Caz Çağı’nın kadınları ve erkekleri

Delidolu Yayınları tarafından okura sunulan ve Türkçeye ilk kez Başak Bekiçli tarafından çevrilen öykülerinden bir seçki olan Yarın Berbat Bir Gün, Doroth Parker’ın o dönemki meseleleri edebiyatla harmanlamasının yanı sıra kadın-erkek ilişkilerine ironik ve eleştirel bakışını yansıtıyor.

Abone ol

1918-1939 arasında, hemen her ülkede olduğu gibi ABD’de bocalamalar yaşanıyordu. Bazı tarihçiler bu yılları “erginleşme” dönemi, bazıları da Birinci Dünya Savaşı’ndan sağ salim eve dönen askerlerin öncülüğünde yeni yaşam standartlarının arandığı bir tarih aralığı diye nitelemişti. Kadınların başkaldırısından siyahların hak mücadelesine, aşkın ve cazın sokaklarda boy gösterişinden yitik kuşağın serpilişine ve köyden kente göçle birlikte yaşanan kimlik kargaşasına kadar pek çok belirleyicisi ve taşıyıcısı vardı iki savaş arası dönemin.

Kıta Avrupası’ndan esen varoluşçuluk rüzgârı, ABD’ye gücü zayıflayarak ulaşırken orta sınıfın büyümesi, alkol yasağıyla beraber yeraltı barlarının çoğalması, dans, otomobil gezileri, radyodan ve kulüplerden yükselen caz ezgileri, eğlenceler ve ev partileri bir özgürlük alanı yaratarak bireyselliğin güçlenmesini sağlamıştı.

Zenginleşen üst ve orta sınıflar karşısında kültürel isyanların fitilini ateşleyip fikirlerini hür biçimde ifade ederek adını duyurmaya başlayanlardan olan Gertrude Stein, dönemin ruhunu ve edebiyatını “şimdiki zamanın sonsuzluğu” diye tarif etmişti.

Stein’ın bahsettiği eğlenceli ve bireyin öne çıktığı bu dönemde şekillenen yaşam biçimini ve hayalleri, İkinci Dünya Savaşı’yla başlayacak şiddet dolu hareketliliğe dek etkisini sürdüren ve Büyük Buhran adıyla anılan 1929 ekonomik krizi yıkmıştı. Toplumsal yaşamı bir kez daha altüst edip sosyal ilişkileri yıpratan bu dönemde, hem nobranlıkla ve maddi olanaksızlıklarla ruhsal çöküntü meydana gelmişti hem de ironik biçimde hümanizm öne çıkmıştı.


Yarın Berbat Bir Gün, Dorothy Parker, Çeviren: Başak Bekişli, 276 syf., Delidolu Yayınları, 2020.

İşte bu çalkantılı zaman diliminde, sözünü sakınmayan eleştirmen ve öykücü Dorothy Parker, Caz Çağı yazarı olarak nam salmıştı. Eleştirel metinleri yüzünden çalıştığı dergilerden kovulan, “Büyük Sarışın” öyküsüyle 1929’da O.Henry Ödülü’nü kazanan Parker, hareketli şehir hayatına ve yaptığı seçimler nedeniyle kişilerin yaşadığı hayal kırıklıklarına yer verdiği öyküleriyle adından söz ettirmişti. İkiyüzlülük, cehalet, zaaflar, aşağılık kompleksleri ve absürtlükler ise yazarın öykülerindeki diğer temalardı.

Türkçeye ilk kez çevrilen öykülerinden bir seçki olan Yarın Berbat Bir Gün, Parker’ın o dönemki meseleleri edebiyatla harmanlamasının yanı sıra kadın-erkek ilişkilerine ironik ve eleştirel bakışını yansıtıyor.

BAŞLANGIÇLAR VE SONLAR 

Parker’ın öyküleri, yeni bir yaşam vaat eden ABD’de, Birinci Dünya Savaşı sonrası filizlenen taze alışkanlıkların ve “Amerikan Rüyası”nın kültürel ve ekonomik nüvelerinin bulunduğu dönemden izler taşıyor.

Öyküleri dikkatle okuduğumuzda, Parker’ın daha çok kadın-erkek iletişimine ve iletişimsizliğine yoğunlaştığını fark ediyoruz. “Eski usule göre yetişmiş” kadınların ve erkeklerin, yeni alışkanlıklara ve yaşama uyum sürecindeki gerginliği, bahsi geçen iletişimin ve iletişimsizliğin derinliğini belirliyor.

Mutlu başlayan, âdeta “ideal” olan ve evliliğe evrilen birlikteliklerin, aniden ve anlamsızca bitişinin beraberinde getirdiği şaşkınlıklarla şekillenen hayata dair izler de bulunuyor öykülerde. Bu şaşkınlığa, çiçek gibi ilişkilerin kötü bir sona nasıl ulaştığını anlama uğraşı eşlik ediyor. Gün geliyor, zihinlerde “Biz daha önce ne yapıyorduk?” sorusu dolaşıyor ve yanıtlar can sıkmaya başlıyor: “Kadın, evlenmelerinden önce, nişanlı oldukları zaman ne konuştuklarını hatırlamaya çalıştı. Hiçbir zaman birbirlerine söyleyecek fazla bir şeyleri olmamış gibi geliyordu ona. Fakat o zamanlar bu konuda pek endişelenmemişti; hatta flört dönemlerindeyken doğru kişiyi bulmanın tatminini hissetmişti, zira her zaman gerçek aşkın açıkça ifade edilemeyen bir şey olduğunu duymuştu. Sonra, öpüşme ve diğer şeyler gibi insanın zihnini sürekli meşgul edecek durumlar söz konusu olmuştu. Fakat gerçek evliliğin de aynı derecede suskunluk içinde geçtiği ortaya çıkmıştı. Hem yedi yıldan sonra, akşamları vakit geçirmek için öpücüklere ve geri kalan şeylere bel bağlayamazdınız.”

Parker, üslubunun temel taşı olan ironiyle kadın-erkek ilişkisindeki iletişimden ve iletişimsizlikten doğan trajikomik çekişmeleri, gerilimleri ve kavgaları akıcı bir şekilde öyküleştirirken bir dekorasyon tartışması veya uzun soluklu ilişkilerin sıradanlaşmasına dair ayrıntılara yer veriyor.

 'DOROTHY PARKER BERBAT BİRİ'

Öykülerdeki karakterlerin dikkat çeken özelliklerinden biri, hayatlarındaki eksiklikler ve fazlalıklar üzerinden tartışmalara girişip gerginlikler yaşaması. Sıkılganlıklar, kaçma isteği ve arayışlar, Parker’ın metinlerindeki varoluşçu öğelerden bazıları.

1920’lerin savaş sonrası yaşamın tekrar kurulmaya çalışıldığı tereddütlü ortamında, birbirine odaklanan kadınların ve erkeklerin ilişkilerinden hareketle kaleme aldığı öykülerde Parker, dönemin ruhunu, diyaloglarla ve satır aralarında yansıtıyor okura. Bununla beraber, kadın ve erkek karakterler, 1920’lerin nezaketiyle birbirini gözlemliyor, davranışlarını tartıyor ve karşı tarafı zihninde bir yere oturtmaya çalışıyor.

Âşık olduğu kişi için endişelenenler, aşktan sıkılanlar, aşkı arayanlar veya tüketenler, “insanları tanımadan önce onlara tatlı davranmanın kolay olduğunu” düşünenler, bu gözlem ve birbirini tartma sürecinin taşıyıcısı hâline getiriliyor yazar tarafından. İşini sevgilisinden daha çok önemseyenlerin yanı sıra evliliği, duyguları değil de aynı evi paylaşmaya dönüştürenler ve hislerini birbirine doğru düzgün ifade edemeyenler, 1920’lerin ABD’sinden ve yazarın satırlarından bugüne sesleniyor.

Parker, an geliyor karakterlerinden birine kendi dedikodusunu yaptıran cümleler kurduruyor: “Siz Dorothy Parker’la tanıştınız mı? Nasıl biri? Ah, berbat biri. Tanrım, fena biri. Bütün akşam bir köşede oturup surat asar, asla ağzını açmaz. Hayatında görüp görebileceğin en aptal kadın. Biliyor musun, yazdıklarının tek kelimesinin bile kendisine ait olmadığını söylüyorlar. Aşağı Doğu Yakası’ndaki bir apartmanda kiracı olarak yaşayan zavallı, ufak bir adama bunları yazması için haftada on dolar ödediğini ve sadece üzerine imzasını attığını söylüyorlar. Adamcağız, o zavallı çırak, kötürüm bir anne ve beş kardeşin geçimine destek olmak için bunu yapmak zorunda; gündüzleri de ilik açıyor. Ah, o kadın berbat biri.”

 ÖYKÜLERDEKİ İKİ TİP İNSAN 

1920-1933 arası, ABD’de içki yasağı uygulandığı ve kaçak mekânlarda gizli eğlencelerin düzenlendiği dönemlerde yakınlaşan kadınlar ve erkekler, çıkara dayanan birliktelikler, tek sözcükle başlayan ya da biten aşklar, içten pazarlıklı ve körlemesine sevdalar da Parker’ın ökülerinde öne çıkanlar arasında.

Dertlerle, bunalımlarla, tortularla, anlık öfkelerle ve mutluluklarla harmanlanmış, biraz da sürüklenişle yoğrulan hayatları ve ilişkileri öyküleştiren Parker; bir adama duyduğu hayranlığı tüm çıplaklığıyla ifade edip sonra hayal kırıklığına uğrayan kadınları ve benzer duygular yaşayan erkekleri, talihsiz kelime ve cümlelerin belirlediği hayatlarıyla çıkarıyor karşımıza.

Parker’ın öykülerinde iki tip insan var: İlki, “Amerikan Rüyası”nın temellerinin atıldığı dönemi “hakkını vererek” yaşayanlar, görünüşe gerçekten daha çok önem atfedenler ve yüzeyselliğin çekimine kapılanlar. İkincisi ise eylem ve seçimlerinin bedelini ödeyip kendisiyle hesaplaşırken düş kırıklıklarından mustarip, eşiklere takılan ve eski ile yeni arasında sıkışanlar. Kısacası yazar, 1920’ler ABD’sini fona yerleştirip dönemin ilişkiler ağını ve insanların duygu durumlarını resmediyor.