrolünü oynadığı “Beklenen Şarkı” filminde vermişti. Filmde bir konservatuvar öğrencisi olan genç Zeki, şarkıcı olmak için gittiği küçük bir gazinoda klasik tarzda eserler söylemek istemiş ve gazino patronunun “Bu insanlar baba efendiden, Dede Efendi’den anlamaz” diyerek çıkışmasını üzerine “Telgrafın Telleri”ni söyleyip, değişen düzene ayak uydurmuştu. Filmde bu mesaj açıkça veriliyordu ve film çok tutmuştu. Üstelik dönemin en önemli kadın oyuncularından Cahide Sonku ile başrolü paylaşıyordu. Yıllar sonra yönetmen Ülkü Erakalın Cahide Sonku ve Adnan Menderes’in arasında geçen anıyı bir röportajında anlatmıştı; "Mistik filminde Cahide Sonku'yu Bakırköy Akıl Hastanesi'nden her sabah alıp, akşam set bitince bırakıyordum. Onunla çok anım var. Başbakan Adnan Menderes'i gecenin 12'sinde evinden kovmuştur. Gece oyundan dönüyor, yorgun. İhsan Doruk ile evli o zaman. İhsan Bey "Bak Adnan Bey geldi kahve içmeye" diyor. Cahide hızla kalkıyor, "Şu an misafir kabul edecek durumda değilim!"

O dönem en sıkı Demokrat Parti’li sanatçılardan biri Zeki Müren’di. 12 Eylül darbesi demokrasinin üzerinden tank gibi geçtiği ve özgürlüklerden artık en ufak bir parçanın bile olmadığı yıllarda Zeki Müren’e doktorları, sahne yasağı getirmişti. O dönem Zeki Müren herhangi bir siyaset yakınlaşmasına doğal olarak girmemişti. Zeki Müren’in Menderes döneminden sonra ikinci çıkışı ise 1970’lerdeki öğrenci olayları, İnönü-Demirel çekişmesi ve Kıbrıs’taki Türkler’in durumu yine basının gündemindeyken gerçekleşmişti. Zeki Müren, milletvekili adayı olacağını açıklayarak tüm bu hareketlilik içinde dikkatleri çekmeyi başarmış, siyasiler Zeki Müren’in siyasete atılma kararı üzerine demeçler vermeye başlamıştı. Bu çıkışlarındaki tek amacı ülkenin siyasal meselelerle meşgul olduğu dönemlerde ilgi odaklarından biri olmaktı. Geçmiş yıllarda bunu başarmıştı da, çok değil 15 yıl önce iktidarın bir numaralı şarkıcısıydı. Demokrat Parti iktidarı ile birlikte ortaya çıkan bir değişim figürü olarak resmi kurumlarca desteklenen bir sanatçı olmuştu. Çekinmeden platform topuklu ayakkabıları ve mini eteğiyle sahneye çıkan Zeki Müren’in, o dönemin şartlarında resmi olarak da yüceltilmesi oldukça dikkat çekici ve sıradışıydı. Elbette bunu siyasi bir destek görmeden yapabilmesi mümkün değildi. Demokratların kartını oynarak doğru olanı yapmıştı.

Ne geçmişte, ne de gelecekte fark etmeyecektir. Rüzgar nereden eserse essin birileri her zaman gücün yanında olacaktır ve inandığı, yanında olduğu güç sayesinde oluşan ve kendilerine göre o güven dolu gölge alanlardan faydalanacaklardır. İsterseniz Zeki Müren olun isterseniz “Zevki Süren”... (Döneminin Ses dergisinde Zeki Müren'e atıfta bulunulan bir yazıda bu söyleyiş kullanılmıştır) Güç her zaman bazılarının ağzı açık baktığı ve menfaatleri uğruna çok sevdikleri büyük bir heykel gibi orada duracaktır.

Gölgesinde gidip dinlenmek ve kendinize çıkar sağlamak ya da sağlamamak onlara kalmış. Tamamen kişisel bir tercih. Yadırganmak ve destek görmek de bu işin dikenlerinden. Bu ülkede Timur Selçuk gibi ilkeli bir sanatçı olabilirsiniz, Özdemir Erdoğan gibi karşı çıkan bir sanatçı olabilirsiniz, Zeki Müren gibi “Gazi Osman Paşa”da olabilirsiniz. Sanat dünyasında en çok rağbet gören unvan “baba”dır. Bol miktarda baba var, az miktarda “usta” ve “hoca” var. Bazıları hayatta bazıları ise çoktan bu hayatı terk ettiler. Kaybettiğimiz ve hayatta olan tüm ustalara ve hocalara saygıyla.