Cumhuriyet'in 100. yılı ve 4 Kasım darbesi

2017 yılında Anayasa değişikliği ile ülkede rejim değişikliği gerçekleşti. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldı. AİHM’de ilk defa Türkiye’deki yargılamaların siyasi saiklerle yapıldığı kararları çıktı.

Abone ol

Cahit Kırkazak

Geçen hafta Cumhuriyet'in 100. yılı kutlamaları yapıldı. Ancak 100 yılın hiç muhasebesi yapılmadı. Cumhuriyet bu 100 yıllık süreçte Türkiye toplumun ihtiyaçlarını karşılayabildi mi? Toplumsal barış sağlanabildi mi? Sağlanamadıysa aksayan yönleri nelerdir hususları hiç tartışılmadı.

Bugün ise 4 Kasım 2023. HDP Eş Genel Başkanları ve 10 milletvekilinin gece yarısı evlerinden alınıp uzak şehirlere kaçırıldıkları 4 Kasım 2016 siyasi darbesinin 7. yılı. Peki 4 Kasım 2016 siyasi darbesinin yaşanması ile 100 yaşındaki Cumhuriyet'in ilişkisi nedir? Ya da 4 Kasım siyasi darbesinin öncesi ve sonrasında bu ülkede yaşanan kültürel, etnik, inanç ve cinsiyet kıyımlarında 100 yaşındaki Cumhuriyet'in etkisi var mıdır?

Bu soruya bu coğrafyada yaşanan her yurttaş biraz düşündükten sonra, “evet, var” diye cevap verecektir. Cumhuriyet'in bu topraklara kazanımları elbette olmuştur. Yönetim erki bir ailenin tekelinden çıkarılmıştır. Kısmi de olsa kadın kazanımları da olmuştur. Ancak Cumhuriyet'in üzerine inşa edildiği kuruluş ideolojisi bu coğrafyanın ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak kalmıştır. Hatta Cumhuriyet'in kuruluş ideolojisi olan ulus devlet anlayışı ve tekçilik gömleği, bu coğrafyada 100 yıldır yaşanan kaosların ana nedeni olmuştur.

4 Kasım siyasi darbesi de bu ulus devlet anlayışı ve tekçilik gömleği ile inşa edilen ideolojiden kaynaklanmakta. 20. yüzyılın başında Ortadoğu’da haritalar çizilirken Kürtler eşit yaşam temelinde Ankara hükümeti ile birlikte hareket etmiş ve ülkenin kurulmasında rol almışlardır. Ancak 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması'yla Kürtlerin toprakları parçalanmış ve Kürtler yarı yolda bırakılmışlardır. Bu yetmemiş hemen 1924 Anayasası'nda bu coğrafyada Türk, Sünni ve Hanefi mezhebi dışında hiçbir kimlik ve inanca yaşam alanı bırakılmamıştır.

O günden bu yana Kürtler kendisine verilen sözlerin tutulması, kendi kültürel, folklorik, dil ve inanç haklarının ve kimliklerinin anayasal güvenceye alınması için barışçıl şekilde mücadelesini sürdürdüler.

Nitekim 3 Ocak 2013 tarihinde Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı adasında Abdullah Öcalan ile görüşmeye başlaması ile Kürtlerin hak taleplerinin diyalog yoluyla çözülmesinin kapıları aralandı. Bu süreç başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da kıymetliydi.

Kürt meselesinin diyalog yoluyla çözülmesinin tarafları PKK lideri Abdullah Öcalan ile devlet yetkilileriydi. HDP de bu sürecin başarıya ulaşması için rolünü oynadı. Ancak o dönemde Ortadoğu’da Arap Baharı yaşanıyordu. Otoriter rejimler yönetimlerini kaybediyorlardı. Bu bağlamda da 2011 yılında Suriye’de başlayan ve halen devam eden iç savaş yaşanıyordu. Suriye’deki iç savaşta Kürtler, Rojava’da, Kuzey Doğu Suriye’de bölge halklarıyla birlikte savaştan uzak bir yaşam inşa ediyorlardı.

2014 yılında IŞİD Ortadoğu’nun ve insanlığın başına bela oldu. IŞİD Haziran 2014’te Musul’a saldırdı, 3 Ağustos 2014’te Şengal’de Ezidi Kürtleri katletti. IŞİD’in yayılması hızla sürüyordu. IŞİD Şengal Katliamı'ndan sonra yönünü Kürt coğrafyasına çevirmiş ve Kobani’ye doğru ilerliyordu. Dünyanın birçok yerinde ve Türkiye’de de insanlar IŞİD barbarlığına dikkat çekmek ve Kürtlerle dayanışma gösterilmesi için barışçıl gösteri ve yürüyüşler yapmaktaydılar. Ancak Türkiye yetkilileri, Kürt güçlerinin Esad’a karşı savaşması halinde destek vereceklerini ifade ediyorlardı. Sonuçta IŞİD Kobani kapısına dayandı ve insanların barışçıl eylemleri sonucunda Türkiye ve uluslararası koalisyon Kobanililere insani ve askeri yardım kapılarını açtı.

ERDOĞAN İLK ADIMI 31 EKİM 2014'TE ATTI

Bu sıralarda da Erdoğan, devleti birlikte yönettiği partneri Gülen cemaati ile sorunlar yaşıyordu. Bu sorunlar 2013 yılının sonunda patladı ve yaşanan sorunlar açıkça karşılıklı saldırı halini aldı. Erdoğan, Gülen cemaatinin saldırılarına karşı; ya çözüm sürecini hızlandırıp ülkeyi demokratikleştirecekti ya da kendisine yeni partnerler arayacaktı. Tabii ki demokrasiyi ve çoğulculuğu bünyesinde barındıramayan Erdoğan yeni partner olarak Ergenekon davalarında yargılanan ve 90’lı yıllardaki failli meçhullerin failleri de olan ulusalcı askeri bürokrasi ve MHP ile anlaştı. Ergenekon’un Erdoğan’dan isteği çözüm sürecinin bitirilmesi idi. Erdoğan da bunun ilk adımını 31 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında attı.

2015 Genel Seçimleri'ne gidilirken Erdoğan 14 Mart 2015’te ‘Kürt sorunu yoktur’ açıklamasıyla aslında çözüm sürecinin akıbeti hakkındaki niyetini açıklıyordu. Devamında da 5 Nisan 2015’te İmralı kapılarını kapattı ve 11 Ağustos 2015’te de ‘çözüm süreci şu anda buzdolabındadır’ diyerek 100 yıllık Kürtlerin hak ihlallerinin çözümü için diyalog kapılarını kapattı.

Erdoğan, 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidarı kaybetti. Erdoğan’ın seçimi kaybetmesinde ‘Kürt sorunu yoktur’ açıklaması 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren İmralı’nın kapılarını kapatması ve buna bağlı olarak HDP siyasetinin ‘seni başkan yaptırmayacağız’ kararlığı önemli rol oynadı. Bu nedenle Erdoğan Kürt siyasi öznelerine karşı hasımlık duygularını besledi ve kin gütmeye başladı.

Cumhuriyet'in 100 yıllık tek kimlik üzerine inşa edilmesinin yarattığı sonuç Erdoğan’ın Kürt siyasi öznelerine olan ‘kini’ ile birleşince 4 Kasım siyasi darbesinin taşları döşenmeye başlandı. Bir yandan Diyarbakır mitinginde, Suruç’ta, Ankara’da IŞİD’in bombaları patlarken bir yandan da Erdoğan HDP’ye yönelik operasyonların taşlarını döşüyordu. Bu kapsamda Erdoğan'ın 28 Temmuz 2015’te "Ben parti kapatılması olayını doğru bulmuyorum. Fakat bu partinin yöneticilerinin bedelini ödemesi gerekir. Parlamento gerekeni yapmalı ve bunların dokunulmazlıklarını kaldırmalı bedelini ödetmeli'’ açıklamasıyla süreç HDP’liler açısından başladı. 2021 yılında HDP’ye kapatma davası açıldığına göre 4 Kasım siyasi darbesi Erdoğan’ın kinini dindirememiş demek ki. Ya da HDP’lileri teslim alamadığı için parti kapatmaktan başka çaresi kalmamıştır belki de!

Erdoğan’ın bu açıklaması ile 100 yıllık tekçi Cumhuriyet ideolojisine bağlı atanmış yargı bürokrasisi HDP’lilerin attığı her adıma, söylediği her söze bir suç uydurdular. Deyim yerindeyse Meclis'i HDP’lilerin fezlekesi bombardımanına tuttular. Öyle ki HDP milletvekilleri hakkında, 2007 yılından 2015 yılına kadar geçen sekiz yıllık süreçte 182 fezleke hazırlanmışken, 80 milletvekili ile Meclis’e girdiği 7 Haziran 2015 seçimleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Temmuz 2015’deki “dokunulmazlıklar kaldırılmalı” ve “bedelini ödemeliler” açıklamalarından sonraki 10 ay gibi kısa bir sürede 328 adet fezleke hazırlanarak bu sayı 510’a ulaşmıştı. Kısa bir zaman zarfında hazırlanan bu 328 fezlekenin 154 adedi, Anayasa değişiklik teklifinin Meclis’e sunulduğu 21 Nisan 2016 ile kabul edildiği 20 Mayıs 2016 tarihi arasındaki bir aylık dönemde hazırlanmıştı.

Cumhuriyet'in tekçi ideolojisi, Erdoğan’ın kini ile birleşmesi sonucunda 20 Mayıs 2016’da AKP-MHP ve CHP’li milletvekillerinin büyük çoğunluğunun aleyhe oy kullanmasına rağmen, 'Anayasaya aykırı ama evet' diyeceğiz diyen CHP yönetiminin desteğiyle milletvekili dokunulmazlıkları kaldırıldı.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla taraflı medya ve iktidar her gün HDP’li siyasetçiler aleyhine yanlış haberlerle algılar oluşturdular. Halkın zihninden ‘bu HDP’liler ne kadar suç işlemişler’ algısını yerleştirdiler. Selahattin Demirtaş’ın da dediği gibi “Bu kadar manşetle uzaylı olduğumu yazsalardı, uzaylı olduğuma inanılacaktı, ama terörist olduğumuz söylendi ve böyle bir algı yaratıldı.”

O GÜNDEN BU YANA BU ÜLKEDE NE OLDU?

Bu algılara bir de 15 Temmuz 2015 darbe girişimi eklendi ve ülkede OHAL ilan edildi. Erdoğan’ın önünde artık kimse duramazdı. 25 Ekim 2015’te TBMM Darbe Komisyonuna bilgi vermekten Diyarbakır’a dönen Gültan Kışanak gözaltına alındı ve tutuklandı. Gültan Kışanak o günden beri tam 7 yıl 11 gündür rehin tutulmakta.

OHAL’i halkın iradesine karşı kullanarak 4 Kasım 2016 tarihinde Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve Mardin’de saat 00.45 ile 02.00 arasında yürütülen operasyon sonucunda aralarında HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu 12 milletvekili gözaltına alındı. Aynı gün Eş Genel Başkanlarla birlikte 9 HDP milletvekili tutuklandı.

O günden bu yana bu ülkede ne oldu? Erdoğan’ın kini, Cumhuriyet'in tekçi ideolojisi toplumsal barışı ve huzuru sağlayabildi mi yoksa toplumsal sorunlar katlandı mı?

2015 yılından bugüne kadar HDP il, ilçe binaları, stand, miting, eylem etkinlik ve üyelerine en az 352 fiziki saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıların bir kısmı yaralanmayla bir kısmı ölümle sonuçlandı.

24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana HDP’ye, HDP tabanına ve bileşenlerine yönelik gerçekleşen operasyonlar neticesinde yaklaşık 20 bine yakın kişi gözaltına alınmış, 5 binin üzerinde kişi tutuklanmıştır. Sadece 2022 yılı içinde tespit edilenlere göre en az 4538 kişi gözaltına alındı.

2016 yılında HDP belediyelerine kayyımlar atandı. Kayyım atamaları 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde de devam etti. Toplam 39 belediye eş başkanımız tutuklandı. Halen 6 belediye eş başkanı tutuklu.

2017 yılında Anayasa değişikliği ile ülkede rejim değişikliği gerçekleşti. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldı. AİHM’de ilk defa Türkiye’deki yargılamaların siyasi saiklerle yapıldığı kararları çıktı. AİHM ve AYM kararları uygulanmadı, yoksulluk ve hayat pahalılığı arttı. Ama ülkede toplumsal barış sağlanamadı.

7 yıldır Erdoğan’ın kini ile arkadaşlarımızı rehin alan devlet aklı artık şunu görmüştür. Ulus devlet anlayışı ve tekçilik üzerine inşa edilen kuruluş ideolojisi bu coğrafyaya huzuru ve toplumsal barışı sağlamaktan uzaktır. Bu durum son derece açıktır.

Bugünden itibaren, 4 Kasım 2016 darbesine giden süreçte başta ‘Anayasaya aykırı ama evet’ diyenler olmak üzere, bir bütün olarak bütün toplumsal kesimler hep birlikte ve cesaretle 100 yıllık Cumhuriyet'in tekçi ideolojisinin muhasebesini yapmalı. Cumhuriyetin 100 yıllık muhasebesi yapılmadan toplumsal barış sağlanamayacağı gibi ülkeyi Erdoğan gibi öznelerin ‘kin’li yönetim keyfiyetlerine bırakmış oluruz.