Çevirmen Can Yapalak: Kokart ya da lisans sistemi getirilebilir

Çevirmen Can Yapalak ile çeviri üzerine konuştuk. Yapalak, "Bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kokart ya da lisans sistemi getirilebilir. Sendikamız kurulabilir. Dernekler var ama yetmiyor. Bizimki maalesef sömürüye açık bir meslek" dedi.

Abone ol

DUVAR - 2006 yılında İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olan Can Yapalak, o günden bugüne profesyonel olarak çeviri yapıyor. “Şu anda bir yerelleştirme firmasında editör olarak” çalışan Yapalak, sekiz senedir de edebi çeviriyle uğraşıyor. Yayımlanmış yirmi çeviri kitabı bulunan Yapalak’la, çevirinin varoluşunu, biçimlenişini ve ülkemizdeki sorunlarını konuştuk. Konu çevirmenlerin hukuki sıkıntılarına gelince Yapalak, “Yayınevleriyle yaptığımız sözleşmeler dışında hukuki olarak bir güvencemizin olmadığı aşikar. Bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kokart ya da lisans sistemi getirilebilir.” diyerek düşüncelerini açıklıyor.

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Çeviri, farklı toplumlardan insanları bütünleştirmek için bulunmuş en köklü araç ve temel kültürel ihtiyaçlarımızdan biri. Onsuz bir ilerleme düşünülemez. O yüzden medeniyet oldukça çeviri de var olmaya devam edecek.

Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?

Çeviri ve uyarlama farklı kavramlar. Uyarlama için İngilizcede çeviri ve yaratmanın birleşimi olan “transcreation” terimi kullanılıyor; çünkü uyarlamada kaynak metin cümlelerden ziyade bir bütün olarak ele alınıp bu bütünden farklı bir metin yaratılıyor. Yani bir metnin farklı bir kültüre uyarlanması çevirinin ötesinde bir iş ve bir tercih meselesi. Can Yücel’in Shakespeare çevirilerinde karakterler adeta Anadolu topraklarından insanlar gibi konuşurken Sabahattin Eyüboğlu bu oyunları orijinal metnin kültürüne sadık kalarak çevirmeyi tercih etmiştir. Haliyle ortaya bambaşka Türkçe eserler çıkmıştır. Kurguda yerelleştirme iletişim ihtiyacından çok sanatsal bir ihtiyaçla ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu işin bence çeviri değil, yazarlık ya da hikâyecilik başlığı altında değerlendirilmesi daha doğru olur.

'EDİTÖRÜN HER DÜZELTİSİ HATADAN KAYNAKLANMAZ'

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?

Aynı zamanda hem editörlük hem çevirmenlik yaptığım için ikisinin konumunu daha net görebiliyorum. Çevirmenlerin editörlerden hoşlanmadığına dair genel bir kanı var. Bunu genellikle editör-çevirmen ilişkisini bir hiyerarşi içinde gören kişiler yapıyor. Oysa ikisi aynı yetkinlikte ve kıdemde olabilirler. Editörün her düzeltisi hatadan kaynaklanmaz, hatta çoğu zaman metne kişisel dokunuşlar yapar. Çevirmenin bunu kişisel algılamaması gerekiyor. Editör-çevirmen ilişkisinde sorunların çoğu genellikle buna bağlı oluyor. Bu tür tabular aşılırsa iki taraf da birbirini geribildirimlerle besleyip bir sonraki işin daha sorunsuz çıkmasını sağlayabiliyor.

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?

James Joyce’un Finnegans Wake’i bile yakın zaman önce Türkçeye çevrildiğine göre herhalde her metin çevrilebilir. Buna ihtiyaç duyulup duyulmaması gibi basit bir kıstasa bakıyor. Burada asıl soru, mükemmel çevirinin olup olmadığı. Çeviri doğası gereği hiçbir zaman orijinal metnin kusursuzluğuna ulaşamıyor. Dilden dile aktarım biraz balonla havalanmak gibi. Ağırlık atar gibi sürekli bir şeyleri feda etmeniz, ödün vermeniz gerekiyor. Çeviri metnini savaştan çıkmış bir orduya da benzetebiliriz aslında. Bir savaşı sıfır kayıpla atlatmak ütopik; önemli olan ne kadar az kayıp verildiği.

Ülke kurulduğu günden beri çevirmenin kontrol altında tutulmaya çalışılmasının, sıklıkla yargılanmasının sebebi ne sizce? Sistem, çevirmenden neden korkuyor?

Çevirmen organik bir iletişim aracı. Tarih boyunca sistemler insanlar arası iletişimden ve etkileşimden korkmuştur. Çünkü bunlar örgütlenmenin, bilinçlenmenin, kitlesel hareketlerin habercileridir. Bizim ülkemize has bir durum değil. Ancak iletişim özgürlüğü konusunda ortalamanın altında olduğumuz da bir gerçek.

Geçmişe nazaran yayınevi sayısının artmasının çeviriye/çevirmene olan faydası ya da zararı nedir? Ek olarak, ekonomik dalgalanma çevirmeni ne oranda etkiliyor?

Yayınevlerinin sayısı artsa da bu yayınevlerinin kalitesi maalesef çok yukarılarda değil. Sermayeleri de az. Birçoğu maliyeti kısmak için çevirilerini ücret beklentisi düşük olan yetersiz kişilere yaptırıyor. Bu durum ortaya kötü çeviriler çıkardığı gibi bizim piyasamızı ve itibarımızı da düşürüyor. Bu küçük işletmeler genellikle çevirmenleriyle sayfa başı üzerinden tek bir ücretten anlaşıyorlar. Büyükler ise daha çok telif payı üzerinden çalışıyor. Böylece kitap fiyatları zamlandıkça otomatik olarak siz de zam almış oluyorsunuz. Ancak içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılar çoğu sektörü olduğu gibi kitap sektörünü de etkiledi. Alım gücü düşünce gözden çıkarılan ilk kalem, edebiyat, tiyatro, sinema, müzik gibi kültürel faaliyetler oluyor.

Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?

Yayınevleriyle yaptığımız sözleşmeler dışında hukuki olarak bir güvencemizin olmadığı aşikar. Bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kokart ya da lisans sistemi getirilebilir. Sendikamız kurulabilir. Dernekler var ama yetmiyor. Bizimki maalesef sömürüye açık bir meslek. Emeğinin karşılığını alamayan çok fazla meslektaşımız var. Bir nevi kendi kendimizin koruyucusu olmak zorunda kalıyoruz.

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?

Artık normal bir okuyucu gibi davranamadığım için son yıllarda fazla çeviri kitap okumuyorum. O yüzden Çiğdem Erkal İpek’ten Yüzüklerin Efendisi üçlemesi, Mina Urgan’dan Sineklerin Tanrısı, Aziz Üstel’den Otomatik Portakal gibi gençliğime damga vuran başarılı çevirileri sayabilirim. Alfred Bester’in Tiger! Tiger! romanının Türkçesini yarım bırakmıştım, bana göre özensiz ve anlaşılması güç bir çeviriydi. O an kitabı baştan çevirmeyi çok istemiştim.