Çevirmen Süleyman Doğru: Edebi metinler değerlerini ait oldukları kültüre borçludur

Çevirmen Süleyman Doğru'nun İspanyolca ve Fransızcadan çok sayıda çevirisi bulunuyor. "Çevirmenler olmasaydı insanlar hâlâ Babil Kulesi’ni inşa etmiş olmanın lanetiyle yaşamayı sürdürecek, birbirlerinden bugüne nazaran çok daha kopuk bir ilişki içinde olacaklardı" diyen Doğru ile çeviri-uyarlama ilişkisini, çevirinin kontrol altında tutulmasını ve çevirmenlerin sorunlarını konuştuk.

Abone ol

DUVAR - 1969 yılında Keşan’da doğan Süleyman Doğru, Galatasaray Lisesi’ni ardından da İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi’ni bitirir. Çeviriyle tanışması da üniversite sıralarında olur. Dersler kapsamında yaptığı çevirilerin hocalarından ve sınıf arkadaşlarından övgü alması Doğru’yu motive eder ancak yine de bir beş yıl daha beklemesi gerekir. “Dolaylı olarak ve tamamen bir tesadüf neticesinde gelen bir çeviri teklifini neden olmasın diye kabul etmemdeki başlıca etkenin geçmişteki o övgü ve beğenilerin bilinçaltımdaki varlığı olduğunu kabul etmem gerekiyor.”

2003 yılında Catherine Clément’ın İsa’nın Külleri adlı kitabını Fransızcadan çevirir. “Ardından yayıncı piyasasından gelen talepler doğrultusunda İspanyolcadan çeviriler yapmaya başladım ve şu anda elimdeki kitap tamamlandığında 50. çeviriye ulaşmış olacağım.”

Süleyman Doğru ile çevirinin varoluşunu, biçimlenişini ve Türkiye’deki sorunlarını konuştuk.

Süleyman Doğru

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben çevirmenlerin farklı kültürler arasında köprü işlevi gördüğünü düşünüyorum, en azından çeviri yaparken ben öyle hissediyorum; herhangi bir çağda yaşamış ve zihninde tasarladığı bir evreni ya da bir duygu, bir düşünce ya da bir tanıklığı yazıya dökmüş bir insanoğluyla, başka bir çağda yaşamış, onun dilini bilmediği için yazdıklarını okuyamayan bir insanoğlu arasında köprü oluşturuyor, belki de onun hayatını değiştirecek şekilde feyz almasına vesile oluyorum. Benim en büyük motivasyon kaynağım işte bu.

Bir fikir, bir bilgi, bir inanış yayılmak için çevirmenlere muhtaçtır, eğer çevirmenler olmasaydı insanlar hâlâ Babil Kulesi’ni inşa etmiş olmanın lanetiyle yaşamayı sürdürecek, birbirlerinden bugüne nazaran çok daha kopuk bir ilişki içinde olacaklardı.

'UYARLAMADAN MÜMKÜN OLDUĞUNCA KAÇINMAYA ÇALIŞIYORUM'

Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?

Hem kaynak dili (ve o dilin konuşulduğu kültürü) hem de erek dili (ve onun konuşulduğu kültürü) çok iyi bilmesi beklenen çevirmenin aynı anda hem kaynak metni eksiksiz anlayan bir okur, hem de erek metni ilgili okur kitlesine en anlaşılır biçimde aktaracak olan bir yazar olması gerekir. Bu trafik içinde, kaynak metnin içeriğinin yerel ya da evrensel nitelikli olmasına bağlı olarak çevirmen metinde daha görünür olacak ya da kendisini hiç belli etmeyecektir. Söz konusu metin ne kadar çok evrensel unsur barındırıyorsa çevirmen o kadar çok görünmez olacaktır. Yerel temalı bir metinde çevirmen kendini daha çok ortaya koyacak ve onu erek dilde daha anlaşılır kılmak için uyarlamaya daha çok başvuracaktır. Benim kişisel tercihim, ortada ne tür bir kaynak metin olursa olsun, çevirmenin erek metinde mümkün olduğunca görünmez olmasıdır, zira ben her metnin yaratıldığı dile ve kültüre ait olduğunu düşünüyorum, çevirdiğim her metinde uyarlamadan mümkün olduğunca kaçınmaya çalışıyor, sahneyi yazara bırakmayı bu işin temel etiği olarak görüyorum. Kaynak metni erek dile aktarırken onu içinde doğduğu kültürden koparıp erek dilin ait olduğu kültüre uyarlamaktan ya da dönüştürmekten (bir anlamda okuru tembelliğe alıştırmaktan) ziyade erek dildeki okuru kaynak metnin içinde doğduğu kültürü tanımaya, anlamaya, irdelemeye teşvik etmeye çalışıyorum. Taş yerinde ağırdır, belli başlı bütün edebi metinler değerlerini ait oldukları kültürel bağlama borçludur. Mesela İnce Memed’i Fransızcaya aktaran çevirmen Çukurova gerçekliğini muhafaza ettiği ölçüde metnin ruhunu erek dile taşıyabilecektir, eğer onu kendi kültürüne uyarlamaya kalkarsa, aktarım sürecinde, metin bir dilden başka bir dile taşınırken yolda çok şey kaybedecektir. Özetle çeviride etik davranış mümkün olduğunca az uyarlama, mümkün olduğunca çok metnin kökenine sadakat olmalıdır.

Edebi metinler değerlerini ait oldukları kültüre borçludur

'İYİ BİR EDİTÖRÜN ELİNDEN ASLA KÖTÜ İŞ ÇIKMAZ'

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?

Benim gördüğüm kadarıyla çok iyi yürümüyor, düşe kalka gidiyor, özellikle aykırı dillerde o dili iyi bilen bir editör bulmak çok zor, benim tanıdığım editörlerin çoğu İngilizce biliyor, Fransızca, Arapça veya Almanca bilenler de var, ama geri kalan dillerde benim bildiğim kadarıyla editörlük yapan yok denecek kadar az. İşin ideali editörün söz konusu dili en az çevirmen kadar iyi bilmesi ve edebi birikiminin ondan daha üstün olması, çünkü metin hakkında son sözü söyleyecek olan o. İşinin ehli, engin bir edebi bilgiye sahip, yol gösterici ve öğretici editörlerle çalışmak çevirmen için gerçek bir okul işlevi görür, işinin kalitesine doğrudan yansır ve kendini geliştirmesine yardımcı olur. Editörler, bir kitabın ortaya çıkış sürecinde en önemli aktörlerden biri olmalarına rağmen çok az tanınırlar, hatta çevirmenlerden bile az tanınırlar dersek hiç de abartmış olmayız olmaz. Benim okurlara tavsiyem ellerine aldıkları kitabın yazarı ve çevirmeni kadar editörüne de dikkat etmeleri, çünkü iyi bir editörün elinden asla kötü iş çıkmaz.

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?

Her metin neticede bir fikrin, bir duygu ya da bir düşüncenin yazıya dökülmüş haliyse teorik olarak her dile çevrilebilir, çünkü sadece bir dilde ifade edilebilen, başka dillerde söylenemeyecek bir fikir, duygu ya da düşünce yoktur. Anladığım kadarıyla sorunuzun cevabı bu. Ama eğer sorunuz, bir metnin çevrilmeye değer olup olmamasının esas ölçütü nedir diye ikinci bir soru barındırıyorsa, o zaman bir kitabın yayınlanma sürecine bakmamız gerekiyor: Yurtdışındaki yayınları tarayan yayınevi belli bir kitabın Türkiye’de ilgi göreceğini düşünüp onu yayın programına alıyor. Sonra onu bir çevirmene teslim ediyor. Yani çevirmene bir kitabın çevirisi teklif edildiğinde o kitabın yayın hakkı zaten alınmış oluyor. Bu durumda onun teklife evet ya da hayır demekten başka yapabileceği bir şey yok. Yayınevleri yurtdışında yeni çıkmış ve ajanslar ya da yabancı yayınevleri tarafından kendilerine gönderilen kitapları bazen okuyup değerlendirmem için bana da gönderiyorlar. Ben onlar hakkındaki değerlendirmemi yaparken sadece şunu düşünüyorum: Bu metinde Türk okuru için feyz alınacak bir taraf var mı yok mu, itiraf etmeliyim ki bazen biraz acımasız davrandığım da oluyor. Çünkü bir kitabın çevrilip basılması bütün aşamalarıyla o kadar çok emek gerektiriyor ki, abuk sabuk bir kitabın gereksiz yere Türkçeye çevrilmesine gönlüm razı olmuyor.

İsa'nın Külleri, Catherine Clement, Çevirmen: Süleyman Doğru, 328 syf., Telos Yayıncılık, 2003.

Ülke kurulduğu günden beri çevirmenin kontrol altında tutulmaya çalışılmasının, sıklıkla yargılanmasının sebebi ne sizce? Sistem, çevirmenden neden korkuyor?

Sistemin esas korkusu zararlı kabul ettiği fikirlerim ülkeye girip vatandaşlarıyla buluşması ve bu sürece dâhil olan herkesi suçlu görüyor. Yoksa doğrudan çevirmene yönelik bir korkusu ya da tavrı olduğunu sanmıyorum. Sistem rahatsız olduğu bir metnin yayınlanmasından ötürü başka bir ülkede yaşayan ya da çoktan ölmüş yazara ulaşamayacağı için yayıncı, editör ya da çevirmen, artık kimi bulursa onun üzerine çullanıyor ve böylece benzer bir metin yayınlamayı düşünecek olanlara gözdağı vermek istiyor. Üzerinde baskı hisseden çevirmen diğer meslek gruplarında olduğu gibi otosansür uygulamaya başlıyor. Otosansür çok yaygın bir şey ve sadece çevirmenle sınırlı değil, yayıncılık dünyasındaki bütün unsurlar ondan payına düşeni alıyor ve suç teşkil etmesinden korkulan sözcük ya da cümleler metnin içinden cımbızla ayıklanıyor. Buna defalarca tanık oldum.

Geçmişe nazaran yayınevi sayısının artmasının çeviriye/çevirmene olan faydası ya da zararı nedir? Ek olarak, ekonomik dalgalanma çevirmeni ne oranda etkiliyor?

Yayınevi sayısının artmasının tek başına çevirmene bir zarar vermesi ya da fayda sağlaması söz konusu olamaz. İyi çevirmenler zaten iş bulma sıkıntısı yaşamıyor, hatta birçok teklifi ellerindeki iş yoğunluğundan ötürü geri çevirmek zorunda kalıyorlar. Biraz düşününce belki uzun vadede şöyle bir zararı olabilir: Ortadaki belli bir pastayı daha çok yayınevinin paylaşmak zorunda kalması eskisinden daha acımasız bir rekabet ortamının doğmasına yol açabilir. Bu durumda kapitalizmin o sihirli çözüm planı devreye girer: “Maliyetleri düşürmek.” Böyle durumlarda ilk el atılan genelde çevirmen payı oluyor, çünkü yayınevleri tarafından en kolay lokma olarak onlar görülüyorlar. Yakın zamana kadar örgütsüz bir meslek grubu olan çevirmenlerin tek başlarına hiçbir mücadele güçleri yoktu. Ancak Çevirmenler Birliği ÇEVBİR’in kurulmasıyla birlikte bu konuda daha güçlü ve kararlı bir mücadele verme yolunda önemli adımlar atılmaya başlandı.

Diğer sorunuza gelince ekonomik dalgalanma çevirmeni de bu ülkedeki her yurttaş gibi çok olumsuz etkiliyor; zira hem herkes gibi alım gücü azalıyor, hem de böyle durumlarda kitap satışları bıçak gibi kesildiği için geliri azalıyor, yani çift taraflı bir darbe yiyor. Sadece çeviri geliriyle yaşamak zaten zorken içinden geçmekte olduğumuz ekonomik süreçte imkânsıza dönüşüyor.

Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?

Bu ülkede kimin ne kadar güvencesi varsa çevirmenin de o kadar var; diğer yandan hukuksal konularda yargı ya da devletle sorun yaşayan çevirmen sayısı diğer birçok meslek grubunun mensuplarına nazaran oldukça az. Ama bu gerçek çevirmenlerin özgürlükler konusundaki hassasiyetini ve mücadele ruhunu hiç etkilemiyor. Çevirmenler kendileri için herhangi bir güvence elde etmekten ziyade ülkemizin hak ve özgürlükler alanında daha ileriye gitmesi için her zaman en ön saflarda mücadele veriyorlar.

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?

Buna benzer bir olayı bizzat yaşadım. Yıllar önce, Meksikalı kült yazar Juan Rulfo’nun Pedro Páramo adlı başyapıtını Tomris Uyar tarafından İngilizceden yapılmış çeviriden okuduğumda çok etkilenmiş, daha önce hiçbir kitapla yaşamadığım duygular yaşamıştım, ama doğruyu söylemek gerekirse onu keşke ben çevirseydim diye bir düşünce aklımdan geçmemişti. Lakin yıllar sonra Doğan Kitap’tan onu İspanyolca aslından çevirmem teklif edilince bir saniye bile düşünmedim. Gelmiş geçmiş en büyük (sayfa sayısı az olsa da) roman olarak gördüğüm bu kitabı o kadar özene bezene çevirdim ki, rahmetli büyük ustaya kesinlikle saygısızlık etmeden, bir eseri asıl metinden çevirmenin ne kadar önemli olduğunu sanırım ortaya koyabildim. Yeri gelmişken son sözüm de bu konuyla ilgili olsun: “Çevirinin çevirisi olmaz, her metin aslından çevrilir.”