Bizim Sabahattin Ali…

Sabahattin Ali ile ilgili aklına gelen ilk sözcük nedir diye sorulacak olsa, hiç tereddütsüz “sevgi” yanıtını veririm. Sanırım S. Ali’nin eserleriyle tanışıklığı olanların çoğu da bu yanıta içten bir biçimde katılırlar. Zira sevgi onun yapıtlarında bariz bir biçimde kendini öne çıkarır; o gerçek bir sevgi insanıdır.

Abone ol

Mahmut Üstün

Bundan tam 69 yıl önce bir 2 Nisan günü hunharca bir cinayete kurban gitti... Saygı ve özlemle anıyorum...

Başta romanları “İçimizdeki Şeytan”, “Kuyucaklı Yusuf” ve ” Kürk Mantolu Madonna” olmak üzere 41 yıllık yaşamına çok sayıda hikaye ve şiir sığdırmış olan Türkçeyle yapılan edebiyatın en büyüklerindendir S. Ali…

Ölümü çok trajiktir. Sanatçı üzerindeki baskı ve tehditlere, ekonomik ablukaya ve yoksulluk dayatmalarına dayanamayarak yurt dışına çıkmaya karar verir. 41 yaşında nice umutlarla çıktığı yolda, kendisine şoför olarak eşlik eden, daha sonra hakkında MİT üyesi olduğu iddiaları yaygın biçimde dillendirilen kişi tarafından vahşice katledilir. Cesedi aylar sonra tanınamaz bir halde bulunur.

BİR SEVGİ ADAMI VE EDEBİYATÇISI...

Sabahattin Ali ile ilgili aklına gelen ilk sözcük nedir diye sorulacak olsa, hiç tereddütsüz “sevgi” yanıtını veririm. Sanırım S.Ali’nin eserleriyle tanışıklığı olanların çoğu da bu yanıta içten bir biçimde katılırlar. Zira sevgi onun yapıtlarında bariz bir biçimde kendini öne çıkarır; o gerçek bir sevgi insanıdır.

“Kürk Mantolu Madonna” romanının yıllar içinde unutulmak bir yana giderek artan bir tanınırlığa ve ilgiye mazhar olmasının en temel nedeni de, “sevgi” temasının bu romanda estetik ve derinlikli vücut buluşudur. Hiç tereddütsüz söylenebilir ki, “Kürk Mantolu Madonna” Türkçede yazılmış en iyi birkaç aşk romanından biridir. Belki de birincisidir.

S. Ali’nin sevgi adamlığı yalnızca karşı cinsle olan özel sevgi ilişkisiyle, yani aşkla sınırlı değildir. İnsan insan, insan doğa, insan hayvan ilişkilerinin tümünü kapsayan bir sevgi durumudur bu. Nitekim S.Ali’nin kahramanları ya da başkahramanları hayvanlardan oluşan eserler kaleme almış olması, romanlarının pek çoğunda doğanın insanların en son ve güvenle sığınacağı, kendilerini sağaltabilecekleri en sadık dost olarak ortaya çıkışı ancak bu türden bir sevgi ilişkisi bağlamında anlaşılabilirdir.

“Sevgi” kavramı S. Ali’nin edebi kişiliğinin şekillenmesinde olduğu kadar elbette ve kaçınılmaz olarak siyasal kişiliğinin şekillenmesinde de kilit bir role sahip olmuştur. Döneminin pek çok aydın ve siyasal kişisi gibi S. Ali’de ilk önce vatanın düşman çizmesi altında inlemesinin kederi ve özgür ve bağımsız bir vatan özleminin çekiciliği ile vatanseverlik bayrağının altında yeralmıştır. Yabancı dil öğrenmek amacıyla Almanya’da bulunduğu yıllar, bu vatanseverliğin içerikce farklılaşmasına ve derinleşmesine yol açmıştır. Bir yandan Almanların kibirli ve yabancı düşmanı şoven milliyetçiliğine tanık olmak, diğer yandan özellikle Rus edebiyatının dev isim ve eserlerini okuma olanağını elde etmek S. Ali’de yabancı düşmanlığına kapalı ve insan sevgisine dayalı halkçı bir yurtseverliğin şekillenmesine kaynaklık etmiştir.

Bu dönüşüm aynı zamanda devlet merkezli bir milliyetçilikten, devlete eleştirel ve mesafeli bakan bir yurtseverliğe doğru olmuştur. Bunda Rus edebiyatı ile ve bu edebiyat üzerinden Rus halkçılığı ile tanışmasının dolaysız bir rolü olduğunu görüyoruz. Öyle ki S. Ali’nin eserlerinde de devleti -öğretmenler hariç- temsil eden memurlar hem bir zorba hem de ahlaken düşkün rüşvetçi ve sahtekar tiplerdir. Tıpkı Rus edebiyatında sıklıkla karşılaşılan Çarlık bürokrasisinin temsilcileri gibi…

Öğretmenler ise S.Ali’nin eserlerinde genellikle aydınlanmanın, halkçı bir yurtseverliğin temsilcisi ve taşıyıcısı konumundadırlar.

S.Ali’nin eserlerinde 'siyasal' olan genellikle öne çıkmaz…

Var olduğu kadarıyla örtülü ve arka plandadır bu siyasallık. Bunda yazarın kişisel tercihi kadar ve belki de daha fazla rol oynayan unsur yazarın siyasal plandaki tutum ve tercihlerinin zaman içinde netleşip öne çıkmasıdır.

Her ne kadar Nazım Hikmet S.Ali’yi daha çok erken bir tarihte, yazarın ilk romanı olan “İçimizdeki Şeytan” ile birlikte toplumcu gerçekçiliğin roman alanındaki en yetkin temsilcisi ilan etmişse de, S.Ali’nin edebi ve politik kimliği aslında daha esnek ve bulaşık bir niteliğe sahiptir.

S.Ali bu naif ve gevşek konumuna karşın sağ cenahın ve devletin tahammülsüzlüğünden kurtulamamış çok değişik kereler hapis yatmış, işsiz bırakılmıştır.Her baskı S.Ali’de aksi yönde etki yapmış ve onu politik olarak sistemden daha da uzaklaştırmıştır. Aziz Nesin’le Markopaşa’yı çıkardıkları dönem ise yazarın politik bakımdan daha net bir pozisyona evrildiği yıllardır.

Ama S. Ali politik ve edebi konum olarak bir N.Hikmet, bir A.Nesin değildir.Politik tutumu sınıfsal değil, sevgi eksenlidir. Solculuğu ağırlıkla orta sınıf hümanizminin sınırları içerisinde kalmıştır.

S.Ali”nin gerçektende en politik eseri “İçimizdeki Şeytan” romanıdır.Bu roman yazarın kişisel politik tarihiyle doğrudan bağlantılı bir “kopuş” ve “hesaplaşma” romanıdır. S.Ali bu eseriyle bir anlamda eskiden belirli ölçüde etkilerini taşımakta olduğu şoven milliyetçilikten koptuğunu dosta düşmana ilan etmiştir. Bu nedenle başta Nihal Atsız olmak üzere eski tanışlarından ağır hakaretler işitmesine neden olmuş, hatta bu romanın yarattığı büyük etki Nihal Atsız”ı benzer bir isimle karşı bir roman yazmaya itmiştir.

Bunun dışındaki öykü, roman ve şiirlerinde politika hep bir arka plandır S.Ali’de… Bu politik arka planda ise sınıfsal olmaktan çok halkçı bir hümanizma kendini hissettirir bize. Eserlerinin biri hariç işçiler başat değildir. İşçi konumu S.Ali için özel bir alan değildir. Hatta işçiler ancak işten atılma ve iş kazası gibi hallerde birer ezilen statükosu kazanırlar ve S.Ali’nin lehte ilgi alanına girerler. Bunun dışında, yani düzenli bir iş sahibi olarak işçilerin, bırakalım özel ilerici bir dinamik sayılmasını, S.Ali edebiyatında örtülü biçimde ezilenlerden bile sayılmadığı izlenimi edinileceğini söylemek abartılı bir yorum değildir.

ÇARESİZLERİN, 'KADER MAHKUMLARI'NIN, DIŞLANMIŞLARIN, YOK SAYILANLARIN SESİ

Peki kimdir S. Ali’nin eserlerindeki ana toplumsal unsurlar: Kadınlar,mahkumlar ve kısmen de köylüler.

Kadınlar içinde de genel olarak toplumsal baskı ve feodal yargılar nedeniyle hayat kadınlığına, pavyon yaşantısına “düşürülmüş” kadınlar çok daha öne çıkar. Erkek karakterlerde de “mahpuslar” daha belirgindir. Bunda S. Ali’nin mahpusluk deneyimleri de kuşkusuz etkilidir. Ama gerek kadınlarda hayat kadınlarının, gerekse köylülük içinde ağa, töre ve yoksulluk zulmünün mağdurlarının öne çıkarılmış olması ile birlikte düşünüldüğünde, mahpus erkeklerin öne çıkarılmasının arkasında S.Ali’nin toplumsal yaşama bakışının çok daha belirleyici bir etken olduğunu görürüz.

S.Ali’nin toplumculuğu çaresizlerin, “kader mahkumları”nın, dışlanmışların, yok sayılanların sesi olan bir toplumculuktur. Eserlerinde işçilerin yanı sıra köylülerin de bir sınıfsal analize dayalı değil de, tekil çaresizlik ve dışlanmışlık durumlarına göre tipleştirilmesi, S.Ali’nin genel anlamda “toplumcu gerçekçi edebiyat ” içinde yer aldığını ama bu durumun kendi içinde ciddi kayıtlar taşıdığını da göstermektedir.Öğretmenler dışında, genel olarak aydınlara ve memurlara da negatif bir yaklaşımın hakim olduğu gerçeğini de eklersek, bütün bu unsurlarıyla S.Ali edebiyatının orta sınıf hümanizması ile şekillenmiş bir çeşit halkçı edebiyat olduğu değerlendirmesini yapabiliriz.

S. ALİ'NİN EDEBİYATI UMUTVAR SAYILAMAZ

Tam da bu nedenle, yani eserlerini tarihsel ve sınıfsal bir bağlama oturtmaktaki yetersizlikleri nedeniyle, S.Ali’nin edebiyatı umutvar sayılamaz. Umut yok değildir ama çok derinlerde ve belirsizdir. S.Ali’nin kahramanları bir iki istisna hariç süreci değiştiremezler, hatta çok müdahil bile olmazlar.Onlar büyük ölçüde direnişlerini “iyi olma hallerini” koruma çabasıyla dışa vururlar. Sıklıkla yalnızlığa ve doğaya sığınırlar. Bu “direngen kaçış” aslında S. Ali’nin kendi hayatındaki genel yaklaşımla çok örtüşen bir tavırdır.

İşin umutlu kısmı ise şuradadır: S.Ali için bütün insanlar temelde ve özsel olarak iyidir.İçinde bulunulan koşullardır onları hataya, yanlışa iten. Eserlerinde ki hemen bütün hayat kadını ya da suçlu/mahpus tiplerin, toplumda “saygın” mevkilere sahip tiplere göre daha erdemli, paylaşımcı ve fedakar olması bu anlamda açık bir mesajdır. Koşulları değiştirirsek insanlık iyi olan özsel kimliğine dönecektir S.Ali’ye göre.

Zaten bu yaklaşımıdır S.Ali’nin “toplumcu gerçekçi edebiyatçı” olarak değerlendirilmesini olanaklı kılan. Eserlerindeki tüm tipler, toplumsal/tarihsel koşullardan yalıtık birer kahraman olarak çıkmaz karşımıza. Zaman, ortam/mekan kişilerden daha önde ve belirleyicidir S.Ali’nin eserlerinde.

Bu nedenle kişi tasvirlerinden ziyade ortam/koşul/mekan tasviri öne çıkar eserlerinde. Şiirleri de dahil yalın/halkın anlayacağı ama derinlikli bir dil kullanır ve bu bilinçli bir tercihtir.

ŞİİR DEMİŞKEN 

S. Ali’nin şair kimliğinden söz etmeden geçmek büyük bir eksiklik olur. Her ne kadar kendisi şiirlerini pek beğenmese ve şiirlerinde “yenilikçi damar” gerçekten de biraz zayıf kalsa da, çok iyi şiirlerdir şiirlerinin çoğu… Sokakta Kalan Adam şiiri hariç tüm şiirlerinin hece ve aruz vezni ile yazılmış olmaları, şiirlerine yüksek bir müzikalite kazandırmıştır. Şiirlerinde imge saplantısı yoktur; imgeleri sade ve gerektiği ölçüdedir. Bu yüzden şiirleri çok sevilmiş, popülerlik kazanmış ve S.Ali şiirleri en fazla bestelenen şairler arasına girmiştir. Bir kaç şiirinden bazı dizelerle bitirelim yazımızı. Eminiz ki pek çok okur “Aaa bu şiiri biliyorum. Sabahattin Ali’nin miymiş bu?” diyecektir.

“Göklerde kartal gibiydim/ kanatlarımdan buruldum/ mor çiçekli dal gibiydim/Bahar vaktinde kırıldım”

“Benim meskenim dağlardır dağlar”

"Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz"

“Aldırma gönül aldırma” ve daha niceleri...

KARANFİL'DEN GEÇERKEN...

Karanfil Sokak malum Ahmed Arif'in ölümsüz dizeleriyle daha bir sevdiğimiz Ankara'nın/Çankaya'nın en güzide mekanlarından biridir.

Pek çoğumuz Karanfil Sokak'taki Ankara'nın ünlü kitapevlerinden Dost'a belki de yüzlerce kez uğramış, pek çok kitap almışızdır. Belki de S. Ali'nin kitaplarını da... Ama kaçımız biliyoruz ki bu kitapevinin bulunduğu apartmanda S. Ali'nin yaşadığını, pek çok önemli eserini burada ürettiğini ve o binada hala S. Ali'nin daktilo tuşlarına vuruş seslerinin dolandığını...

Karanfil Sokak'a ilk gittiğiniz de eskinin Adalar Apartmanı, şimdiki adı ise Deniz Apartmanı olan o binaya bakın ve o binanın çatı katında yaşamış olan S. Ali'yi düşünün lütfen... Karanfil Sokak sizin için bir başka anlam ve güzellik kazanacaktır.