Bitter Daisies: Feminizm soslu polisiye

Bitter Daisies'in çıkış noktası türün kalıpları ile popülist eğilimleri harmanlayıp trendin ekmeğini yemek. Dolayısıyla feminist yakıştırmasındaki samimiyeti sorgulamalıyız.

Abone ol

İspanyol yapımı Bitter Daisies orijinal adıyla O Sabor Das Margaridas Netflix’in son Avrupa polisiyelerinden... Galiçya Bölgesinde çekilen dizi, ilk sezonunda kayıp bir kadının peşine düşülmesiyle ortaya çıkan toplu mezarı ve kadın cinayetlerini konu alıyor.

BİR KADIN KAYBOLMUŞ, KİMİN UMRUNDA? 

Kasabanın benzin istasyonunda çalışan Marta Labrada ardında kapısında kan izlerine rastlanan bir araba bırakarak kaybolmuştur. Kasaba polisine yardım etmek için gönderilen Rosa Vargas (Maria Mera) vakayı devralır ve araştırmaya başlar. Vargas diğer yandan sürekli olarak bir ses kaydını dinlerken esasen bir olay yeri daha aramaktadır. Marta'nın tüm arkadaşları, patronu, kasabalılar hemen herkes bir biçimde olayla ilişkilidir ve önemsiz biri görünen, birlikte olduğu erkeklere şantaj yapan bu genç kadın aslında sarsıcı bir video kaydını elinde bulundurduğu için hedef seçilmiştir.

Rosa kasaba karakoluyla işbirliği yaparken şüphelilerle değilse bile özünde kadın düşmanı bir tutumun yattığı pratikle karşılaşır. Bu küçük Galiçya kasabasında kadınlar ya kocalarını eve bağlamak için vardırlar ya da genelev olarak kullanılan kulüpte bedenlerini ve neşelerini satmaktadırlar. Bitter Daisies küçük ve konforlu erkek egemen dünyada ilerlerken her şeyi değiştirmek için gelen Rosa'nın sakladığı hikâyeyle daha da karmaşık bir hal alır.

ERKEK DÜNYASINDA KADIN MARİFETİYLE YÜRÜTÜLEN SORUŞTURMALAR

Diziye dair görüşlerime başlıktan girmek istiyorum ki bana kalırsa Bitter Daisies'in çıkış noktası türün kalıpları ile popülist eğilimleri harmanlayıp trendin ekmeğini yemek. Dolayısıyla feminist yakıştırmasına birtakım dayanaklar bulmak, bu iddiamızı ve dahası samimiyeti sorgulamak durumundayız.

Miguel Conde ile Alex Sampayo’nun yönettikleri dizi erkeklerin dünyasında geçiyor. Bolca maçoya rastlanan bir kasaba işlenmekte... Baş kahramanımız Dedektif Rosa'yı saymazsak karakolda ve kasabanın sosyal yaşamında, kısacası olayların geçtiği tüm mekânlarda bir erkek hâkimiyeti söz konusu. Tecrübeli polis Alberte, o emekli olduğunda yerine geçmeye hazırlanan “kız çocuğu babası” Mauro, tekerlekli sandalyeye mahkûm genelev işletmecisi Vidal, kilisenin zangocu, iri yarı ve tekinsiz Xavier, bir kazadan dolayı akli dengesini yitiren kardeşi Bernabe... Hemen hepsi farklı ağırlıklarda dahi olsa dizinin odağında yer alıyorlar.

Buna karşın kadınlar oyunu dengeleyebilseler de geri plandalar. Mauro'nun karısı kıskanç, kızı Rebeca saf... Genelevde çalışan Samanta özgürlüğüne düşkün fakat fedakâr, Marta deseniz şantajcı... Erkeği güçlü, kadını ise alabildiğine düşkün ve zaaflarına yenik gösteren bu çerçeve Rosa'nın mücadelesi ile altüst oluyor. Rosa kendine yeten, çevresini düzenleyebilen, güçlüklerin üstesinden gelebilen bir karakter. Hepsinden önemlisi zayıf yönlerini ustaca saklayıp yola devam ediyor. Bu bakımdan kasabaya dışarıdan taşınan bilinç diyebiliriz temsil ettiği çizgiye. Bilinç ve öz savunma iradesi. Çünkü Rosa yalnız cinayeti çözmek için çaba sarf etmiyor, aynı zamanda erkeklerin aşırı güvenlerini de yontarak bir varoluş mücadelesine girişiyor. Öyle ki Rosa başta meslektaşı Mauro olmak üzere gittiği her yerde kadınlığını bir eksiklik, yetersizlik olarak nitelendiren anlayışla karşılaşıyor. Ancak kadın dedektif biraz da aydınlatmaya çalıştığı davalar uğruna boyun eğmek yerine kendini kabul ettiriyor.

Bitter Daisies'in feminist söylemi Rosa'nın kendini kabul ettirmesi ve nihai amacına erişerek bu fikri pekiştirmesi üzerine inşa olmuş. Diğer yandan cinayetlerin kadın haklarıyla ilişkilendirilmesi ve fahişe sorununu gündeme getirerek kadın ruhu ve bedeninin vahşice sömürüldüğü koşulları gözler önüne sermesi dizinin hassasiyetini ortaya koymakta. Elbette bu sömürüyü “sapıklık” şeklinde uçlaştırarak, sistematik yönünü örterek yansıtması meseleye yaklaşımını hafifletiyor diyebiliriz.

BÜYÜK ŞEHİRDEN KASABALARA POLİSİYENİN SEYRİ YA DA SUÇU YERELE ATMAK

Bitter Daisies bu feminist/popülist dokunuşları dışarıda bırakırsak baştan sona bir şablonu takip ederken herkesin birbirini tanıdığı, bir şeyler sakladığı, trajikomik bir şekilde ham suçun işlenmiş suçtan katbekat fazla olduğu kasabalar üzerinden ilerliyor. Herkesin suç işleme potansiyeli ve elbette “özgürlüğü” taşıdığı bu küçük dünyalar şehrin kargaşasından ve bildiğimiz anlamıyla polis teşkilatının doğuşundan şekillenen polisiyeyi de yeni bir düzleme yerleştiriyor. Masumiyetin sorgulanıp güvensizliğin kışkırtıldığı bu düzlem şüphesiz ideolojik bir arka plana sahip... Yeni polisiyeler suçu topluma bölüştürerek siyasi yönetimlere de sorumsuzluk alanı açıyorlar. Küçük kasabaların şerit ardına itilip olay mahalline dönüştürülmesi yerel idarenin etkili olduğu Avrupa'da iktidarların benimsediği sosyal politikaları da bir bakıma kenara itiyor ve “toplum yararı” olgusunu göz önünden uzaklaştırıyor. Bitter Daisies özelinde konuşursak küçük ve maço kasabanın kadını ezen tutumu İspanya genelinden yani bu kültürle mücadele etmeyen merkezi politikadan soyutlanarak önemsiz kılınıyor hatta yerel kültüre sevimli bir katkı biçiminde algılanıyor.

Bu küçük kasabaların bir başka derdi ise büyük olayların gölgesinde kalmaları... Dizide Papa'nın ziyareti böyle bir anlam yüklenmiş. Dini (suskunluğu) ve erkek egemen sistemi temsil eden Papa (Baba) polis teşkilatının tek gündem maddesi... Buna rağmen polislerin fedakârlık sergileyip kayıp kadına odaklanmaları yine küçük kasabanın "ben de varım" itirazı olarak değerlendirilebilir. Bu polisiyelerde yerelin bir karşı söz söylemesi ve kendini düzenlemeye gelen büyük şehirli müfettişe yahut sansasyonel olaya (şölene) karşı var olması, en azından dengeyi sağlaması gerekiyor. Bitter Daisies Papa'nın ulaşmadığı, hani o kutsal elinin değmediği kasabalarda yaşananları onun sevimli ziyaretini yabana atarak teşhir ediyor.

FİNALE DOĞRU DÜŞEN TEMPO VE GİZEM ÖGESİNİN BAŞARISIZ YÖNETİMİ 

Dizi bozulmamış doğası ile dikkat çeken bu şirin Galiçya kasabasını Cehennemle örtüştürüyor. Dante'nin Kutsal Komedya’sından alıntılar bölümlerin başında yer alırken içeriğe dair ipucu veriyorlar. Bu alıntıların anlatıyı süslediği gibi seyirciye mesaj aktardığını söyleyebiliriz. Diğer yandan Papa ziyaretinin yanı sıra karakol amiri Alberte'nin vedası da söz konusu. Bu biri büyük öteki ise küçük ve samimi iki gelişme olayların gölgesinde akarken tırmanan gerilime eşlik ediyor. Ancak iyi açılan Bitter Daisies'in devamını getiremediğini söylemeliyiz. Finale doğru seyirci üzerindeki etki kırılıyor ve heyecan artmak bir yana azalıyor. Zaten bu zafiyet inandırıcılığın yitirildiği finale de taşınıyor. Rosa'nın sürpriz öyküsü, Mauro'nun değişen pozisyonu bir bölüme sığmamış. Üstelik dizinin bölüm süreleri hayli uzun, yaklaşık yetmiş dakika...

Bahsi geçmişken bu sürenin verimli kullanılmadığına da değinmeli. Her bölümü neredeyse film süresine denk gelen Bitter Daisies yan öykülere yeterince eğilmemiş, ilginç bir ısrarla Rosa'nın etrafında dönüp durmuş. Bölümleri bu kadar uzun tutulan bir anlatının tek bir karakteri merkeze alması özellikle günümüz için pek işlevsel değil. Dahası bu durum finali de etkisizleştiriyor. Bölümler (saatler) boyu olayları çözmeye çalışan Rosa'nın farklı bir meseleye daha yoğunlaştığını biliyoruz fakat eksenin tamamen kayması bunca emeği boşa düşürüyor. Benzer bir yüzeyselliğe yan öykülerde de tanık oluyoruz. Satanist ayinlere katılarak kasabanın kötülüğüne kendince tepki geliştiren genç kadın doğru dürüst “dinlenmiyor” bile. Bir polisiyenin olay örgüsüne dedektif titizliğinde yaklaşması, en ufak detayı dahi kurcalaması gerekmez mi? Aynı detayın kasabanın rahibinde de ıskalandığı açık. Rahip tesadüfen soruşturmaya girse dahi iyilik kötülük hakkında ileri sürdüğü düşünceler havada kalıyor. Bitter Daisies'in temel sıkıntısı ters köşe yapıp seyirciyi sürprize hazırlarken olay örgüsünü ilmek ilmek örmeyişi ve yan öykülerine özensiz yaklaşması. Yan öykülerin yeterince işlenmeyişi ise dizideki mesajların anlaşılırlığını zedelemiş.

* *

Bitter Daisies için yazıyı noktalarken şunları söyleyebiliriz. Dizi Galiçya'nın güzel doğasını görmek ve kasaba polisiyesi tatmak için fırsat yaratsa da maalesef öteye geçmiyor. Erkek egemen bir dünyada geçerken kadın kahramanın tüm dengeyi değiştirebildiği bir öykü anlatıyor ancak bunu da popülist söylemlerden ayrılmayarak bir anlamda heba ediyor. Bitter Daisies polisiyede “suçlu kasaba” temasından hoşlananlara ilaç gibi gelecektir. Yenilik arayanlar için ise reçetesiz antibiyotikten farksız!