Borges'in kaleminden Londra dilencisi Jack London

Jack London'ın Midas’ın Müritleri adlı kitabı Jorge Luis Borges’in hazırladığı Babil Kitaplığı serisinden çıktı. Borges, kitap için "Yazarın yeteneğini ve yapıtlarındaki çeşitliliği kanıtlayan öykülerden oluşuyor" diyor.

Abone ol

DUVAR - Jack London’ın Midas’ın Müritleri yeni baskısını Kırmızı Kedi Yayınları'ndan yaptı. Arjantinli yazar Jorge Luis Borges kitaba yazdığı 'Önsöz'de London'ın edebiyat serüvenini ve bu kitapta yer alan öyküleri şöyle değerlendiriyor:

Jack London 1876 yılında California eyaletinin San Francisco kentinde doğdu. Asıl adı John Griffith’di; Jack London’ın Gal kökenli soyadı, H.L. Mencken’ın soyadlarını kent adlarından alanların İbrani soyundan geldiği ve dolayısıyla London’ın da Yahudi olduğu varsayımını çürütmeye yeter. Jack London’ın gezici bir astroloğun evlilik dışı oğlu olduğu söylenir. Bu söylenti London’ın başıboş yaşamını açıklar niteliktedir. İlk yaşam deneyimini San Francisco’nun Barbary Coast adıyla anılan mahallesinde edindi. Şiddet dolu davranışları ona kötü bir şöhret kazandırdı. Daha sonra, Stevenson’ın California’da yaptığı gibi, Alaska’da altın aradı. İlk gençlik yıllarında asker, daha sonra inci avcısı oldu. “Mapuhi’nin Evi” öyküsünün olay örgüsünü kurgularken bu deneyiminden yararlandı. Gemiyle Pasifik Okyanusu’nu aşarak Japonya’ya gitti ve orada, yasadışı olmasına karşın, fok balığı avcılığı yaptı.

OTUZ BİN DOLARA GEMİ YAPTIRDI

Rudyard Kipling baladlarından birinde en cesur avcıların, İngiliz ve Rusların rakibi, Kuzey Amerikalı avcılar olduğunu anlatır. Japonya dönüşü bir süreliğine California Üniversitesi’ne devam etti. O dönemde sosyalizmi benimsedi. Bu arada bir gazeteci olarak sivrildi, Rus-Japon Savaşı’na muhabir olarak gönderildi. Dilenci kılığına girerek Londra’nın yoksul semtlerindeki sefaleti ve hayatın güçlüğünü gördü. Kendi isteğiyle atıldığı bu serüvenin sonunda Uçurum İnsanları adlı kitabı yazdı. Tüm dillere çevrilen kitapları büyük servet kazanmasını sağladı ve çocukluğunda yaşadığı yokluk yıllarını telafi etti. 1906 yılında otuz bin dolar harcayarak The Snark adlı görkemli gemiyi inşa ettirdi.

Çok sayıdaki eserleri arasında, gördüğü düşlerde tarihöncesinde yaşamış olduğu hayatlarından birinde kaçırdığı fırsatları yaşama olanağını elde eden bir adamın öyküsünü anlatan Âdem’den Önce’nin altını çizmek gerekir. Alaska’da geçen, özyaşamsal nitelikteki Yanan Günışığı ve Martin Eden kuşkusuz gözde fazla büyütülmüş eserlerdir. En tanınmış kurgusal yapıtı Vahşetin Çağrısı’nın kahramanı, Kuzey Kutbu düzlüklerinde kurda dönüşen Buck adlı köpektir.

Bu kitap için yazarın yeteneğini ve yapıtlarındaki çeşitliliği kanıtlayan beş öykü seçtik. Okuyucu, “Mapuhi’nin Evi”nin ancak sonlarına doğru gerçek kahramanın kim olduğunu fark eder. “Hayatın Kanunu” herkes tarafından doğallıkla ve saflıkla kabul edilen acımasız bir kaderi ortaya koyar. “Yüz Karası” işkence tehdidine maruz kalmış bir adamın korkunç bir oyun sonucunda kurtuluşunu anlatır. “Midas’ın Müritleri” anarşistlerden oluşan bir örgütün acımasız işleyişinin ayrıntılarını verir. “Gölge ve Parıltı”, görünmez olabilme gibi yazın sanatının eski motiflerinden birine yenilik ve zenginlik kazandırır.

Midas'ın Müritleri beş öyküden oluşuyor.

KIPLING VE NIETZSCHE'NİN GÖLGELERİ

Jack London’ın dünyasında birbirine karşıt iki öğreti buluşmuş ve kaynaşmıştır: Yaşam mücadelesinde en güçlü olanın ayakta kalacağını savunan Darwin’in öğretisi ve sonsuz insan sevgisi.

Jack London’ın ve bir bakıma onun çok yönlü çalışmalarını devam ettirip yücelten Hemingway’in eserleri arasında iki büyük gölge dolaşır: Kipling ve Nietzsche’nin gölgeleri. Ancak bir ayrımı unutmamak gerekir. Kipling, savaşı bir zorunluluk olarak görmüş ve hiçbir zaman zaferin şarkısını söylememiştir; o, savaş disiplinini ve zaferin ardından gelen barışı savunmuştur. Versailles Sarayı’nda Alman İmparatorluğu’nun ilan edilmesine tanık olan Nietzsche, bütün imparatorlukların saçmalıktan başka bir şey olmadığını ve Bismark’ın bu saçmalıklar dizisine bir tanesini daha eklediğini yazar. Edilgen adamlar olan Kipling ve Nietzsche kaderin kendilerinden esirgediği eylem ve tehlikeye özlem duymuşlardır. Serüven adamları olan London ve Hemingway ise serüvene daha bir bağlanmışlardır. Öyle ki, bu bağlılığı şiddete ve hatta zorbalığa tapınmaya kadar götürmüşlerdir. Zamanında böylesi bir tapınmayla Kipling ve Nietzsche de suçlanmışlardı. Belloc’un yazılı saldırısını ve Bernard Shaw’un “zorbalar için İncil yazmakla” suçlanan Nietzsche’yi savunmak zorunda kaldığını anımsayalım. Her ikisi de –London ve Hemingway– şiddete karşı geliştirdikleri aşırı tutkudan pişmanlık duydular. Şöhret, tehlike ve altından bıkan her iki yazarın da intiharı sığınak olarak görmesi rastlantı değildir.

London’ın özelliği, mesleğine hâkim usta bir gazeteci olması, Hemingway’inki ise belirli yazın kuramlarını benimseyen ve bunlar üzerinde uzun uzadıya tartışan bir edebiyatçı olmasıydı. Yaşlı Adam ve Deniz’in yazarının, Deniz Kurdu’nun yazarı hakkındaki düşüncelerinin Fransa ortamında neler olabileceğini bilemesek de, iki yazar birbirine benzer. Sansürdeki dengesizliklerin iki yazar arasındaki ayrımları ortaya koyup ortak noktaları göz ardı ettiğini düşünmek mümkün.

Jack London tensel ve tinsel yaşamı son damlasına kadar tüketerek 40 yaşında öldü. Bu yaşamlardan hiçbiri ona tam anlamıyla doygunluk sağlamadı ve ölümde hiç’in karanlık görkemini aradı.