Darbeler arasında Kürt bir şair: Cemal Süreya

Cemal Süreya’nın şiirlerine bakıldığında giderek artan politik bir damar görmek mümkündür. Bu damar 80’li yıllardan itibaren giderek kabarmıştır. Şair, Kenan Evren’in davetini reddetmiş Turgut Özal’ı ise hiç sevmemiştir. Her zaman darbe karşıtı bir duruş sergileyerek şiirlerine bunu yansıtmıştır.

Abone ol

Cemal Süreya 1931 yılında Erzincan’da doğdu. Dersim tertelesi yüzünden çocuk yaşta ailesiyle birlikte Bilecik’e göçtü. 1947 yılında Haydarpaşa Lisesi’ne parasız yatılı öğrenci olarak kaydoldu. 1954 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1954 yılında Eskişehir Vergi Dairesinde staj yaptı, 1955 yılında kazandığı sınavla maliye müfettiş yardımcısı olarak İstanbul’da çalışmaya devam etti. Çeşitli memuriyetlerde bulunduktan sonra son on senesini kültür danışmanlığı yaparak, yayıncılık, editörlük, redaktörlük ile uğraşarak geçirmiştir. Aynı zamanda 40’tan fazla Fransızca’dan Türkçe’ye çevirisi vardır. Bunlardan en bilineni Tomris Uyar ile birlikte çevirdiği “Küçük Prens” olup, “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması”, “Vadideki Zambak”, “Goriot Baba” gibi pek çok eseri Türkçeye kazandırmıştır. “Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan, Sıcak Nal, Güz Bitiği” gibi şiir kitapları olan Cemal Süreya’nın toplu şiirleri ölümünden sonra “Sevda Sözleri” adıyla 1990 yılında yayımlanmıştır. “Şapkam Dolu Çiçekle, Günübirlikler, Onüç Günün Mektupları” gibi düzyazı eserleri de mevcuttur. Şair, 1959 yılında Yeditepe Şiir Armağanı’nı, 1966 yılında Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü, 1988 yılında ise Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanmıştır. Bu yazının amacı, Tertele'yi, 1960, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini tecrübe eden Cemal Süreya’nın şiirlerinde politik izleğin peşine düşmektir zira şair 80'den sonra Kürt olduğunu dile getirmiştir.

Cemal Süreya’nın 1957 yılında yayımlanan “Bun” şiiri dikkate değerdir. Bu kelime “buhran” anlamına gelmekte olup Afrika’dan bahseder. İkinci cümlesinde ise “Kapital” vardır.

Elim geçiyor aptaldan

Kapital

Burada şairin kapitali “anapara” anlamında kullandığı mı yoksa Marx’a atıf yaptığı mı, yoksa ikisini bir arada sezdirmek amacını mı güttüğü belirsizdir. Ancak “aptal” ve “Kapital” kelimelerinin fonetiğinden faydalandığı aşikardır. Şiirin devamı daha ilginçtir, Hazreti İsa’yı gördüğü için Hıristiyan olduğunu söyleyen Yahudi kökenli Fransız şairden, “Max Jacob papazı” diye bahseder. Şiirin sonunda ise daha sonraki şiirlerinde pek çok defa göreceğimiz anti-emperyalist duruşu en vurucu bir şekilde kendini belli eder:

Renklerinden dolayı okulsuz bırakılan

Zenciler zenciler iki okka zencefil

İntihar süsü verilerek

Güneşin linç edildiği bir akşam

Cemal Süreya’nın ilk kitabı “Üvercinka” 1958’de Yeditepe Yayıncılık tarafından basılmış, 1959’da ise Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazanmıştır. Bu kitapta 32 şiir olup politik bir şiire pek rastlanmaz. Ancak örtük bir politik duruş sezilebilir. “Afrika” kelimesi kitapta 7 defa geçmektedir. Süreya’nın şiiri anti-emperyalist çizgide devam etmektedir:

Afrika dediğin bir garip kıta

El bilir âlem bilir

Ki şekli bozulmasın diye Akdeniz’in

Hâlâ eskisi gibi çizilir

Haritalarda

Afrika kıtasının “çizilmesi” bu şiirde önemli bir nokta olup, kıta tabii olarak emperyalist güçler tarafından çizilmektedir. Öte yandan “el” de “âlem” de, yani herkes bu durumun farkındadır ancak bir sessizlik hâkimdir. Bu şiir aslında “Hamza Süiti” adlı şiirinin son bölümü olup şair bu bölümü ayrıca yayımlamayı tercih etmiştir. Ancak o şiirde de Afrika meselesi vardır:

(...) Hamza'nm karısı Leylâ, Hamza Leylâ.

Başladı Afrikası uzun bir gece

-Afrika dediğin bir garip kıta-

Geceler yukarda telcek-bulutcak

Böyle gecelerde yatan yatana

Sıfırıncı katta Cihangir'deki

Hamza'nm karısı Leylâ, Hamza Leylâ...

Yalnız burada Afrika meselesi sadece anti-emperyalist bir duruşu sergilemez, toplumsal bir damara evrilir. Şiirin başlığı bile kara bir ironidir. Hamza ve Leylâ’nın sıfırıncı katta Cihangir’deki evleri “süit” olarak adlandırılır. Burada bir analoji kurmak da mümkündür: O kat güneş görmez ve karanlığın içerisindedir, Hamza ve Leylâ hem üzerlerine düşen karanlıktan siyah tenli gözükür hem de fakirlikten bir Afrikalı’yı çağrıştırır.

Akşam akşam yarım somun sahibi

Hamza’nın karısı bir, Hamza iki.

Şairin 60 öncesi şiirlerinde dikkat çeken bir şiir de 1955 yılında basılan “Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm”dür. Üç nehirden bahsederek Türkiye kadınının yaşam şartlarını betimler şair. Tabii bu kadınlar şehirli değil, köylü, emekçi kadınlardır. Mevzubahis nehirler de Kızılırmak, Dicle ve Porsuk’tur. Burada kadınların çok çalıştığı, yorulduğu, ezildiği vurgulanmaktadır. Cemal Süreya’da feminist bir duruş olduğunu söylemek güçtür, özel hayatında da kadına şiddet uygulamıştır şair. Feminist veya psikanalitik bir okuma farklı yorumlar getirerek Cemal Süreya araştırmalarını zenginleştirecektir. Ancak bu şiiri yine şairin toplumcu damarına yormak daha yerinde olur:

Bir gün sizin de yolunuz düşer memlekete

Siz de görürsünüz bunları kadınlarda

Ödevleri yenilmek olan hep

Bıçakla kemik arasında

Susmakla ağlamak arasında

Yenilmek

Kadınlar

Şairin 1957 yılında yayımladığı bir diğer şiir ise “Aslan Heykelleri” olup belki de toplumcu damarın sol damarla harmanlandığı bir kısım görülmektedir:

Delikanlı bir köpeği var onunla yatıyor

Adalet Hanım iki kişilik karyolasında

Bozulmuş burjuva ahlakına örnek.

60’lı yıllara gelirsek okuru sarsan ilk şiiri kuşkusuz “555K” şiiridir. Bu şiir Cemal Süreya’nın Ülkü Tamer’le birlikte çıkardığı Papirüs’te basılmış olup 5 Mayıs 1960 tarihinde Demokrat Parti karşıtı öğrenci ağırlıklı grupların 5. ayın 5. günü saat beşte Kızılay’da düzenleyecekleri gösterinin parolasıdır. Bu tarihte Cemal Süreya askerdedir, ordu içindeki huzursuzluğu sezmiş ve Demokrat Parti’nin son döneminde bu şiiri yazmıştır:

Çünkü millet hayınları Ankaralarda

Çünkü İzmirlerde, çünkü İstanbullarda

Çünkü başka yerlerinde memleketin

Kanına girdiler masum gençlerin

Ancak şairin sol ve devrimci damarı tutmuştur artık, ok yaydan çıkmış olup insanları ezen tüm kesimlere sunturlu bir tehdit savurur veya bir kehanette bulunur:

Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını

İşte o gün sizi Tanrılar bile kurtaramaz.

Burada özne kullanımı dikkat çekicidir. İlkin “onlar” varken, karşılarına “biz” konulur fakat en son “siz” diyerek vurguyu güçlendirir şair fakat sanki devrimi köylülerden ümit etmektedir çünkü Bursa’da ipek çeken kızlar, Erzurum’da çift sürenler vardır şiirde. Ayrıca halk ağzına yer verilmektedir.

En nihayetinde 80’lere gelirsek, şairin ölümünden bir sene kadar önce “Yeni Yaprak” dergisinde yayımladığı “Kürtler ve Arnavutlar” şiirini başa almak yerinde olur.

Kürtler yalan söylemek zorunda;

Arnavutlar, doğru.

Bu iki dize hakkında pek çok şey söylenebilir. Öncelikle neden Arnavutlar? Arnavut ve Kürt halklarının yaşadığı coğrafyalar birbirine benzer dağlık bölgelerdir. Örf, aile kavramı iki halk için de önemlidir. Bunların dışında pek çok benzerlik ve dahi farklılık bulmak mümkündür ancak dağlık coğrafyada yetişen bu iki halktan Arnavutlar imtiyazlı kesimdedir. II. Abdülhamit’in özel korumalarının tümü Arnavut’tur. Abdülhamit’in en güvendiği paşalarından biri olan Şemsi Paşa Arnavutluk’un kilit ismi olup suikast ile öldürülünce 1908 ihtilaline giden süreç hızlanır. Buradaki kilit bölge Balkanlar ve pek tabii Arnavutluk’tur. Öte yandan aynı Abdülhamit Ermeni, Kürt ve Ezidi halklarına zulmetmiş, mezalimler yapmıştır. Arnavutlar, “Beyaz Türk” olarak adlandırılan kesimin belki de en ayrıcalıklı olanlarıdır. Zaten Cumhuriyet rejimine de kolayca eklemlenerek dillerini -kendimden biliyorum- çabucak unutmuşlardır. Öte yandan Kürt halkı dilini ve kültürünü muhafaza etme konusunda direnmeyi seçmiştir. Kürtler yalan söylemek zorundadır, Cemal Süreya, “Kürt Cemo”, bunu tecrübe etmiştir. Fırat suyu bütün bir bölgeyi takma adlarla dolanmak zorundadır. Şairin 1984’te yayımlanan “Uçurumda Açan” kitabındaysa tamamen politik şiirler karşımıza çıkar. “Kısa Türkiye Tarihi” şiirleri ismiyle müsemma bir şekilde Osmanlı’dan günümüze kadar olan süreçte Türkiye siyasetinin geçir(me)diği evreleri gözler önüne serer:

I

Şelaleye

Düşmüştür

Zeytinin dalı;

Celaliyim

Celalisin

Celali.

Burada şair Osmanlı dönemindeki Celali isyanlarından bahseder ve barışı simgeleyen zeytin dalının yere düştüğünü belirtir. Bu isyanlar 16. ve 17. yüzyılda başlamış, Alevi/Bektaşi düşmanı Yavuz Sultan Selim karşıtı hareketler olup IV. Mehmet dönemine kadar devam etmiştir. Nitekim, mezalimle bastırılmıştır…

II

Üç anayasa

ortasında büyüdün:

Biri akasya

Biri gül

Biri zakkum.

III

Türkiye'nin adı,

Soyadı yasasından beri

Atatürk adından

Soyutlanamadı:

1930'lu yıllarda

Etitürkiye;

1940'lı yıllarda

Atetürkiye;

1950'li yıllarda

Uditürkiye;

1960'lı yıllarda

Ötetürkiye;

1970'li yıllarda

Atatürkiye;

1980'li yıllarda

Adıtürkiye;

Mavi yolculuklar var bir de

O yunani o güzel yolculuklarda,

Hemen her zaman:

Adatürkiye.

IV

O yıllarda ülkemizde

Çeşitli hükümetlerle

Yetmiş iki dilden

İkisi yasaklanmıştı:

İkincisi Türkçe.

V

Kahvede subay yok,

Bu nasıl iştir.

Görülmektedir ki şair 82 Anayasası’nı zehriyle nam salan zakkum bitkisine benzetmekte olup 1980’lerin Türkiye’sini “Adıtürkiye” olarak tanımlamıştır. Özal döneminde ise Mavi Anadoluculuk fikrinin ön plana çıkması ve Özal’ın “Turkey in Europe and Europe in Turkey” isimli bir kitap yayımlayarak bu fikriyatı diriltmesi hicvedilmiştir. Sözün özü, Cemal Süreya’nın şiirlerine bakıldığında giderek artan politik bir damar görmek mümkündür. Bu damar 80’li yıllardan itibaren giderek kabarmıştır. Şair, Kenan Evren’in davetini reddetmiş Turgut Özal’ı ise hiç sevmemiştir. Her zaman darbe karşıtı bir duruş sergileyerek şiirlerine bunu yansıtmıştır. Netice itibariyle yoksul bir hayat sürmüş ancak duruşundan ödün vermemiştir. Nihayet, Kürt olduğunu saklamaktan vazgeçmiş “yalan söylemek” zorunda kalmamıştır.