Bosna: Bir ‘Yeşil Elma’

‘Bosna’ hem bizzat savaşılan, sebat ve kararlılık geliştirilen bir eylem sahası hem de güçlerin derlenmesi için olanak sağlayan manevi bir ‘çatı’ idi. Siyasallaşmış ümmetin bir tür ‘Yeşil Elma’sı… Kendi iktidarlarının yarattığı bir figürle 15 yıl sonra Bosna’yla bir kez daha yüzleştiler.

Hakkı Özdal hakkiozdal@gmail.com

1990’ların başında sol gençlik hareketleri, bir yandan devlet ve genellikle devlet destekli ‘ülkücü’, ‘nizamı alemci’ grupların açık saldırılarından fırsat bulabildikçe, sınırlı da olsa, kitle çalışmasının sorunlarını, toplumla temas etme konusundaki zaafları, söz gelimi çoktandır bir dar grup romantizmine dönüşmüş olan ‘silahlı mücadele’ yöntemlerinin işlevini, güncelliğini tartışıyordu. 12 Eylül’ün zaman zaman vahşete varan yöntemlerle ezdiği ‘sol’un, toplumun (tabii özellikle de emekçi sınıfların) nesnel koşullarını analiz eden bir yönelim yerine; genellikle kültürel, hatta yer yer ‘vicdani’ bir temelden hareket eden propaganda aksları da sorgulanıyordu. Yargısız infazlar, cezaevi katliamları, gözaltında kayıplar, sistematik ve yaygın işkence, uzun tutukluluklar gibi koşullarda ne kadar olabilirse işte; solcu gençler olarak, bir ‘vicdan solculuğu’ çerçevesini aşmaya çalışıyorduk.

Aynı tarihlerde İslamcı gençler, okullarda, sokaklarda vs. kurdukları ‘yardım ve dayanışma’ masalarıyla, Bosna, Çeçen ve Afgan ‘cihatları’ (bu bölgelerdeki büyük insani sorunları bu isimle anıyorlardı) için paradan imzaya, giysiden savaşçıya kadar her türlü ‘şeyi’ topluyor; bu üç krizin etrafında bir mobilizasyon inşa ediyorlardı. Yekpare değillerdi ama solun parçalanmışlığıyla kıyaslanmayacak bir ‘bütünlükle’ davrandılar. Çeçen meselesine henüz Kafkas kökenliler de ilgi gösterdiği ve ‘Afgan cihadı’ da daha çok Selefi-Vahabi bir geleneğin tekelinde olduğu için asıl odaklandıkları, toplumdan da daha kolay ‘karşılık’ aldıkları nokta Bosna oldu.

‘Bosna’ hem bizzat savaşılan, ‘sebat ve kararlılık’ geliştirilen bir eylem sahası hem de güçlerin ‘derlenmesi’ için olanak sağlayan manevi bir ‘çatı’ idi. Siyasallaşmış ümmetin bir tür ‘Yeşil Elma’sı… Bosna’daki savaşa bir şekilde katılmak, bu yapılamıyorsa ‘yardımcı olmak’; bir ahlaki ilke, neredeyse ‘inanç’ için bir karine olmuştu.

90’ların başında burada ‘derlenen’ güçler, egemen siyasal sistemin krizinden de yararlanılan bir süreçte, güçlü bir mobilizasyonla ‘kapı kapı gezilerek’ yürütülen bir kitle çalışmasına seferber edildi. 95’te Refah’ın çarpıcı seçim sonucuyla başlayan, bir ara kesintiye uğrasa da AKP çatısı altında devam eden bir ‘iktidar’ bahşetti. AKP koalisyonunun çimentosu ve belli başlı figürleri de 90’lı yıllardaki bu Bosna-Çeçenya-Afganistan atlasının maddi-manevi ortamından neşet etmiş İslamcılardı.

Aradan, yaklaşık 3’te 2’sinde bir şekilde iktidarda oldukları çeyrek asır geçti. Gerçi Sivas katliamından Kombassan-Yimpaş soygunlarına, ‘kayıp Bosna paraları’ndan herkesin çıplak gözle gördüğü ‘kişisel zenginleşmelere’ dek bir dizi olay yaşandı; ama iktidar gücü ‘yoldaki işaretler’in görülmesine, görülse bile üzerinde durulmasına engel oldu. Güç ve iktidar için yapılan, bozulan, yeniden yapılan ittifaklar; neredeyse yamyamca bir hal alan ‘iç rekabet’; tüm büyük meselelerin havale edildiği bir Reis kültünün gölgesindeki karanlıkta hızlı ve yağlı bir yozlaşma…

Bosna’nın manevi sancağı önünde derlenilerek çıkılan bir yolda, çeyrek asır sonra yine Bosna’ya gelip çarptılar. Uzun zamandır onların adına konuşan ve yine uzun zamandır ‘kendilerinden olmayan’ pek çok kişi ve kesim için benzer çirkin sözler, hukuki sonuçları olan iftiralar, edepsiz ‘şakalar’ üreten bir iktidar figürü, Bosnalıları rencide eden bir şeyler söyleyince, belli ki başka ‘elektriklenmelerle’ şarj olmuş tahammüllerini istifra etmek için ayağa kalktılar. Samimiyet konusunda, Tekel işçilerine, Diyarbakır’da kurşunlanan çocuklara, Berkin Elvan’ın annesine karşı defalarca sınıfta kalmış ve çoktan ‘tasdiknameyi’ almışlardı; ama hâlâ ‘paylaşamadıkları’ ya da paylaştıklarında ‘eskisi kadar doyamadıkları’ şeyler olduğunu gösterircesine hırçın bir öfkeyle ‘kelle’ istediler. Aslında kendilerinin dolaysız bir görüntüsü, öncesi bir yana 15 yıllık iktidarlarının siyasal-kültürel bir sonucu olan bu adama karşı kazanacakları olası bir ‘zaferin’ kendi durumlarını da daha güvensiz hale getireceğini de bilerek… Onun başına gelen her şeyin kendi başlarına da şu ya da bu nedenle gelmesinin önünün açık olduğunu, artık daha da açıldığını sezerek…

***

Şimdi en başa dönersek… Solcu gençler ‘vicdan solculuğu’ çerçevesini tartışırken, ‘Müslüman gençlik’ Bosna ve Çeçen coğrafyasından en iç parçalayıcı fotoğraflarla, vicdani bir ajitasyonla büyüyordu. Hangisinin daha doğru olduğunu görmek için de bir vesile vardı geçen hafta. Midilli’ye kaçarken bindikleri teknenin batmasıyla can veren, biri 7 yaşında 3 çocuk ile anne ve babalarına ilişkin haberi “FETÖ'cü aile yurt dışına kaçmak isterken boğularak öldü” başlıklarıyla duyurdular. Bu trajediye dikkat çekmek isteyenleri de ‘FETÖ’cü olmak’la suçladılar. En ‘yüreklisi’, yazık olmuş mealinde bir iki şey yazıp Halkbank’ın altın ticareti konusundaki mevzilerde çarpışmaya döndü.

Toplumu ve onun nesnel koşullarını anlamaya, analiz etme çabasına devam etmeliyiz. Ölen tüm çocukları vicdani bir yük olarak taşımanın da gönüllüsüyüz…

Tüm yazılarını göster