Bir heyula: Joker

Joker bir akıl hastası olduğu için sorunlarının, yaşadıklarının sınıfsal yönünü göremiyor olabilir ama peki ya bizler? Bizler de yaratılan algılar sonucu kendi sınıfsal konumumuzu çoğu zaman fark etmiyoruz bile... O halde bizler de mi akıl hastasıyız?

Abone ol

Veysi Çetin

Bu yazı spoiler içermektedir.

Radyo çalıyor. Haber programı… Çöp grevi… Kalorifer yakıt zammı… Artan işsizlik… Film bu şekilde başlıyor. Gotham sokakları çöplerden geçilmiyor. Çöp yığınlarıyla toplumsal kokuşmuşluk iyice vurgulanıyor sanki.

Kentin her yerinde yoğun yazılama ve grafitiler var. Özellikle metro sahnelerinde, kullanılan metroların dışı ve içi baştan sona grafiti ve yazılamalarla dolu. Toplumsal huzursuzluğun bir başka yansıması bunlar da. Yaşadığı hayattan bunalan ve ağır bunalımlar geçiren insanlar öfke ve sıkıntısını bu yöntemle yansıtmış sanki: Öfkesini duvarlara kusarak.

Joker’in geçmişini öğrenmeye başlıyoruz yavaş yavaş. Ancak şunu da hatırlayanımız vardır ki Joker’in tek geçmişi yok. The Dark Knight’ta Joker kendi geçmişine dair farklı hikayeler anlatıyor: “Ağzımdaki yaralar nasıl oldu biliyor musun” diye başlayıp anlattığı iki ayrı hikaye var en azından. Bir hikayede babasının eline aldığı bıçakla Joker’e bunu yaptığını, diğer hikayede ise Joker karısına kızıp ağzına aldığı jiletleri çiğneyerek ağzını bu hale getirdiğini söylüyor. Haliyle The Dark Knight’ta ağzının nasıl bu hale geldiği konusu yanıtsız kalıyor. Joker filminde de geçmişine dair belirsizlik filmin sonunda devam ediyor: Joker evlatlık mı değil mi, Wayne onun babası mı değil mi?

Geçmişi filme rağmen belirsiz kalan Joker’in kişiliğine bakalım şimdi. Adı Arthur Fleck. Annesi ona “Happy” diyor. Karşıtlıklardan beslenen komedi türünün bir örneği gibi bu da. Komedi zıtlıklardan beslenir. Arthur’un yaşamı da her anlamıyla mutsuzdur ve annesi sanki komedi yapıyormuşçasına oğluna tam tersi bir lakap takmış, ona “mutlu” demiştir. Ancak gerçek, Arthur’un kendi değişiyle “tüm hayatım boyunca bir dakika bile mutlu olmadım” cümlesinde kendini gösterir.

Arthur'un annesinin akıl hastanesi geçmişi var. Sağlıklı bir kadın değil. Muhtemelen evlatlık olan Arthur, annesinin ona sağlıklı bakamaması ve zarar vermesi sonucu akıl hastalığına yakalanmıştır.

ZENGİN HAYAL GÜCÜ 

Oldukça hayalperest kişiliği de dikkati çekiyor. The Dark Knight’da Batman’le savaşırken (kendi değişiyle oyun oynayarak eğlenirken) Joker “kuralsızlık” vurgusu yapar. Sizin yöntemleriniz planlı ve kurallı der. Ancak kendisi kuralsız oynar ve beklenmedik şekilde hareket eder. Bu onun aynı zamanda gücüdür. Oldukça farklı, kuralsız ve zengin bir hayal gücüne sahiptir. İşte bu zengin hayal gücü Joker filminde de vurgulanır.

Arthur, metrodaki üç genci öldürmeden önceki bir film sahnesinde komşusu olan kadını takip eder. İş yerine kadar arkasından gider. Ancak bu sahne onun hayal sahnesidir, sonradan anlarız. Üç genci öldürdükten sonra da doğrudan komşusunu evine gider, onunla sevişir. Bu sahne de hayal sahnesidir. Bir sahnede bu kadınla dışarıda gezmekte, birlikte yemek yemektedir. Hatta annesi hastanede yatarken onun başucunda bu kadınla beklemekte, kadın onun sırtını sıvazlamaktadır. Bu sahneler de hayal sahnesidir.

Hayal sahnelerini düşünürsek, Arthur’a dair bazı tespitler yakalayabiliriz. Arthur’un muhtemelen hiç kız arkadaşı olmadı, zira küçüklüğünden beri akıl sağlığı bozuk biri. Çok yalnız biri ve özgüveni çok düşük. Zaten üç genci öldürdükten sonra müthiş bir özgüven geliyor ve o özgüvenle komşusunun evine gidip onunla sevişiyor. Ancak bu sahnenin hayal sahnesi olduğunu söyledik. Bu durumda Arthur, özgüvenini bile sadece zihninde yaşayabilen biri.

Her şeyi zihninde yaşayan biri olduğundan, psikologla olan sahnesinde “var olup olmadığımı bilmiyorum ama varım” diyor. Yaşadığı çoğu şeyi hayal dünyasında yaşıyor ve hangisi gerçek hangisi hayal bunu karıştırıyor. Bir sahnede komşusunun evine gerçekten gidiyor ve komşusu çok korkuyor. Zira Arthur kadının ilk kez evine gelmiştir. Arthur’un üzerinde bu eve sürekli geliyor olma rahatlığı vardır ancak gerçek öyle değildir. Arthur kadınla önceden geçirdiği tüm zamanın aslında hayal gücünde geçtiğini fark eder ve biz de o an anlarız önceki sahnelerin hayal olduğunu. Bu anlamda film ekibini takdir etmek gerek. Çünkü Arthur gibi düşünebilmek oldukça zor ve onu anlamak da keza aynı. Arthur’un hayalinde geçen sahneleri bize gerçek olaylarmış gibi izlettirip, Arthur’un gerçeği anladığı anda bizim de gerçeği anlamamızı sağladı. Arthur’un yaşadığı hayal kırıklığını bize de yaşattırdı. Arthur kadar biz de sarsıldık; zira komşusuyla olan ilişkisini biz de gerçekmiş gibi izledik. Arthur’un hayal dünyası işte bu kadar gerçek. Arthur iki ayrı dünyada yaşıyor.

Arthur’un günlüğü de çok şey anlatıyor. En vurucu cümlesi de zaten “umarım ölümüm hayatımdan daha mantı(k)lı olur”. Yaşadığı hayat ona mantıklı gelmiyor zira yukarıda hayal ve gerçeği bile ayıramadığını söyledik. Böyle olunca hayalinde yaşadığı şeyler gerçek hayatta onu yanıltabiliyor ve mantıklı düşünemiyor. Günlüğündeki yazı karakteri çok baskılı. Kalemi iyice bastırarak yazıyor. Yazı karakterleri çok yamuk ve nizamsız. Yer yer pornografik gazete kupürleri de yapıştırılmış bazı sayfalara. Bunlar kişilik bozukluğuna işaret...

Arthur’un hayal gücü konusunu geçmeden önce Arthur’a benzeyen başka birinden bahsetmek istiyorum: "The King Of Comedy" filminin ana karakteri Rupert Pupkin. Joker filmindeki Arthur’un komedi tutkusundan tut geniş hayal dünyasına kadar bu filmden yararlanıldığı düşünülüyor. Pupkin isimli karakter, ünlü bir komedyen olma peşinde. Esprilerini yazdığı bir defteri var ve espri biriktiriyor. Jerry Langford isimli meşhur komedyenin sunduğu komedi programını izliyor ve bu adama hayran, bu adamla görüşmek ve kendisini onun programına davet ettirmek için elinden geleni yapıyor. En sonunda adamı kaçırıp onu tehdit ederek programa kendini zorla çıkarttırıyor ve meşhur oluyor. Sonra tutuklanıyor ama 2 yıl 9 ay yattıktan sonra çıkıyor ve ünlü bir komedyen olarak program yapmaya başlıyor. Komedyen olma tutkusu ve sahneye çıkma isteği bir insanı kaçırıp hapse girmeyi göze alacak kadar büyük ve delice.

Pupkin’in Arthur'la diğer benzeyen yönünün hayal gücü olduğunu söyledik. Pupkin de filmiz bazı sahnelerinde komedyen Jerry’nin komedi programında kendini düşlüyor. Jerry’le yakın arkadaş olup kendini Jerry’nin evine davet ettiriyor. Jerry çok yorulduğunu ve bir süreliğine komedi programını Pupkin’in sunup sunamayacağı konusunda Pupkin’e ricada bulunuyor. Ancak tüm bu olanlar Pupkin’in hayal dünyasında oluyor ve biz de bu sahneler gerçekmiş gibi izliyoruz; ancak sonra hayal gücü olduğunu anlıyoruz. Joker filmindeki Arthur da evde annesiyle ünlü komedyen Murray’in programını izlerken kendini orada bir seyirci olarak düşlüyor, sonra Murray onu sahneye çağırıyor, ona sarılıyor, onu alkışlatıyor. Ancak Arthur’un zihninde gelişiyor tüm bu olanlar.

KOMEDYENLİK SEVDASI

Arthur’un komedyen olma sevdası var. Filmi izlerken “niçin bu komedyenlik sevdası” diye düşündüğümüz olmuyor değil. Ancak "The King Of Comedy" filminde bu sorunun cevabı da var. Bir dönem bu tür programlar çok yaygın ve insanlar bu programlara büyük ilgi duyuyor, kimileri de keşfedilmeyi bekliyor. En zengininden en yoksuluna kadar insanlar bu programlarla eğleniyor. Belki de yoksulların yoksulluğunu unutup gülerek nefes aldığı tek eğlenceleridir bu programlar.

Bu programların özelliklerinden biri de gülünç insanların zayıflıklarını programda yayınlamak ve onlarla alay etmek, şapşalları programa çıkartıp insanları güldürmek. Joker’deki Arthur’un keşfedilmesi de böyle oluyor. Daha önceden çıktığı bir sahneden görüntüleri paylaşılıp Murray tarafından alaya alınıyor. Murray böylece Arthur’un düşmanı oluyor. En çok sevdiği insanlardan biri olan Murray bir anda düşmana dönüşüyor. Joker’in ilk düşmanlarının kim olduğuna dikkat edersek, onunla alay edenler...

Yıllarca başkalarının aşağılanmalarına ve alaylarına maruz kalan Arthur, metrodaki üç genci onlar tarafından aşağılandığı ve dövüldüğü için öldürüyor. Annesini de evlatlık olduğu gerçeğini kendisinden yıllarca gizleyerek kendisini aşağıladığını düşündüğü için boğuyor. Annesinin ölümünden sonra evine ziyarete gelen eski mesai arkadaşını yine çalıştığı dönemde kendisiyle alay ettiği ve onun arkasından iş çevirdiği için elindeki makasla öldürüyor. Ancak ziyaretine gelen diğer arkadaşı Gary’i (cüce olan) öldürmüyor ve ona “bir tek sen bana iyi davranıyordun Gary” deyip kel kafasından öperek onu serbest bırakıyor. Ona iyi davrananlar dostu olurken, onunla alay edenlerse bir düşmana dönüşüyor.

İŞLENEN CİNAYETLER

Arthur’un işlediği cinayetler üzerinden bir değerlendirme yapmanın zamanı geldi artık. Joker’in yani Arthur’un işlediği cinayetler sınıfsal mı, bireysel mi, tamamen akıl hastası olmasından mı yoksa bireysel olmakla birlikte sınıfsal arka planı da var mı? Bu sorulara yanıt aramak gerek.

Arthur’un Murray’in programına çıktığı anı hatırlayalım. Murray soruyor “palyaço makyajı neden, sen de bugünkü politik göstericilerden misin, politik misin” gibi sorular. Ancak Arthur’un yanıtı net: Yok değilim, asla politik değil, tamamen gösterinin bir parçası. Film yapımcıları Joker’in aslında politik olmadığı imajını bu diyalogla güçlendirmeye çalışıyor olabilir ancak Joker’in bir akıl hastası olmasına rağmen politik de olabileceği, hatta Joker bunun farkında olmasa bile politik davranabileceği gerçeği. Nasıl mı? Şöyle; Arthur, Belediye'nin fon ve destek verdiği bir sosyal yardım kuruluşunda psikolog ve ilaç yardımı alıyor. Kendisi son derece yoksul; ki annesi sürekli maddi destek için Wayne ailesine mektup yazıyor. Ayrıca Arthur’un metrodaki üç genci öldürmeden hemen önce işten kovulduğunu ve son derece öfkeli olduğunu, üç gence tahammül edememesinin nedenlerinden birinin de bu işsizlik durumu olabileceğini atlamayalım. Psikologla son görüşmesinde kendisine artık ilaç yardımı yapılmayacağı doktoru tarafından söylendiğinde “peki ilaçlarımı nasıl alacağım” sorusu doktor tarafından “üzgünüm Arthur” şeklinde cevaplanmıştır. Arthur’un bu andan sonra artan şiddet ve cinayet eylemlerinde ilacını içememesinin de etkisi vardır. Akıl sağlığını artık kontrol edememektedir. Ayrıca zaten hayalperest olan, gerçekle hayal gücünü ayıramayan Arthur’un gerçeklik algısı daha da bulanıklaşmıştır bu andan sonra. İlaç onu az da olsa kontrol altında tutuyordu.

Arthur artık işsiz. Toplumda zaten aşağılanan ve alay edilen biri. Komedyen Murray’in kendisiyle alay etmesi de Arthur’un öfkesini kabartıp kinlenmesine ve cinayet tasarlamasına neden oluyor. Toplumsal olarak dışlanan Arthur, Murray’a tahammül edemiyor. Tam da bu sebeple Murray cinayeti öncesinde Arthur’un birikmiş bir toplumsal dışlanmışlık öfkesi var. Alay edilenin, dışlananın, öteki olanın öfkesi. Bir akıl hastasında da tezahür etse, bu öfke sınıfsal öfkedir bir yerde.

Metrodaki üç genci görünüşte sınıfsal bir öfkeyle öldürmüyor belki ama toplumda bunun karşılığı sınıfsal bir öfkeye neden oluyor. Üç gencin çalıştığı şirket de yine belediye başkan adayı ve şirket sahibi olan Wayne’nin şirketi. Wayne bu cinayetleri zengin sınıfına yapılmış kabul ediyor. Hatta bu eylemi destekleyen halkı küçük görürcesine onlara “Palyaço” diye hakaret ediyor. Zenginlere öfkeli olan yoksul halk ise bu cinayetleri işleyen palyaço makyajlı adama sempati duyuyor ve onu bayrak olarak kabul ediyor. DC Comics bu şekilde farklı bir şeyi göstermeyi amaçlıyor gibi ancak onu daha farklı okumak da bizim elimizde. Nasıl mı? Şöyle:

Film yapımcıları halkın örnek aldığı kişinin aslında bir deli olduğunu, şehri yakıp yıkmaya kadar götüren eylemlerin bir delinin yaptığı eylemin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını ve toplumsal mücadelelere kuşkuyla bakmamız gerektiğinin altını çizmek istiyor gibi. Ancak biz bunu bu şekilde okumak zorunda değiliz; ki filmin sonunda çoğu insanın Joker’e hayranlık duyması da bundan belki; filmi yapımcıların verdiği mesaj üzerinden okumayıp tersten okumak.

Topluma baktığımızda son derece yoksul olduğunu, insanların geçinemediği ve işçilerin bu sebeple greve gittiğini, artan zamlar ve artan toplumsal huzursuzluğun hakim olduğunu görürüz. Joker belki akıl hastası olduğu için sorunlarının sınıfsal olduğunun bile farkında değil ama aslında Joker’in öfkesi de sınıfsal. Bunu kendi ağzından dinliyoruz hatta. Murray’in programına çıktığında yaptığı konuşmada “toplumda kimsenin birbirini dinlemediği, kimsenin kimseye saygısının kalmadığı, zenginlerin yoksulları görmediği, bu toplumu sevmediğini” söylüyor. Kimsenin kimseyi dinlemediği, kendi çıkarı için başkasının arkasından iş çevirdiği düzen mevcut sınıfsal düzen değil de nedir. Joker’in, evine ziyarete gelen eski iş arkadaşını sırf kendisinin arkasından iş çevirdiği için öldürmesi dahi sınıfsallık içermiyor mu? Günümüzde artan işsizlikten ve iş piyasalarındaki rekabetten dolayı işçilerin birbirinin kuyusunu kazar hale gelmesi, bir gerçek değil midir?

Sırf işinden olsun diye Joker’in arkadaşı Joker’e silah hediye ediyor ve sonra onu ihbar ediyor patrona. Joker bu meseleyi kendisiyle alay edilmesi olarak algılıyor. Aslında mesele iş piyasasındaki rekabet ve işçilerin bu sebeple yozlaşması meselesidir de biraz.

Joker bir akıl hastası olduğu için sorunlarının sınıfsal yönünü göremiyor olabilir ama peki ya bizler? Bizler de yaratılan algılar sonucu kendi sınıfsal konumumuzu çoğu zaman fark etmiyoruz bile. O halde biz de mi akıl hastasıyız?

“Komedi sübjektiftir” diyor Joker. Neyin komik olup olmayacağına bile televizyonlar karar veriyor diyor ve kendi şakasını komik olarak buluyor. Kendi şakası ise silahla Murray’i öldürmek. Aslında bu eylemi, çoğu yoksul ve aşağılanan halkı sevindiriyor. Çünkü komedi sübjektif ve insanlarla alay eden bir komedyenin öldürülmesi yoksul halka eğlenceli geliyor. Ayaklanan halk bu öfkeyi meydanlara kustukça eğlenebiliyor ancak. Sınıfsal öfke ve yoksulluk, gülüşlerini öylesine çalmış ki ancak bu öfkeyi meydanlara kusunca rahatlayıp gülebiliyorlar.

Joker iyi biri mi kötü biri mi; sevelim mi sevmeyelim mi? Bu sorunların cevapları maalesef zor. Çünkü iyi ve kötü algımız basit parametrelerle kurulu. The Dark Knight’ta Batman karakteri iyi karakter olarak sunuluyor ancak Batman’in Bruce Wayne olduğunu ve çok zengin biri olduğunu unutmamak gerekiyor. Halk kahramanını bu kadar zengin birinden seçmek elbette ki bilinçli. Ancak Batman’i yoksul bir halk niçin sevsin? Filmde banka soygunu oluyor ve Batman’in uğraştığı kişiler bu soyguncular. Peki milyonlarca insanı asıl soyanlar bankalar değil mi? Bankayı koruyan Batman’i yoksul sınıf hangi sebeple sevsin...

Yine The Dark Knight filminde resmedilen Joker gerçek bir kötü karakter. Hatta son Joker filmindeki kadar sempatik de değil orada. Ama ona rağmen The Dark Knight’ı izleyen çoğu insanın Joker’e sempati duyduğunu söyleyebiliz. Joker’in yoksul sınıfa sunduğu bir vaat de yok. Hiçbir şeye de inanmadığını her filmde söylüyor. Peki ama neden seviyoruz bu karakteri?

Seviyoruz çünkü kuralsız. Mevcut kurallarla yaşamak bizi mutlu etmiyor. Mevcut kurallar demek, mevcut düzenin devam etmesi demek. Mevcut düzenden o kadar bunalmışız ki bu düzene çomak sokan bir deliyi bile sevebiliyoruz. DC Comics kendince bu düzeni savunuyor, Joker’in delilik yönünü iyice şişirmesi de bundan. Bu delinin peşinden gitmeyin diyerek halkın ayaklanmasını bile basitleştirip önemsizleştiriyor. Toplumsal sorunlarınız olabilir ama bakın, peşinden gittiğiniz deli evine baş sağlığı ziyaretine gelen eski arkadaşını bile öldürüyor diyor. Hatta Joker filminin son sahnesi akıl hastanesi ya da hapishanede Joker’le konuşan psikoloğun öldürülmesiyle sona eriyor. Joker kendi doktorunu bile katlediyor diyor. The Dark Knight’ta Joker’in bir hastaneyi havaya uçurduğunu da unutmayalım. Ancak yine de Joker’e olan sempatiyi bitiremiyorlar.

JOKER İYİ Mİ KÖTÜ MÜ?

Benim fikrime göre mesele Joker’i sevmek ya da sevmemekten çok öte bir mesele. Hatta Joker iyi mi yoksa kötü mü meselesi de değil. Joker bana göre bir heyula. Joker en başta mevcut düzenin huzurunu kaçırdığı için sempatimizi topluyor. Batman’i sevemiyoruz çoğumuz çünkü devletle çalışan bir güç. Ezilenlerin kahramanı değil Batman, düzencilerin kahramanı. Joker ise bir kahraman değil bence. Bu sebeple bir heyula dedim. İyi biri değil, kötü biri de değil. Zira bir deliye iyi ya da kötü diyemeyiz. Bu bağlamda iyi-kötü üzerinden bir değer biçemeyiz ona. Yaptıkları bazı eylemler bizi heyecanlandırırken bazıları sinirimizi bozar. Bankayı havaya uçurması sempatimizi toplar ama hastanedeki psikoloğu öldürmesi bizi üzer. Joker filmindeki dışlanmışlığı ve ezilmişliği onu bizden biri gibi gösterir bazen. Çünkü biz de dışlananlardanız çoğunlukla. Onda kendimizi görürüz. Bu sebeple üç genci metroda öldürmesi bize de sempatik görünebilir, çünkü biz de kendini beğenmiş asalak zengin tiplerden nefret ederiz. Ama kendisine ihanet eden eski iş arkadaşını makasla öldürmesi de bize itici görünebilir, ki bu ceza çok fazladır. İşte tam da bu nedenle Joker’e iyi ya da kötü diyemiyoruz. Bir ölçüsü ve kuralı yok. Mevcut düzene saldırdığı ölçüde sempatimizi çekerken, bizim de gerekli bulduğumuz kurallara saldırdığında sempatimizi kaybeder. Çünkü biz de kuralcıyız. Komünistler de kuralcıdır mesela. Anarşiyi istemeyiz. Düzen değişsin istesek de yeni düzen ve yeni kurallar için elimizi sıvarız. Joker bu sebeple hiçbir forma uymuyor. Haliyle iyi-kötü formuna da uymuyor. Parametrelerimiz onu değerlendirmekte aciz.

Toparlamak gerekirse, yazıya ayaklanma sahnesiyle son vermek istiyorum. Ayaklanma sahnesinde Joker polis arabasından eylemciler tarafından çıkartılır, bir aracın üzerine çıkıp dans eder. Burnundan gelen kanı ağzının etrafına yayarak gülümser. Burnumuz kanamadan gülemiyoruz der gibidir.

Joker’e bir heyula demiştim. Gezi Ayaklanması döneminde bu heyula birkaç ağaç formuna girmişti mesela. Fransa’da yeşil bir yelek, Tunus’da bir def ve bir kadının ezgileri, Şili’de ulaşım zammı, Lübnan’da artan vergiler ve diğer birçok ülkede çeşitli formlara girerek halkın arasında dolaşıyor. Bir dönem Avrupa’da dolaşıyordu en büyük heyula. Bu heyula farklı formlara bürünse de her yerde aynı işlevi görüyor: Ezenleri ürkütüyor, ezilenleri kucaklıyor. Joker de patlama noktasına gelmiş bir toplumun sokağa akmasına ön ayak olan bir figür. Deli olması DC Comics’in ve mevcut düzen savunucularının bilinçli seçimi ancak toplum açısından heyulanın dişisi erkeği, akıllısı delisi olmadığından toplum bu heyulayı sahipleniyor.