Delilik bilincinden delilik şuuruna bir nefes: Delice

Türkan İldeniz yayımlanan ilk şiir kitabı “Taşra Kızının Deliceleri”nde, o yıllara kadar alışılmış kadın şiirine iktidar karşıtı bir söylem ekliyor.

Abone ol

Ayşen Deniz Onaral

“Yazmak hani söylenemez ortası
Ve gerçekler vurur kaleme
Çürük köprüleri yıkar sular…”

Kimse bilmez, siz, o “söylenemez” olanda bir isyan büyütürsünüz. Kaleme vuran gerçekler hakikatin dilini ağır kılar. Çürük köprüleri yıkan suların dalgaları hem kendiyle, hem kıyıyla çarpışır. Vardır bir şiir: zamanla yarışır. Zamansa ipi göğüslemeye gönlü olmayana tahammül edemez. Zamanın hafızasında, yalnız, direnenler kalır. Ne güzel! Fakat bize göğüslenen ip değil, ıstıraba direnenler, yüreği buzullara sürüldükçe yolu içselleştirenler lâzım.

Ne var ki içselleşenin değil, leitmotifin, personanın popüler kılındığı bir çağda yaşıyoruz. Leitmotifine, personasına hapsettiğimiz sanatçılarla, şairlerle algının basit yanıyla sınıyoruz estetik derinliği. Hazır kalıplarımız, kalıpçılarımız var. Kalıpların cazibesi, cazibenin magazini, magazinin kolay tüketimi var. Tüketime sunulmayan, piyasası olmayan, umumun sofrasına ulaşmayan, ulaştırılmayan eserler ise kendi köşesinde, meyvesinin posa olma vasatından uzak, delicesine.

Yayımlanan ilk şiir kitabının adının “Taşra Kızının Deliceleri” olması, bu kitaptaki, ilk ve aynı adlı şiirin “Sakınmalar gereksiz…” sözüyle başlaması Türkan İldeniz’in, hakkında yazılan eleştiri ve incelemelerde vurgulanan “Havva” motifinden ziyade, varoluş endişesini sakınmaksızın yol alan bir “delice” ile, hatta delicelerle başlatan ve bu başlangıç ile o yıllara kadar alışılmış kadın şiirine iktidar karşıtı bir söylem eklediğini, en başında, vurgulamakta yarar var diye düşünüyorum.

Havva Çıkmazı, Türkan İldeniz, 64 syf., Everest Yayınları, 2021.

Lûgatın deminde “Delice”, bugünkü metropol yaşamında, bağların, tarlaların, ormanların külüne, betonun harcına inat ve hâlâ doğayı, doğalı anlatan; o tuhaf, o kayayı, duvarı, taşı, zemini delip çıkan; ekilenden, dikilenden değil, rüzgarda savrulandan, bilerek yere atılandan, yani yok sayılandan, ölü sanılandan, dışlanandan yeniden hayat bulan. İktidarın açtığı, tüm gelişleri- gidişleri- duruşları kontrol ettiği asfaltı da delen, delip kendine yol açan deliceler. Ve bu yol açışa inanç, gelenek, değer yargıları, toplum, taşra, şehir, çağ deneyimlerini de ekleyerek kendi içindeki o yaban delicenin sarsıntısını çağdaş Havva diliyle karşılayan şair kadın.

Bakışımızı temel izleği parçalar üzerinden denetlenemez olana yani şairin şiirlerine yönelttiğimizde ilk dikkatimizi çeken, tohumdan kök yapısına, sonra da gövdeden ağaca, dallara uzanan tek köklü bir yazım biçiminden ziyade, tıpkı deliceler gibi yayılmacı ve serpilen bir yapı sergilediğidir. Şiirlerdeki bu yapı, duygu düşünce ve bedenler ( bireyler) üzerinden soyağacı gibi köklü bir yapıyı dışlar bir tür, düzenli gelişim eğrisini takip etmeyerek dizelerde birbirini sistematik olarak takip eden stabil şiir kurulumundan ve ifadelerinden uzaklaşıyor, çoğul bireyler (kadınlar) biçiminden yoğun olarak başka kadınlarla ilişik kuran dizelerle karşılaştırıyor bizi.

“Yetmiş iki ayrı kadın yetmiş iki aynı adım
Diyelim çağdaş bir çarpı çizmek alnına senin
çamaşır, bulaşık, ev tozu dört duvardan”

Havva’yı da okumanın bir çok şekli var. Alışkın politik düşünce onu hemen inançlara bağlayabilir, ondan dini sonuçlar çıkarmak tuzağına düşebilir ( ilginçtir Lilith denen yerde bu tuzağın olmadığını var saymak). İnsan denen varlığın “oluş” probleminin fiyasko sonuçlarla eşitlenmesi ile başlayan “yeniden oluş”, kendini yeniden yapmak isteyenin her şeyi adlandırmasıyla başlayan güçsüzlük deneyimi. Bizi “Havva’ yı okumanın kaç şekli vardır?” sorusundan çok “Havva’ yı okuyamamanın kaç şekli vardır?” sorusuyla sınayan. Türkan İldeniz’ de “İlkel çıplaklığında örtülü Havva” imgesiyle karşımıza çıkan, sakın, ona birtakım isimler, sıfatlar yükleyerek, ahlâk yasaları, yasaklarla sınırlandıran, kuşatan modern dünyanın bu örtüsünü atmış, iki yüzlü yeniden oluşa baş kaldıran Havva olmasın?

Dünyanın ayrıcalıklı varlıklarını diğer varlıklardan ayıran, vitrinde olan ile vitrinin dışında kalan aynı felâket ikliminin kurguladığı değil midir? Varlık ve hiçlik arasındaki uçurumlarda da var olanlar yok mudur? “Ta uçurumların dibine dek taşıyorum bu kutsayan evetleyişi” derken, her türlü hayatı üst düzeyde olumlayan Nietzsche, uçurumun kenarından eğilip bakan mıdır, yoksa uçurumda varlığını sürdüren, varlığını sürdürürken yaşamak sıradanlığının ötesine geçen bir delice mi?

“Delice” olmak ile “ deli” olmak arasındaki uçurum, bilinmeyen bir bölgenin o karanlık alanı. Belki Foucault ezberlerinin de bozulduğu, herhangi bir kimliğin öznesi olmayı kabul etmeyenin, edilmeyenin alanı. “Her iktidar kendi öznesini yaratır” dan hareketle, başkaları tarafından oluşturulmuş, sınırları çizilmiş, kontrol edilen bir kalıbı kabullenen, bağlayıcı bir kimlik olan “delilik” ile bu kimliğin sınırlarını kabul etmiş “deli” sözcüğü, iktidarın kendine tabi kılmak için özneleştirdiği olarak kabul edilen ve kapatılmaya maruz olan, ıslaha mecbur nitelendirilen ile bütün bu saptamaların ötesinde kalan “delice”. Kendini sınırlandıran her zemini, “hayal gücünün ayarının bozulması” na ilişkin adlandırılan delilik kavramını da delip geçen ve kendine her koşulda yeşerecek, hayat bulacak bir yer bulan, tali yol açan “delice”. Bizi delilik bilincinden delilik şuuruna yönelten.

Tam da burada, saptanmış, kataloğa girmiş delilerin ötesinde, bu sınırlandırmanın dışında kalan delilerden söz eden Antonin Artaud’ ya katılmamak mümkün değil. İktidar söyleminin cinsel tabanlı şiir politikalarında hiçbir kataloğa girmeyenler… Havva ya da delice ne fark eder? Bir küçük gezinti diye yola çıkan kaybolabilir bir çıkmazda da.

“öylesine sürüldü ki yüreğim buzullara
öğrendim ateş yakmasını suda…”

Hava Çıkmazı, Türkan İldeniz, 56 syf., Everest Yayınları, 2021.

Kadın şiiri, şair kadın tarafından inşa edilen bir söz okyanusu olmanın yanında, kadının kadın olarak yaşadığı deneyimlerin de kısıtlı sunumunun yükünü taşımıştır.

Yerleşik hiyerarşi kadını ve şairliği uzun zaman, sadece şiirde değil, diğer edebiyat türlerinde de yan yana getirmekten uzak kalmıştır. Söz gelimi edebiyatımızdaki romanlara baktığımızda çoğunlukla ev işleri, aile, çalışma hayatı yanında günlük tutan, hatıra, mektup yazan, müzikle uğraşan, resim yapan kadın kahramanlardan kaçı şiir yazarken betimlenir?

Türkan İldeniz şiiri, yerleşik hiyerarşiyi dışlayan, kadın şiirini kalıp yargılara monte eden bir anlayış dışında okunmayı, incelenmeyi hak eden bir şiir. Cinsiyetçi kabulde eril sanat, çoğunlukla kadın sanatının üstünde konumlandırılır. Bu bağlamda sözün, ruhun kadınsı yanına erilden şikayet eden genellemelerle, bedeniyle ilgili gerçekleri dile getirmekten çekinen, hep anne oluşla eşitlenen köhne algıların, kuralların normları arasında bir yer açar. Şiirde de şair kadın üzerinden yapılan yorumlar madun ile mağdur arasındaki oksitlenmeden öte geçmeyen, şair kadın dünyasında boşluklar bırakan, bu boşlukları tokenist anlayışla doldurmaya çalışan eleştirilerin mutlak ölçüleriyle kaplanır, kalıplanır.

Kalıplara sokularak değerlendirilenler, kalıpta kalmaya hevesli memnunlar olabilir, çünkü “kalıp” çoğu zaman, yerleşik hiyerarşiyi kabulün en kestirme, en sorunsuz, sorgusuz yoludur.

Müstesna olma, şiir üzerinde düşünmeyi sevmeyenler için ve birbirine referans olma şiir gerçeğini ötelerken edebiyat kanonları da oluşturur. İktidar kanonu bir yana, şair kadın kanonu da elindeki bir avuca -ki bu da daha öncesinde eril incelemelerin sunduğu isim tanım ve açıklamaya dayanır- inanıp öykünür. Bu durum kadınların, şair kadınların da pek çok şair kadından bihaber oluşu gerçeğini ortaya çıkarır ve dahi asıl dengesizliğin başladığı, kadın şiirinin güdüklük noktasıdır bu. Köhne birlik kuralına göre selefler belirleyen bu anlayış – ki bu kuraldan bağımsız selefler de vardır- pek çok şair kadını ve şiirini gölgeleyen unutuşu da böyle başlatır. Türkan İldeniz de bu gölgelenmeden payını alan şair kadınlarımızdandır.

Bu genelleştirilmiş itaat sistemi içinde belki de asıl zor ile aynı zamanda ilk koşul, kadını kadına anlatmak ve duyurmaktır.

“Kadın kadın nasıl duyurmalı seni sana
Sen dur ben geçeyim yarışmasında
Hiçliği her şeye başlangıç yani nasıl yeterli
Ama Meryemler Âmineler neden habersiz kendinden”

Bu aktarımlardaki yapıyı da düşüncedeki rastgele aktarımların yansımaları olarak görebilmek mümkün, çünkü rizomatik yayılmacı şiirin özü dağınık parçalar sınırları belirlenmiş olandır. Kadın sorgusu üzerinde çapraz ilgiler kurulmuş, kompleks karşılaştırmalar yapılmış ve ikili yapı ile düşünmemiz istenmiştir.
Aynı konuda eser verilmesi çoğu kadın şiirinde tematik sınırların darlığı Türkan İldeniz’ in kendisiyle hemhâl cesur seslenişlerini, kadın, erkek, çocuk, toplum, baskı, gelenek, şiddet, mobing, katliam, ahlâk bağlamında o güne kadarki kadın şiirimizin yazdığı senaryoyu reddederek kendisinden beklenen rolü oynamaması, feminen sözcükler eşliğinde maskülen dizeler dile getirişi, dikkatli bir okumayla, onlarda, kurallara teslim olmamış, başkaldıran, isyancı kadın kimliğini vermeye çalıştığını gösteriyor.

“Duramadım dayanılmaz isteklere
bütün bağlardan kurtulup bir an
gözlerinin büyüsüne geldim
ellerinin ateşine
Yak beni.”

gibi ve pek çok dizede erkeğe “yiğidim, şehzadem, aslanım, yakışıklım, çapkınım, bıçkınım, delifişek zıpkınım, Fenikeli, Kaçak, Kaptan “ seslenişleri bir yandan, iktidar edimi, erkek hakkında toplumun oluşturduğu özerk sıfatlara takılıp kalma şeklinde yorumlanabileceği gibi, İldeniz şiirlerindeki ataerkile isyana baktığımızda, konu bir karşı cinse geldiğinde ima maskesiyle yazmak zorunda bırakılan kadın şiirinin bu maskeyi attığı, kadını nesneleştiren okuma- yazma alışkanlığını da kontrol altına aldığı şeklinde de yorumlanabilir. Maskeyi atış bu bağlamda kuruluma karşı çıkış, kadın olmayı “tören” ritüeli zorlamasıyla belirleyen liminal alanın, cinsiyet belirleyen tesirlerin, o kurumun kaçaklara sınırda, o “Yitikler Çıkmazı”nda durdurup sorduğu “Quo Vadis?” sorusuna karşılık, kurulum öznesinin tek yanıtı: pes etmemek için, her şeye yeniden kavuşmak için “Kendimi bulmaya”, doğumdan sonra iktidar kodlarıyla üstü örtülen, görünmez hale getirilen öz’ü, ruhun hakikatini kavramaya…

Buz Altında Yanardağ, Türkan İldeniz, 94 syf., Everest Yayınları, 2021.

ÇAĞIN YÖNSÜZLÜĞÜNDE, 'KAÇAK' HALLERİNDE BİR TELAŞ: KENDİNİ BULMAK

Hayatın, kadınlığın bilinmeyen olanağına ulaşmak için kendini yeniden yaratan, Havva oluşu, Delice oluşu, Kaçak oluşu bütünleyen bir deney olarak kendini zenginleşme yönünde değişimi çabalayan ve bunu sürekli yolda olma gerçeğiyle kadını, içkin-aşkın bütün katmanlarda, düşünsel ayrıntılardan kopmadan kuşatan o şiir…

İlk dört bölümü “Taşra Kızının Deliceleri”, beşinci bölümü “Havva Çıkmazı”, altı, yedi, sekizinci bölümleri “Buz Altında Yanardağ” kitaplarında olan “Kaçak” şiiri.

Nedir İldeniz için kaçmak?

Bir şeylerin peşine takılarak oluşturulan gelecek de kanıksananın ortasına hapsolmuş geçmiş de şiir için yabancılaştırıcı, anlam azlığını davet eden ögelerdir, denilse de, geçmişin de geleceğin de şimdinin görünümleri üzerinde oluşturduğu gerilimlerin, kaçışların deneyimi, üreteni olduğunu da unutmamak gerekir. Aynı anda hem “yaşamış”, hem ”yaşanılan”, hem de “yaşanılacak” olmak. “ Kendi içinin kendindeyle başkasının mevcudiyeti karşısında ilişkisi vardır” der, Sarte “ Varlık ve Hiçlik” in “ Başkasıyla Somut İlişkiler” bölümünde. Geçmişi, şimdiyi, geleceği ve hep olabiliri ima eden şiirin alışık imalarımızı sarsma gücü sürekli keşfeden “ben” in her imgede varlığını yeniden edinme macerası olduğunu da söyleyebiliriz.
Dışımızdakilerin bize güncel gerçeklik içinde göründüğünü var sayacak olursak elbette edebiyatımızda “Kaptan” Attila İlhan çağrışımıdır, ancak bunu tek anlamlı bir sentetik belirleyişle sınırlandırmak “Kaçak”ın mekansızlığını da “Kaptan”ın mekansızlığını da ihtimal vasfı ile sığlaştırmak olur. Oysa “delice” de de “kaçak” ta da “kaptan” da da mekandan mekansızlığa sonsuz mesafe koyuşlar vardır, ama toplaşma yoktur.

"Soranlara selam Kaptan, selamımı söyle
Bir deney bu, bir tecrübe kendimi yenilemek üzre
Anlamak için kesinlikle kaçmak kurtulmak mıdır diye”

“Kaçak” şiirinin ilk bölümlerinde maddeyi örgütleyen şema dışında kalan, eril kodlama aygıtına bir karşı duruş ve bu şemaya uymadığı için “itilmiş” i, o “ sen de gezemesen sokaklarda sere serpe/ yedi rengin yokluğunda evden hiç çıkmasan…” yakınışındaki “Havva” yı görürüz.

Teorematik özün dışında sorunsalı oluşturan yıkıntıyı kabul, sonunda bu kabul dışına doğru bir kaçış başlatır. İlgili şiire dikkatle eğildiğimizde bu kaçışın geleneksel bir yol izlemesi açısından yer yer bir göç edişe evrildiğini de fark ederiz. Bir çıkmazdan denize yol alış. İki durak arasında Kaptanı ve gemisini bir konaklama yeri olarak belirlemektedir. Göçebe Delice’ nin bir başka göçebe olan Kaptan’ a göç etmesi, yolun (deniz) temsiliyetinden çok Kaptan figürüne teslim olması… ki hatırlayalım karşımızda “ anamdan yolcu doğmuşum/ bağlasalar duramam”, “yola bir düşüldü mü ömür boyu gidilir…” diyen bir Kaptan var, onun tanımlanmamış bir yolu var. Delice ile Kaptan arasında yük ve mekân farkı var, kaygan bir yolun “denizin” yolcusu olmak var.

“ Ben bir gece evden çıkacağım
kolumda çantam, peşimde yalnızlığım olacak.

Hep kendimi buldum şimdiye dek nereye vardımsa
içimdeki sızıyı buldum, derin düşünceleri
harcanmamış gücüm varken taşkın gücüm
ellerim kendi üstüne kenetliydi bunu buldum
çağımız armağanı yönsüzlüğümü- bunaltımı- korkumu
her şeye bedel hiçliğimi…”

Attila İlhan ile Türkan İldeniz’ den sembolik bu alıntılarda Kaptan, maceranın sınırlarına yüklenen bir özne, her türlü terk edişle deneyimlenen bir yolculuğun öznesi, aynı zamanda “biz” sınırlarından bize, yolculuk bağlamında tahrik edici bazı işaretler sunmaktayken İldeniz’ de bu olgu, yola çıkarken maceranın sınırlarını da yüklenip çıkan bir özne olarak görülmekte.

“Kaçak” nitelemesinde “kaç!” emrinin hareketi, genişleyen bir hareket, bedenin, düşüncenin görece karakterini belirleyen, belli yerlerde yersiz yurtsuzlaşan, genelde tek bir yol edinmeyen, duraktan durağa parçalanmış, belki yara almış bir şekilde, kılık kıyafet değiştirmiş, tanınmamak için görüntü değiştirmiş, tüm bağlarını koparmış bir şekilde yol alış, yerini belli etmeme… şeklinde ortaya konurken tam da burada sorulmaz mı, “kaçmayı anladık da kolundaki o çanta niye?” Bunu “kadın olmak” yaklaşımıyla kestirip atmak istemiyorum.

Bütün devrimlerin, köklü değişimlerin, isyanların ya da ilahi dinlerin intibak evresinde ya uzun süren kapatılmalar ya da bir hicret devresi olduğu bilgisinden feyz alarak belirteyim ki değişimini başlatan şairin de kendisi ve çevresi ile savaşını, mutlak iktidara sırtını dönüşünü ancak bir hicretle başlatması kaçınılmazdır. Bu bağlamda kutsal toprağa, kaptana, karşı kıyıya vs. ulaşma işin bahanesidir. Aradaki fark devrim yapanın, isyancının, yalvacın nereye gittiği belli iken şairin yolunun belirsizliğidir.

Ki “Kaçak” şiirinin VI., VII., VIII. (Buz Altında Yanardağ) bölümlerinde, yolda olmaktan yorulmamış, farklı coğrafyaları da öğrenmeye çalışan (Roma, Münih, Hayfa…) arayış içinde bir kadın ile bu kadın imgesi karşısında “hıncından gemileri batıran Kaptan”ı, kaptan sözcüğünün “yenilgiye uğratılmış rastlantı”sını görüyoruz.

Arzu gerçeğiyle tahlil edebileceğimiz “admiratio” yani “ başka dünyanın zarafeti” kaptan imajını da oluşturan bu algısal düzlem hareket- imaj ilişkisiyle şiirin ilk bölümlerinde güçlü tutkular potansiyeli taşırken aynı şiirin son bölümünde Kaçak’taki başka dünyaya hayranlık değişmeye mahkum, gelip geçici, dünyevi şeylere olan bağımlılıktan bengi olana yönelerek var oluşla ilişkili bir mutluluğa dönüşüyor ve Kaptan geçmişteki bir iz-model izlenimi olarak kalıyor. Şiirin ilk bölümlerine hakim tahayyül ve tutku “yetkinleşme arzusu”na yenik düşüyor. Çünkü “deniz” klasik algının dışından bakıldığında bir kıyıdan diğerine gidilen değil, böyle düşünecek olursak denize saplanıp kalınan bir mesken anlamını yüklemiş oluruz ki hangi deniz bunu kabul eder derinindeki telaş varken?!

“O beni bana aratan istek
Sürdürsün bakalım buyruğunu
Umudum büyük, gücüm tam
Bugün bulmazsam yarın
Burda değilse orda
Ama bir gün mutlaka
Ben aramaktan yorulmam
Çünkü bilirim ki yalnız
Saplandığı yerde tükenir insan”

SON SÖZ YERİNE TELAŞIN KARŞILIĞI 'YOK'

 Bir gün bir telaş deliceyle karşılaşma vakti, bir delice denize inen çıkmazda tepeden tırnağa Havva, Havva nereye yol alsa çıkmaz ve telaş ona doğru, çıkmazın karmaşıklığı yok, delicenin kargaşası çok, yeşerdikçe biçilir, biçildikçe yeşerir, görenler umursamaz, bazen umursamamaya çalışır tam da gören, çünkü telaşın karşılığı: "Yok".