Biz bize yeteriz!

Kendilerine tıpatıp benzeyen davetsiz misafirlerine karşı hayatta kalma savaşı veren bir ailenin yaşadıklarını konu edinen Us, Jordan Peele'in yönetmenliğinde izleyici ile buluştu. Giderek daha iddialı filmler çeken Peele kendi imzasını hissettirdiği, ilgiyi ve merakı sürekli ayakta tutan ve son kertede gerçekten ürpertici bir korku filmi sunmuş gibi duruyor…

Abone ol

DUVAR - Jordan Peele, bizce, özellikle son yıllarda, klasik korku filmlerinin tarzını modernize etmeye çalışan ancak bunu yaparken de artık eskide kalmış, başarılı hatta ekol yaratmış gerilim ve ‘gore’ filmlerine de sırt dönmeden bir tür ‘sentez’ filmler yaratmaya çalışan bir yönetmen kuşağının en önemli temsilcilerinden…

Yönetmen böyle filmler yaratmaya çalışırken, iki sene önce oldukça ses getirmiş filmi ‘Get Out’da yaptığı gibi casting kadrosunun bir kısmını Afroamerikan oyunculardan seçiyor, başkarakterlerini klasik ‘mükemmel aile’ görüntüsünün dışına koyuyor ve bunu sadece basit bir değişik tat vermek için değil, filmini alışageldik kalıpların dışına taşıyarak yeni bir tür korku yaratmak için kullanıyor. Ama ne yazık ki ‘Us’ filminde bu iddia ve kendisi için önemli olan her film tarzına yeni bir şeyler katma hevesi hikayede biraz kontrolü kaybetmesine yol açıyor. Sanki Peele üç filme yetebilecek bir konuyu tek filme sıkıştırmış izlenimi doğuruyor… ‘Get Out’daki kompakt ve derli toplu yapı, bu ikinci, fazla iddialı filmle sağlam bir yere bağlanmakta zorlanıyor, film uzadıkça konu dağılmaya başlıyor.

Adelaide ve Gabe Wilson çifti, zorlu geçen bir çalışma yılının yorgunluğunu atmak için, iki çocuklarıyla beraber, sahil evlerine gelmiş, görünürde mutlu ve huzurlu bir çifttir. Ancak Kuzey Kaliforniya’daki bu ev, Adelaide’in küçükken ciddi bir travma yaşadığı Santa Cruz plajındaki lunaparka çok yakındır ve Adelaide bunun gerginliğini hala hissetmektedir. Önceleri tatil, Wilson ailesi için oldukça huzurlu bir şekilde akar ve bu yaz evlerinde komşuları Tyler ailesiyle hoşça vakit geçirirler. Bu güzel geçen tatil, bir gece Wilson’ların bahçe kapısına dikilen dört esrarengiz yabancının gelişiyle ciddi bir şekilde sarsılır. İlk bakışta basit hırsızlar gibi görünen bu kişiler aslında çok daha korkunç amaçlar ve sırlar barındırmaktadır.

KORKU FİLMLERİNİN KURBANLARI…

Bilindiği üzere korku filmlerinde, genelde korkutucu bir yaratığın ya da kötü ruh, hayalet veya lanet gibi doğaüstü tehlikelerin hedefinde olan aileler dağılmış veya dağılmak üzere ailelerdir. Hollywood sinemasının çok sevdiği ve vazgeçemediği tema uyarınca, bu dağılmış aile, karşılarında ister düşman uzaylılar, ister lanet saçan ruhlar, isterse de çok tehlikeli canavarlar olsun, hep beraber bu tehlikelere karşı durur ve tabii ki birbirlerine kenetlenir ve filmin sonunda yine bir zamanlar olduğu mutlu ve huzurlu bir aile haline gelirler.

Bu gidişatın dışında kalan, az sayıdaki filmde ise, aile dağılmış değildir hatta görünürde ciddi bir problem bile yoktur ama her şey yolundayken, asıl bela filmdeki aileyi bulur ve olaylar karışır.

Yönetmen Peele, bu ikinci tür aileyi başkarakter olarak seçiyor ve Adelaide’in de yaşadığı travmayı çok geride bıraktığını göz önüne alırsak görünürde sorunlu bir aile veya aile bireyi bulunmuyor.

MODEL AİLEYİ BİR KENARA BIRAKALIM

Fakat yönetmen işte tam da burada farkını ve hedef aileyi modernize ederek becerisini sergiliyor. Aslında bu tarz filmlerde, beklenen genelde kurban ailenin orta/üst sosyal tabakaya dahil olan, beyaz, kültürlü, fiziken kusursuz (çok güzel bir anne, yakışıklı bir baba, şirin çocuklar!) ve ucundan kıyısından olsa da Hristiyanlık değerlerinden taviz vermeyen bir aile olmasıdır. Burada ise aile belki aynı sosyal tabakadan ama Afroamerikan, ailecek rap müzik dinleyen (genelde bu aileler klasik müziği tercih ederler) ve fiziken ‘kusursuz’dan uzak, ‘normal’ insanlar… Din işleri ile ise uzaktan yakından bir ilişkileri yokmuş gibi duruyor. Dolayısıyla bu ‘kutsal aile’den uzak olan insanların karşılaştıkları tehlike çok daha inandırıcı ve belki de çok daha korkutucu hale geliyor.

DÜŞMANLARLA EŞİT OLMAK!

‘Us’ın bir başka başarısı, asıl korku unsurunu, başta belirsiz ama film ilerledikçe belirginleşen ve şekil alan bir hikayenin içine yedirmesinde yatıyor. Üstelik filmdeki tehdit dünya dışı yaratıklardan değil normal insanlardan kaynaklansa da bunların bir yağmacı grup veya bir serseri çetesi değil ama bir ‘aile’ gibi görünmesi bizce olayı daha garip ve ürkütücü hale getiriyor.

Her ne kadar şeytan veya hayalet gibi gerçeküstü düşmanı kullanan bazı korku filmleri zamanında çok iyi sonuçlar verse, son yıllarda daha ayakları yere basan ve daha gerçekçi tehlikeleri kullanan yapımlar çok daha sağlam bir senaryoya sahip ve gizemini başarılı bir dayanağa bağlayan filmler olarak daha başarılı ve derin olabiliyor.

Unutmamız gerekir insanüstü varlıklarla çarpışmak bir ‘acizlik’ durumu yaratırken kendine eşit düşmanlarla mücadele etmek bir ‘dik durma’ anlamı taşır. Kendilerine benzer düşmanlarla karşı karşıya kalan insanlar gerektiğinde daha şiddetli, daha vahşi hatta daha ilkel davranışlarda bulunmak zorunda kalırlar ve senaryo başka bir boyuta geçer. Hikaye odağını bir ‘mücadeleden’ ziyade bir ‘hayatta kalma’ya kaydırır…

Eleştirinin buradan sonrası bazı sürprizleri açık etmektedir!

İNSANLARIN KARANLIK ÖTEKİLERİ…

‘Us’, asıl düşmanları olarak başkarakterlerden bağımsız değil onlarla bağlantılı hatta ‘onlardan’ olan kişiler üzerine kuruyor. Başta Wilson ailesi olmak üzere insanların karanlık yüzlerini temsil eden bu karakterler, her insanın içinde barındırdığı ‘ötekinin’ en tehlikeli hale gelmiş şekli gibi duruyor. Filmin karakterlerinin kendi karanlık yanlarıyla yüz yüze getirmek korku sinemasında asla değinilmemiş bir tema olmasa da, yönetmenin bu konudaki stlize tutumu ve enerjik anlatımı filmin yarattığı heyecanı ve merakı sürekli ayakta tutuyor. Gerçekten de bu ‘öteki’, karanlık Adelaide, Gabe veya çocuklarının sessizlikleri, onların derinden gelen az ama öz konuşmaları, her an her şeyi yapacak durumda olmaları seyirciyi çok hoş bir tekinsiz havaya sokuyor ve bizim karakterlerin bulunduğu ürkütücü ortamı iliklerimize kadar hissetmemizi sağlıyor.

Buraya kadar film enerjik bir şekilde, özgün karakterlerle ve beklentilerimizi karşılayan hatta üstüne çıkan bir korku duygusu yaratan, başarılı bir yapım gibi duruyor… ‘Us’ asli görevini yerine getirmesinin yanında aynı zamanda yönetmen Peel’in elinden çıktığının izlerini ve ipuçlarını sunan bir anlatım barındırıyor. Ancak filmin bu evresinden sonra, Peele’in daha önceki yapımında olduğu gibi filmini daha değişik yönlere kaydırmak, yani tamamen korku türünün dışına çıkmasa da filmin konusunu daha fantastik, daha kanlı ve daha sürprizli kılma hevesi baş gösteriyor ve biz, sanki bir filmin ikinci bölümünü değil başka bir yapım izlemeye başlıyoruz. ‘Get Out’ın kompakt yapısı içinde gözümüze çok batmayan bu sevda, bu filmde iyice ayyuka çıkıyor ve senaryo sonlanmak için adeta yalvarıyor ama yönetmen buna aldırmıyor ve hikayesini devam ettirerek Wilson ailesinin yaşadığı tehlikenin daha ülke çapında hatta belki de dünya çapında olabileceğine dikkat çekiyor.

Yönetmenin bu filmini (bizce gereksiz) uzatma merakını sadece bir ‘kendini gösterme’ veya ‘biçim denemesi’ gibi adlandırırsak, belki biraz haksızlık yapmış olabiliriz. Peele’in filminin bu ikinci bölümünde neyi hedeflediği belli: hikayesinin aksiyon ve şiddet dozunu arttırarak ‘kapalı alan’ (huit-clos) geriliminin dışına çıkmak ve belki de büyük yönetmen Romero’nun hayatımıza kattığı zombilerin saldırı temasına benzer bir bakış getirmek… Ancak filmin buna ihtiyaç duyup duymadığı bizce son derece tartışılır.

SON SÜRPRİZİN ETKİLERİ…

‘Us’ daki ikinci bölümden sonra gelen bir final sürprizi var ki bizce tamamen başarısız sayılmaz. Yönetmen Shyamalan’nın başarılı filmlerinin sonunu anımsatan bu final, film o zamana kadar biraz yönünü şaşırmasaydı güzel bir bağlanma noktası olabilirdi. Ancak dediğimiz gibi bu final biraz geç geliyor ve sanki bu final filmin ilk bölümünün sonunda gelse çok daha yerinde ve vurucu olurdu diye düşünüyoruz.

Filmdeki oyunculuklar son derece başarılı ve inandırıcı. Özelikle ana kadronun iki ayrı karakteri başarıyla canlandırdığını göz önüne alırsak, gerçekten üstün oyunculuk performanslarından bahsetmemiz gerekir. Başta artık son yıllarda iyice yükselen aktris Lupita Nyong’o ve onunla ‘Black Panther’ filminden sonra tekrar beraber çalışan Wiston Duke olmak üzere bütün oyuncuların performansları, filmin ilk bölümünün güzel bir şekilde akmasına, ikinci bölümünde ise her şeyin alt-üst olmasının engellemesine ciddi katkı sağlıyorlar.

Bizce, filmin ikinci yarısının aksaması bizce asla filmin başarısını tamamen gölgelemez… Sadece yönetmenin giderek daha iddialı filmler çektiğini ve sinemasal tempo olarak giderek gaza bastığını göz önüne alırsak, naçizane bir ricamız olabilir: ‘Biraz daha yavaş ve sağlam adımlar lütfen!’

Yönetmen: Jordan Peele

Oyuncular: Lupita Nyong’o, Winston Duke, Elisabeth Moss, Tim Heidecker, Shahadi Wright Joseph, Evan Alex, Noelle Sheldon, Cali Sheldon

Ülke: ABD