Charles Aznavour: Bir günah keçisi!

Charles Aznavour özelinde şu değerlendirmeyi yapmak gerekiyor; müzik evrensel bir dil, bu dili kullananları ırkları, siyasi söylemleri ve duruşlarından bağımsız olarak değerlendirmek müziğe en büyük hizmettir. Müziğin siyasileştirilmesi ve politize edilmesi benim tercih etmediğim bir durum, fakat politize edilen müziği ve sanatçıyı “tu kaka” etmek müziği hiçe saymaktan öteye gitmez.

Abone ol

DUVAR - Fransız şarkıcı Charles Aznavour, bu hafta 94 yaşında hayatını kaybetti. 80 yıllık kariyeri boyunca Aznavour’un albümleri yaklaşık 180 milyon satmıştı ve 60'tan fazla filmde rol almıştı. Neresinden bakarsak bakalım, büyük bir kariyer. Ne yazıktır ki yerli ve yabancı basın, Aznavour’u tanımlarken “Fransa’nın Frank Sinatra’sı” benzetmesini kullandı. Bu benzetme Aznavour’un müzik dünyasındaki yerini, müziğin türleri ve akımlarını ters yüz ediyor. Bir sanatçının ardından bu tür bir benzetme haber niteliği olarak sadece manşetten okunmasını sağlar.

Charles Aznavour, Paris’te 1915 olaylarının ardından Fransa'nın başkentine giden Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Fransa'ya Gürcistan'dan göç eden babası Mişa Aznavuryan şarkıcı, Adapazarı'ndan göç eden annesi Knar Aznavuryan ise oyuncuydu. Siyasi kimliği her zaman müzik kariyerinin yanında anılmıştı. 2009 yılında, Ermenistan'ın İsviçre Büyükelçisi olarak atanan Aznavour, 1995'ten beri Ermenistan'ın Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) için daimi temsilciliği görevini yürütüyordu.

1915 VE AZNAVOUR 

Charles Aznavour’un ata toprakları olan Türkiye ile olan ilişkilerinde belirleyici rol her zaman siyasete dayalı oldu. Özellikle 1975 yılından sonra Türkiye’de onunla ilgili iyi şeyler söylenmemeye başlandı. Çünkü ilk defa 1915’i anlattığı, “Ils Sont Tombés”, “Devrilip Düştüler” adlı bir şarkı yapmıştı; Devrilip düştüler sebep nedir bilmeden / Çölde sürüler gibiydiler, sendeleyip giden / Mahvoldular susuzluk, açlık, demir ve ateşten.”

Aslına bakacak olursak; şarkının hiçbir yerinde Türkler ya da Türkiye adı geçmiyor. Hatta “tehcir” ile de ilgili bir söz bile geçmiyordu. Aznavour, daha sonraki röportajlarında bunu özellikle yaptığını, bu olanlardan Türkiye’nin suçlanamayacağını, bunun Osmanlı döneminde olduğu söyledi. Fakat bu açıklamalar pek fayda etmedi ve dönemin TRT Genel Müdürü İsmail Cem, şarkılarının radyolarda ve televizyonlarda çalınmasını yasakladı. O dönemin siyasi iklimini göz önüne alırsak bunu çok da garip karşılamadığımı söylemek isterim. O yıllarda Ermeni-Türk ilişkileri yaşanan olaylar nedeniyle gergin bir şekilde ilerliyordu. 6-7 Eylül gibi geçmişi sancılı olan ilişkiler yıllar içerisinde daha da gerilmişti.

1970’lerin ikinci yarısı Asala ve diğer Ermeni örgütleri ortaya çıktı. Aznavour, şiddete karşı olduğunu söylemişti, yine röportajlar verip sorunun çözümü için arabuluculuk yapmak istediğini bile bildirmişti. Ta ki 1984’de Paris’teki Türkiye Büyükelçiliği’ni basan dört Asala elemanının yargılandığı davaya bir mektup gönderene kadar. Mektubunda; “Şiddete karşıyım ama kalben köklerinden kopmuş bu gençleri mahkum edemiyorum. Bir kereliğine affedilmelerini isterim” deyince Türkiye’de yine Aznavour aleyhine haberler çıkmaya başladı.

TÜRKİYE'YE GELİŞİ

94 yıllık yaşamının son zamanlarına kadar konserlerine devam eden Aznavour, 1959’da Türkiye’ye gelmişti ve İstanbul’daki ünlü Kervansaray Gazinosu’nda programlar yapmıştı. Onun Türkiye ve Ermenistan ile ilgili istekleri daha çok iki halkın kaynaşması ve ilişkilerinin geliştirilmesi yönündeydi. En büyük dileklerinden birinin ölmeden önce Ermenistan-Türkiye sınır kapısının tekrar açılması olduğunu sıklıkla söylüyordu.

Hatta bir röportajında şunları söylüyordu:

“Biliyor musunuz, bütün bu sorunlar olmasaydı, o ve ben iki Türk şarkıcısı olacaktık. Başkaları da var. Dario Moreno... Şimdi isimleri aklıma gelmiyor ama, böyle pek çok kişi var”.

Tabii bu temenni ne kadar mümkün olacaktı, tartışmaya açık bir konu. Atlantic Records’un sahibi Ahmet Ertegün ve Arif Mardin’in hiçbir Türk şarkıcıyla çalışmamaları bu konu için en büyük referanslardan birisi. Aznavour’un iyi niyetle söylediği bu sözlerin gerçekliği tartışılır. Çünkü Avrupa’da ve Amerika’da bir Türk şarkıcının bırakın kariyer yapmasını tutunması bile çok zor. Defalarca farklı şarkıcılar bunu denedi fakat olmadı. Dario Moreno örneğine gelecek olursak; Dario Moreno, siyasetten uzak bir şarkıcıydı. Kendini İzmir’e adamış ve buraya kendini fazlasıyla ait hisseden, daha “domestic” diyebileceğimiz bir ünü ve sanat hayatı vardı. Fakat şarkıcılığı hiç mi hiç eksik değildi.

DEĞİŞİK BİR ANEKTOD 

Ülkemizde ne yazık ki ön yargılar ve geçmişin izleri kolay kolay silinemiyor. İlber Ortaylı’nın tabiriyle yarı okumuş kesim bunu kulaktan dolma bilgilerle yapıyor. Bir kişiyi ya da kurumu yaftalamak bu kesimin hem kolayına geliyor hem de hoşuna gidiyor.

2014 yılında, Murat Bardakçı, Haberturk TV ekranlarında, Tarihin Arka Odası programında; “Hiç yayınlanmamış bir şeyi yayınlayacağız. Bir Ermeni şarkıcıyı dinleyeceğiz; dünya çapında bir isim, Charles Aznavour” dedi ve ‘Sur Ma Vie’ şarkısı programda çalındı. Sonrası ise çok hazin. Bazı seyirciler Murat Bardakçı’yı beklendildiği üzere e-mail yağmuruna tuttular.

“Nasıl Ermenice şarkı çalarsınız?” soruları ardı ardına geliyordu. Bardakçı bunun üzerine; “Bazı çok bilgili izleyicilerimiz var, şarkı Fransızca, nasıl Ermenice şarkı çalarsınız diyorlar. Bu cehaletle ben istikbali hiç iyi görmüyorum” dedi, seyircinin mesajlarına devam etmesi üzerine ise şöyle devam etti. “Bir şarkıcıdan ve bir şarkıdan bu kadar korkmak Türkiye’ye yakışmaz”. Ermenistan'da sokaklarda Türkçe müziklerin dinlendiğini söyledi; Ermeni radyolarında çalınmamasını ise, “Bu da onların ayıbı” diye eleştirdi. Murat Bardakçı gelen tepkilere çok kızdı ve Sur Ma Vie’ şarkısını bir defa daha çaldı. Daha sonra önümüzdeki hafta iki tane Ermenice şarkı çalacağını söyledi. “Charles Aznavour’a 'bu Ermeni bilmemnesi' demek çok cahilce. Bir şarkıcıdan ve şarkıdan bu kadar korkmak Türkiye’ye yakışmaz. Bir şarkı mı yıkacak devleti. Bu kadar mı çürük devlet” diye devam etti.

Bu örnek ülkemizin nasıl bir tahammülsüzlük ve ön yargı ile örülü olduğunu bizlere çok iyi anlatıyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin geçmişe göre kısmen normalleşmesi bile bazı düşünceleri değiştirmiyor.

Charles Aznavour önemli bir şarkıcı ve besteciydi. Dünya çapında belki de en çok tanınan Fransız şarkıcıydı. Geçmiş yıllarda politik olaylardan dolayı herkes kendi hesabına bedel ödedi. Aznavour, son zamanlarında Türkiye karşıtlığından pişman olduğuna dair demeçler verdi. O da artık uzlaşmadan yanaydı.

CEM KARACA'DAN AZNAVOUR ELEŞTİRİSİ 

Ermeni bir anne ile (Toto Karaca-İrma Felekyan), Azeri bir babanın (Mehmet Karaca)’nın oğlu olan Cem Karaca; TRT’de yayınlanan Fatih Erkoç’un “Yankılar” programında konuşulan ses kapasitesi ile ilgili bir bölümde konuyu Charles Aznavour’a getirmişti. Fatih Erkoç’un isim vermeden bazı şarkıcılara getirdiği ses genişliğinin azlığı ve 5’li, 6’lı aralığı geçmeyen ses range’i eleştirisi üzerine Karaca; “Ya Charles Aznavour nedir be? Yani uzağa gitme, Charles Aznavour nedir? Adamı biz başka bir takım politik nedenlerden dolayı sevmiyor olabiliriz ama adamın şu kadarcık sesi var, önemli olan ufacığı, pireyi deve satmak. Biz deve tutuyoruz, pire satamıyoruz, o başka” demişti.

Cem Karaca’nın Charles Aznavour ile ilgili ses analizi dikkate değerdir ve farklı değerlendirmeler ortaya çıkabilir. Ses genişliği veya “range” kavramı şarkıcıları değerlendirmek için gereklidir ama tek başına pek bir anlam ifade etmez. Aznavour’un şarkı söyleme üslubu ses genişliğini örtecek bir seviyede ve tarzdaydı. Ününün bu kadar artmasında en büyük neden de buydu. Aznavour üslubunda bir şarkıcının kolay kolay geleceğini düşünmüyorum.

Cem Karaca demişken bir konunun daha hakkını teslim etmem gerekiyor. Türkiye’de bugün pop müziği yapılıyorsa ve 60 yıldır belirli bir aşamaya gelindiyse bunun en büyük nedeni Ermeni müzisyenlerdir. Türkiye’de caz müziği dahil Batılı tüm müziklerde Ermeni müzisyenlerin imzası hatta yön vermesi vardır. Caz müziğinde, Hrant Lusikyan, Gregor Kelekyan, Arto Haçaduryan gibi isimler olmasaydı bugün bu topraklarda bir caz müziğinden bahsetmek pek mümkün olmazdı. Keza aynı şekilde Onno Tunç, Norayr Demirci, Garo Mafyan gibi aranjör ve müzisyen isimler olmasaydı yine bir pop müzikten bahsetmemiz zor olurdu.

Charles Aznavour özelinde şu değerlendirmeyi yapmak gerekiyor; müzik evrensel bir dil, bu dili kullananları ırkları, siyasi söylemleri ve duruşlarından bağımsız olarak değerlendirmek müziğe en büyük hizmettir. Müziğin siyasileştirilmesi ve politize edilmesi benim tercih etmediğim bir durum, fakat politize edilen müziği ve sanatçıyı “tu kaka” etmek müziği hiçe saymaktan öteye gitmez. Müziği değerlendirirken kullanılan şarkı sözlerini ve söylemini bir kenara bırakarak değerlendirmek salt bir müzik değerlendirmesi olur, sözleri ve verdiği mesajları kendimize göre yorumlayarak değerlendirmek ise sosyologların işi. Müzik daha derin ve ayrıntılı bir analiz ister. Beğeniler ve eleştiriler subjektiftir, değerlendirmeler ise sanat için objektif olmak zorundadır.