Covid-19 demokratik bir virüs mü?

Bizi bugün, şu anda etkilemesi anlamında hiç de demokrat değil bu virüs. Ama öte yandan belki de başka bir dünya tahayyülü yaratabilme potansiyeli açısından demokrat. Bu virüs beki de orta-üst sınıfların sağlık hizmetlerinin yalnızca kendilerinin satın alabileceği bir hizmet olmasının sağlıklı olmak için yeterli olmadığını anlamasına sebep olabilir. Bu eğer demokratik bir virüs olacaksa, belki de yaşadığımız topluma bakıp kral çıplak diyebilmemizi sağladığı için olacak.

Abone ol

Evren Balta

Kimileri bütün dünyayı aynı anda vuran ve artık resmi adıyla COVID-19 diye bilinen salgının demokratik bir salgın olduğunu iddia ediyor. Demokratik çünkü her toplumsal sınıf bu salgının etkilerine açık, her gruptan her yaştan insanı etkileyebiliyor. Demokratik çünkü Hollywood yıldızları, bakanlar gibi sıradan olmayan insanlar en az biz sıradan insanlar kadar bu virüse yakalanabiliyor. Demokratik çünkü bütün ulusları sınır gözetmeksizin vuruyor.

Öte yandan bu hiç de demokratik bir virüs değil. Çünkü bağışıklık sisteminiz güçlü olması sağ kalmanızla neredeyse doğru orantılı. Bağışıklık sisteminizin gücü ise nasıl bir hayat sürdüğünüz ile bağlantılı. Dahası bu hastalıkta hastane bakımının hayat kurtarıcı olması hastalıkla baş etmede toplumsal sınıfın önemine işaret ediyor. Hatta belki de çok sayıda siyasetçinin, zenginin ve ünlünün bu virüsü kapmış olması, ulaşılması zor olan testlere onların daha rahat ulaşıyor olmaları ile ilgili… Yani tıpkı savaş, deprem vb. gibi bütün diğer felaketlerde olduğu üzere bu salgın da herkesi aynı şekilde vurmuyor.

Öte yandan bu salgının etkilediği ülkelere ve bu ülkelerde salgının deneyimlenen boyutlarına bakmak her ülkenin benzer biçimlerde etkilendiği hissini vermiyor. Bir yandan ülkelerin etkilenme oranı virüsün ilk göründüğü zamandan bugüne kadar geçen süre ile alakalı görünüyor. Bir diğer deyişle vaka sayısının geometrik artışı nedeniyle vakaların daha erken görüldüğü yerler, en fazla vaka sayısına sahip olan ülkeler. Ama öte yandan vaka sayısını çok ufak rakamlarda tutabilmeyi başarmış ülkelerde var. Başarı öyküsüne sahip olan ülkelerin başarısı biraz “kriz yönetiminin” başarısına ama aynı zamanda kriz yönetimini çokça aşan ve hijyen kültüründen siyasi kültüre, uluslararası bağlardan nüfus yapısı ve sağlık hizmetlerinin örgütlenişine kadar hiçbir kriz yönetiminin kısa zamanda kontrol edemeyeceği faktörlere bağlı.

En Kötü Zamanda Salgına Yakalanmak

Dünya bu krize çok şansız bir döneminde yakalandı. Siyasetçilerin kamu baskısını takmadan kafasına göre takıldığı, gerçekliğin sorgulandığı, bilimin söz oluşturmada önceliğinin geniş kitleler açısından tartışılır hale geldiği, kurumların güvenilirliğinin zedelendiği ve içlerinin boşaltıldığı, sorumluluk ile siyaset arasındaki bağın koptuğu, küresel işbirliğinin azaldığı bir dönem bu.

Bütün bunlara olağanüstü kutuplaşmış siyasal sistemi ve siyasi iktidarın yaptığı her şeyin otomatik olarak yanlış olduğunu düşünenleri ekleyin. Onun yanına her tür salgının Rockefellerların evlerinin alt katındaki laborotuvarda yapılan bir sosyal deney olduğunu iddia eden ve her şeyi hafife alan kitleleri koyun. Resmi elinde akıllı telefonla duyduğu her bilgiyi gerçek sanan, hayatını endişe etmek ve endişeyi ancak biliyormuş gibi yaparak geçirebilen milyarlarca insanla tamamlayın… Herhangi bir salgın gelişip, serpilmek için bundan daha mümbit bir iklim bulabilir miydi?

Şu yazdıklarıma sağlık sistemlerinin iç acıtıcı görüntüsünü eklemek gerekiyor. Bütün dünyada sağlık sistemleri ve teknolojileri olağanüstü bir hızla gelişti son 30 yılda. Ama maalesef sağlık sistemlerinin kapsayıcılığı neredeyse her yerde tam tersi yönde hareket etti. Neoliberal reformlar herkes için sağlık hakkı yerine herkes için serbest piyasada sağlık sağlayıcısı seçme hakkına vurgu yaptılar. Tabii ki hemen her alanda olduğu sağlık sağlayıcılarının çeşitlenmesi kamusal hizmetlerin bozulmasına, hizmetlerin pahalanmasına ve giderek daralmasına neden oldu. Üstelik sağlık; serbest piyasa üzerinden örgütlendikçe kâr getirmeyen ama halk sağlığını yakından ilgilendiren alanlar tamamen terk edildi. Bu salgın muhtemelen piyasaya daha fazla entegre olan ve kapsayıcılığı daha dar olan ABD gibi ülkelerdeki sağlık sistemlerini daha çok vuracak.

Bir İmkân(sızlık) Olarak Virüs

Bu yazıya bu virüsün demokrat olmadığını söyleyerek başlamıştım. Bizi bugün, şu anda etkilemesi anlamında hiç de demokrat değil bu virüs. Ama öte yandan belki de başka bir dünya tahayyülü yaratabilme potansiyeli açısından demokrat. Başka bir yazımda kara veba Avrupa’da milyonlarca insanı öldürürken aynı anda kentin zenginlerinin kent yoksulları iyi olmadan kendilerinin de iyi olmayacağını onlara gösterdiğini yazmıştım. Bu virüs beki de orta-üst sınıfların sağlık hizmetlerinin yalnızca kendilerinin satın alabileceği bir hizmet olmasının sağlıklı olmak için yeterli olmadığını anlamasına sebep olabilir. Kapınıza gelen postacı sağlıklı değilse siz nasıl sağlıklı kalabilirsiniz?

Bu virüs belki de etrafınıza hangi ulusal duvarları örerseniz örün, o duvarların virüsler tarafından şu ya da bu şekilde aşılabileceğini göstermesi anlamında demokratik olabilir. Nitekim kendi ülkesi ortalama bir Avrupa ülkesi kadar virüsten etkilenen Trump, salgınla baş etmek için hemen duvar örmeye dayalı popülist reçetesini uygulamaya koydu. Avrupa ile bütün uçuşları (elbette İngiltere hariç) kaldırdı. İnsanları, fikirleri ve malları dışarıda bırakarak sorunları çözebileceğini düşünen bu popülist reçete bu sefer görmediği bir virüsü görünmeyen bir duvar inşa ederek alt edebileceğini düşünüyordu. Öte yandan yaptırımlar yüzünden bütün dünyadan tamamen yalıtılmış İran tam da bu yalıtılmışlığı yüzünden krizle baş etmekte en fazla zorlanan ülkelerden biri oluyordu.

Yıllardır ne tür entegrasyona sahip olduğunu her akademik toplantıda konuştuğumuz Avrupa Birliği ulusal politikaların uyumlaştırılması ve hızla alınan ortak tedbirler konusunda kriz anlarıyla baş edebilecek herhangi bir entegrasyona sahip olmadığını dünya âleme ilan ediyordu. Virüs içine girdiği insan bedenleriyle sınırlarda serbestçe hareket ederken, Avrupa politikası virüsü sadece arkadan kovalıyordu. Avrupalı siyasetçiler Çin uyguladığı zaman Ortaçağ’dan kalma önlemler dedikleri karantinayı elde başka hiçbir çare kalmayınca çok da geç kalarak uyguluyorlardı. İtalya’nın Avrupa’nın karantina bölgesi olması ile Avrupa’ya da Ortaçağ gelmiş olacaktı. Esasen elimizdeki ulusal tedbirler şehirleri kapatmak, okulları tatil etmek, uçuşları iptal etmekten ibaret oldu bu salgın boyunca. Buna Rockefellerların bodrumda virüs ürettiğini düşünenlerin her Asyalı görünümlü kişiden kaçan ve hatta saldıran tavrını da ekleyin. Bu saydığım önlemler işe bir süreliğine yaradıklarında bile hem toplumsal, hem kültürel hem de ekonomik olağanüstü maliyetlere sebep oldu.

Ama öte yandan daha birkaç ay önce popülist politikacılar tarafından kaynakları kesilmekle tehdit edilen Dünya Sağlık Örgütü bu büyük salgının izlenmesinde, kayıt edilmesinde, ulusal sağlık sistemleri arasında bilgi aktarımında ve tedavi yöntemlerinin standartlaşmasında olağanüstü önemli bir rol oynadı. Elindeki yetersiz kaynaklara rağmen ulusal farklılıklar ve liderler arasındaki bu kakofoniyi sona erdirebilecek yegâne güç olarak ortaya çıktı.

Yalancının Mumu

Salgın ilk başladığı günlerde salgın üzerine yazan Agamben varsayımsal bir koronovirüs salgınına karşı alınan hummalı, irrasyonel ve hepten yersiz acil durum önlemlerine anlam veremediğini yazıyordu. Böylesi ölçüsüz bir yanıt ona göre tam da devletin istisna halini normal bir yönetim paradigması olarak kullanma eğiliminin artması ile ilişkiliydi. Agamben kolektif panik hali ile yaşamaya alışmış (ve alıştırılmış) insanların gerçekten panik olmaları gereken bir durum ortaya çıktığında buna inanmamalarına mükemmel bir örnek.

Gerçek şu ki karşı karşıya olduğumuz riskler sadece büyük değil aynı zamanda varoluşsal. Küresel salgınlar, açlık, kıtlık, yoksulluk, işsizlik, iklim krizi, suları biten kentler. Bunların hepsi var ve yanı başımızdalar. Ama içinde yaşadığımız bu toplumsallık maalesef bize bu gerçek tehditlerin hiçbiri ile samimi bir biçimde baş edebileceğimiz araçları sunmuyor. Tam da bu tehlike ile o tehlikeyi karşılayacak araçlara sahip olmayan bir toplumda yaşadığımız derin bilincinden otoriter liderler çıkıyor. Bizi yanlış krizlere yönlendirip, tamamen işe yaramayacak çözümlere inandırıyorlar. Kolektif panik hali ile yaşamaya alışıyoruz. Ve tıpkı böyle yaşamaya alışan her insan gibi gerçek tehditlere duyarsızlaşıyoruz. Hiç kimse sürekli tehdit altında kalarak mutlak bir çaresizlik duygusu ile yaşamını devam ettiremez.

Bu eğer demokratik bir virüs olacaksa, belki de yaşadığımız topluma bakıp kral çıplak diyebilmemizi sağladığı için olacak. Bu salgını izleyecek bir başka varoluşsal kriz gelip çatana kadar. Virüs bize kendi aktörlüğümüzü hatırlatan bir aktör. Biz içimize kapanıp, bir sonraki salgını beklediğimiz ve kendimize başkalarını dışlayarak yığınaklar yaptığımız, korku içinde geçen berbat hayatlar yaşamayı seçebiliriz. Ya da hangi kalemle hangi sınırı çizersek çizelim, hangi duvarı örersek örelim kaderimizin ortak olduğunu fark edip, buna göre yaşayabiliriz.

Bu yazı ilk Birikim dergisinde yayınlanmıştır: https://www.birikimdergisi.com/haftalik/9975/covid-19-demokratik-bir-virus-mu#.Xmy_F_cycBc.twitter