Covid-19 ve gıdada varlığın merhametine kalmak

Türkiye olarak belki de Osmanlı’da hakim olan veba salgınlarından bu yana böyle ağır bir salgınla ilk kez yüzleşiyoruz. Covid-19 bizlere yıllardır var olan ama bizim marketlere akın ettiğimizde yeniden farkına vardığımız bir durumu hatırlattı. Doğal bir insan hakkı olarak, insanlar böylesi acil durumlarda öncelikle gıda ihtiyacını karşılamaya yönelmektedir.

Abone ol

Fatma Genç/Semih Gönen*

“Günün tükendiği bu saatlerde

Tüm doğa canla başla çalışıyor

Ne büyük dehşet kendini tanımak!

Kaçışı olmadan, durmadan çalışmak,

Ebediyetin içinde devinen

Varlığın merhametine kalmak!

Bu nasıl kara, zor bir bulmaca

Amaçlar ve çözümler gizleniyor,

Birileri titrerken aşağıda,

Yukarda birileri düş görüyor.”

Victor Hugo, Gece

Tarım yani besinlerin yetiştirilmesi, en temel insan hakkını oluşturan gıda ve beslenme hakkı ile doğrudan bağlantılı olmasının yanı sıra dünya halklarının çoğunluğu için de önemli bir geçim kaynağıdır. Biz gıda tüketicileri için de gıda en temel ihtiyaç olduğu gibi yaşamın da temelidir. Bir insan hakkı olarak herkes için erişilebilir, temiz ve güvenilir gıdanın yaratılması çiftçilerin gıda egemenliği ile doğrudan bağlantılıdır. Bununla birlikte gıdanın kim için, nasıl ve kim tarafından üretildiği soruları ve bu sorulara verilecek yanıtlar gıdanın tüm dünya halkları için sağlıklı ve güvenilir bir şekilde erişilebilir olması ve bölüşümü açısından önem kazanmaktadır. Bugün eşit bir bölüşümden bahsedemediğimiz gibi gıdanın üretimden tüketime giden sürecinde tarımsal döngünün nasıl bozulduğuna şahitlik ediyoruz. Hızla endüstriyelleşen ekonominin ‘büyüme’ olarak adlandırdığı bu durum doğa ve insanlar aleyhine sonuçlar yaratırken, tarım için büyük bir yıkım ve tahribata neden olmaktadır. Endüstriyel tarımın daha fazla gıda üretmek ve açlığı azaltmak için bir ihtiyaç olduğu iddiası üzerinden şekillenen bu süreç, tarımda doğaya ve yoksullara karşı yapılan soygunu gizleyen bir yapıya dönüşmektedir. Küçük çiftçilerin yok oluşa sürüklendiği, ürün çeşitliliğinin yerini monokültürlerin aldığı, tarım faaliyetinin besleyici ve çeşitli ürünlerin üretimi olmaktan çıkıp genetiği değiştirilmiş tohumlar, herbisitler ve pestisitler için pazar yaratma faaliyetine dönüştüğü gerçeği tüm toplumlarda yaşanmaktadır.

Kuşkusuz bu süreç tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de benzer şekillerde gelişme göstermiş, neoliberal politikalarla, devletin tarımsal ürünlerin üretim ve pazarlamasında payı daraltılmış, tarımsal KİT’ler hızla özelleştirme kapsamına alınmış ve tarımsal destekler azaltılmıştır. Dünya Ticaret Örgütü ve IMF direktifleri ve Dünya Bankası’nın yapısal uyum programları doğrultusunda hayata geçirilen “Tarım Reformu” tarımı geçimlik üretimden ziyade tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesi olarak yeniden yapılandırmış ve destekler buna göre şekillendirmiştir. Çiftçiler, tohum, gübre vb. gibi en temel üretim girdilerinde gıda tekellerine bağımlı hale gelmiş ve sermaye, hayatlarının her alanında belirleyici hale gelmiştir. Yapılan yasal düzenlemeler de tarımın, üretimden dağıtıma kadar tüm süreçleri çiftçilerin ihtiyaçları ve çiftçiliğin devamı için değil, tarımın iç ve dış sermayenin yatırımları için cazip hale getirilmesine yönelik olmuştur. Bir yanda sermaye tarımı da içerecek şekilde doğaya yatırım yaparken diğer bir yandan da çiftçiler hızla üretim araçlarını kaybetmektedirler. Bunun bir sonucu olarak, çiftçiler üretimden koparak, giderek daha da yoksullaşmıştır. Tüketiciler açısından da tarımın doğayla bağının koparılmasının bir sonucu olarak hem gıdaların fiyatının artmasına hem de gıdaların besleyici ve karın doyurucu özelliğinin azalmasına neden olmuştur.

Peki, bugün sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşabilen kişi sayısı nedir? Bu konuda rakamlar hiç iç açıcı değil. Dünyada 820 milyondan fazla insan açlık çekerken, 2 milyardan fazla insan temiz su kaynaklarına ulaşamamaktadır. Milyonlarca insan açlıkla mücadele ederken, artık bir meta haline dönüşmüş olan gıdanın kar için üretimi tarımın geleneksel bilgisinin yok olmasına neden olurken aynı zamanda gıdaya erişimi de daha da eşitsiz kılmaktadır.

COVİD-19 VE GIDAYA ERİŞİM

Türkiye olarak belki de Osmanlı’da hakim olan veba salgınlarından bu yana böyle ağır bir salgınla ilk kez yüzleşiyoruz. Covid-19 bizlere yıllardır var olan ama bizim marketlere akın ettiğimizde yeniden farkına vardığımız bir durumu hatırlattı. Doğal bir insan hakkı olarak, insanlar böylesi acil durumlarda öncelikle gıda ihtiyacını karşılamaya yönelmektedir.

Ekolojik tahribatın hızla artması, iklim krizinin etkilerinin daha da hissedilir olduğu günümüzde Covid-19 kendinden menkul bir virüs değil, tüm bu krizlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Endüstriyel tarımın verdiği zararlar, doğanın tahrip edilmesi, ormanların hızla yok olması virüslerin başka konukçular arayarak insanlar için tehlikeli olmasının ön koşullarını ortaya çıkarmaktadır. Gıda endüstrisinin giderek açık ve vahşi bir fabrikaya dönüşmesi, bu alanda yaşanan tekelleşme ve tarımdaki endüstriyelleşme tabiatta çok da zarar oluşturmayacak virüslerin büyük salgınlara dönüşmesine sebep olan kaynak haline gelmesine yol açmıştır. Ormansızlaşma ve biyoçeşitlilikte yaşanan kayıplar FAO tarafından salgınların sebebi kabul ediliyor. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri de insanları enfekte eden “yeni ortaya çıkan” hastalıkların dörtte üçünün hayvan kaynaklı olduğunu tahmin ediyor.(1) Son yıllarda ortaya çıkan salgınlara baktığımızda durum biraz daha netlik kazanmaktadır. Afrika’da hali hazırda etkin olan Ebola salgınının yaban hayatının tahrip olmasından dolayı ortaya çıktığı bilimsel bir veri olarak ortada duruyor. Aslında yarasa ve maymunlarda bulunan virüs kan yoluyla bulaşıyor. Kuş gribi, domuz gribi salgınları da keza endüstriyel hayvancılık sebebi ile ortaya çıkmış salgınlardı. Covid-19’un da yine insanın doğal yaşama müdahalesi sonucunda ortaya çıktığı kabul ediliyor. Gıda endüstrisinin geçirdiği bu evrim onu salgının müsebbibi kılıyor.

Bugün tarımda yaşadığımız olumsuz tabloya ek olarak Covid-19 salgını, gıdanın herkes için ulaşılabilir düzeyde olup olmadığı, kıtlık tehlikesinin ortaya çıkıp çıkmayacağı sorularını önümüze koymaktadır. Yapılan açıklamalar gıda stoklarının yeterli olduğu yönünde olsa da ne yazık ki bugünkü üretim modeli ve tedarik zinciri ile bu soruları yanıtlayabilmek oldukça zor.

Şu an en azından milyara yakın aç insan varken, bu ortamda salgının özellikle buralar için daha yıkıcı olacağını söylemek zor olmasa gerek. Özellikle FAO tarafından yapılan uyarılar da bu dönemde dikkate almaya değer. “Salgının gıda sistemi üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek ve küresel gıda tedarik zincirlerini canlı tutmak için hızlı önlemler alınmadıkça, giderek artan bir gıda krizi ile karşı karşıyayız” uyarısında bulunuyor. Virüsün ciddi şekilde etkilediği ülkelerde sınırların kapanması, karantina kararları ve tedbirler kapsamında gıda kaynaklarının erişimine sıkıntı yaşanabileceğine dikkat çekiliyor. Ayrıca halihazırda 120’den fazla ülkede mevcut olan Covid-19 vakaları, dış gıda yardımına ihtiyaç duyan 44 ülkede veya akut açlık yaşayan 113 milyon kişiye ev sahipliği yapan 53 ülkede çoğalmasının, halk sağlığı ve gıdaya erişim konusunda sonuçların çok sert olabileceğine dikkat çekiliyor. Bununla birlikte Çiftçi-Sen’in bu konudaki uyarıları da dikkat çekicidir. Bilim insanlarının hastalıklar konusunda bugüne kadar uyarılarına rağmen hükümetlerin sermayenin ekolojik dengeyi bozan, küresel iklim değişikliğine yol açan politika ve uygulamalarına izin verildiğine dikkat çeken Çiftçi-Sen, ekolojik dengenin hayvanı, bitkisi, mantarı, virüsü ile bir bütün olduğuna, tehlikenin bu bütünün yurdundan koparılarak meta haline getirilmesiyle başladığını ve ekolojik sistemin bozulmasının bütün canlılar için ölümcül tehdit oluşturduğunu ifade etmektedir(3).

Üretim sezonuna girdiğimiz bugünlerde tarlaya gidememe, girdilerin temin edilememesi, salgına yönelik tedbirlerin kırsalda da alınmaması gıda üretimi açısında ciddi anlamda tehdit oluşturmaktadır. Ülkelerin ithalat ve ihracat kısıtlarına gitmesi bu yargıyı haklı kılar nitelikte. Dolayısıyla bu durum aynı zamanda ülkelerin gıda üretimini sağlayacak ve destekleyecek politikaları üretmelerini de zorunlu kılıyor. Bu konuda gözlerin dikildiği Tarım ve Orman Bakanlığının ne yazık ki somut bir önlem açıklaması henüz yok. Bakanlığın sitesinde yer alan Tarım ve Orman Bakanlığının Tohumculuk Sektöründe Yetkilendirme ve Denetleme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik, ekmeğin son pişirme işlemini yapan işyerlerinden ruhsat aranması ve Covid-19’a karşı sağlıklı beslenmek için balık tüketim kampanyası dışında, Bakanın açıklamalarında belirtilen bazı ürünlerde stok yapılacağı, yazlık arpa, buğday ve kurufasulye üretimini çoğaltmak için bazı illerde hazine arazilerinin tarıma açılacağı dışında bir açıklama henüz yok. Ancak görülüyor ki çiftçinin hasat zamanlarına girdiğimiz bu dönemde nasıl üretim yapacağı, bu konuda hangi önlemlerin alınacağı, mevsimlik işçilerle ilgili ne gibi önlemlerin alınacağı soruları ortada dururken, zaten ithalat politikaları nedeniyle beli bükülen ve üretemez hale gelen çiftçinin ödenmeyen emeğinin karşılığı bir süre daha bekleyecek. Çiftçiler gerçekten desteklenmeyi bekliyor.

Bu ortamda çiftçilerin güvenli bir şekilde üretmelerinin sağlanması da bir zorunluluktur. Çünkü eğer üretemezlerse geçimlerini sağlayamazlar, diğer yandan da toplumun gıda ihtiyacı karşılanmamış olur. Ve tabii ki bunların nihai bir sonucu olarak da çiftçi üretemezse kıtlık oluşur. Büyük medeniyetlerin kıtlık nedeniyle yok olduğunu da unutmamak gerekir.

Adil gıdayı sağlamak artık “yeni düzenin” temel gayelerinden biri olmalıdır. Yaşadığımız salgınlar dönemi aslında gösteriyor ki asıl sorun üretimin nasıl yapıldığı, kim ve ne için ne kadar üretildiği yani bölüşümde... Görünen o ki; önümüzdeki dönemde yaşanacak olası bir kıtlık yine varsıl ile yoksul arasındaki uçurumu daha da derinleştirecek. Ancak unutulmamalıdır ki doğa şirketlerden değil bizden yana. Endüstriyel tarımın yarattığı yıkım ve tahribatlar eğer bu şekilde devam ederse, gelinen noktada daha iyi bir dünya hayali kurmak da bir o kadar zorlaşacaktır. Victor Hugo’nun da yazdığı gibi birileri titrerken aşağıda, yukarıda birileri düş görmeye devam edecek…

* Marmara Üniversitesi, Kalkınma İktisadi ve İktisadi Büyüme Yüksek Lisans Mezunu/Ankara Üniversitesi, Kent ve Çevre Bilimleri Yüksek Lisans Mezunu

1) https://www.bloomberght.com/yorum/irfan-donat/2250631-koronavirus-salgininin-ardindaki-gercekler

2) https://www.karasaban.net/ciftci-sen-yeni-coronaviruslerle-karsilasmamak-icin-gida-egemenligi-hemen-simdi/

Bu konuda yazılmış diğer yazılardan birkaçı:

https://www.karasaban.net/david-harvey-koronavirus-neoliberal-yagmaciliga-karsi-doganin-bir-intikami-ceviren-kubilay-cenk-universus-sosyal-arastirmalar-merkezi/

https://www.karasaban.net/tehlikeli-virusler-neden-cogaldi-tayfun-ozkaya/

https://www.karasaban.net/gida-krizi-neden-sermaye-mantigiyla-cozulemez-semih-gonen/

https://www.gazeteduvar.com.tr/video/2020/04/03/tarim-gundemi-abdullah-aysu-korona-karsisinda-en-hassas-halka-mevsimlik-isciler/