Bir beden üzerinden tarif edilen toplum

Andrew Jolly, bir aşk öyküsüyle birlikte, Meksika’nın karanlık tarihinden de kesitler sunuyor. Öyle ki şiddet, yoksulluk, kilise ve kadınların hiçleştirildiği sosyal doku yer yer aşk öyküsünün önüne geçiyor.

Abone ol

Silopi’de keskin nişancılar tarafından vurulan 57 yaşındaki Taybet İnan’ın cesedi günlerce sokak ortasında bekletilmişti. Kocası ve çocukları onun can çekiştiğine, cesedine sineklerin konduğuna tanıklık etmek zorunda bırakılmıştı. Onu alma girişimleri kurşunla karşılık buluyordu çünkü.

Benzer şekilde Rozerin Çukur cesedi de Diyarbakır’ın Sur ilçesinde aylarca bekletilmişti. Cenazeyi almak için yapılan bütün girişimler, çatışma var gerekçesiyle geri çevrilmişti. Onun cesedinin üzerine kar yağarken ailesi açlık grevi yapıyordu.

Taybet İnan’ın ailesinden kimseyle tanışma şansım olmadı. Ama Sur’da hayatını kaybeden çocukların aileleriyle tanıştım, konuştum haberlerini yaptım. Onların gözlerindeki çaresizliği, umut ışığını, öfkeyi gördüm. Birkaç yüz metre ötede karın altında yatan çocuklarının cesedini almak, defnetmek istiyordu aileler ve bunu gerçekleştiremiyorlardı. Buna inanmak, tahammül etmek, kabullenmek insanın aklını zorluyor olsa da gerçekti. Çocukları öldürülmüş ve aileleri de cezalandırılıyordu.

İKİ ÖYKÜ

Bu cezalandırma yöntemine tanıklık ederken aklımda hep iki öykü vardı. Biri Sabahattin Ali’ni “Kağnı” adlı öyküsüydü. Sabahattin Ali, bir “kocakarı”nın, bir ay önce öldürülmüş oğlunun cesedini mezardan çıkarıp kağnıya yüklemesini, gece karanlığında kasabaya doğru yol alışını anlatır. Meraklısı, Ali’nin bu öyküsünü internetten de bulup okuyabilir. Benim asıl tanıtmak istediğim kitap ise, Andrew Jolly imzalı “Seni İçime Gömdüm” adlı romanı.

'HAİNLER MEZARLIĞI'

Ölülerini gömemeyen insanların apaçık acısı, yıllar önce okuduğum “Seni İçime Gömdüm” romanını hatırlatmıştı. Bu apaçık acıyı unutmak için olsa gerek, romanı bulup yeniden okumak hiç içimden gelmemişti. Ta ki 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra yaşananlar romanı yeniden hatırlatıncaya kadar.

Bilindiği gibi, darbe girişiminde bulunup hayatını kaybeden askerler hain olarak ilan edildi. Hainlerin mezarlığa defnedilmesine izin verilmedi. Astsubay Ercan Şen, Samsun Büyükşehir Belediyesi mezarlıklarda yer vermeyince, baba evindeki bahçeye defnedildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, darbe girişiminde bulunup hayatını kaybedenler için, Hainler Mezarlığı hazırladı.

Öyle anlaşılıyor ki hem karar vericiler hem de medya mensupları, yakınlarını defnedecek mezarlık bulamayan insanların acısına bakmayı akıl edemedi.

“Seni İçime Gömdüm” geride kalanın acısına bakan bir roman.

ESRARENGİZ YAZAR

Yazıyı yazmaya başlamadan önce internetten romanla ilgili küçük bir araştırma yaptım. Roman, yedi baskı yaparak, okurdan hak ettiğini düşündüğüm ilgiyi görmüş. Bendeki nüsha beşinci baskıya ait.

“Seni İçime Gömdüm” romanını, Türkçenin en iyi öykücülerinden biri olan Tomris Uyar çevirmiş. Kitabın üçüncü baskısı için kısa bir önsöz yazan Uyar, yazarla ilgili olarak, şöyle demiş:

“Şimdilerde, üçüncü baskıyı hazırlarken en gelişkin bilgisayar ağlarının bile bana yardımcı olamadığı ortaya çıktı. Adnan Semih’teki özgün roman da onunla birlikte kayıplara karıştı. Belki yazarın seçmesi de bu yöndeydi: bir sır olarak kalmak.”

Yıllar sonra internette küçük bir arama yaptım yazarla ilgili. Ancak ben de bir sonuca ulaşamadım. En azından Türkçede, yazarla ilgili bir bilgi mevcut değil. Uyar’ın dediği gibi, sır olarak kalmak, belki de yazarın seçmesiydi.

BİR ÖLÜYÜ TAŞIMAK

Kabrero’nun karısının ölüm sahnesiyle başlıyor roman. Kabrero, gözyaşı dökmeden, paniklemeden ve umutsuzluğa ya da isyana kapılmadan karısını yıkar, en temiz ve yeni elbiselerini giydirir ve bir sedye hazırlar. Yaşadığı ıssız bölgeden kasabaya götürecek, oradaki mezarlığa gömecektir karısını. Uzun ve zorlu bir yolculuk beklemektedir Kabrero’yu, hazırlıklarını buna göre yapar.

Yol boyunca Meksika’nın zorlu coğrafyasını ve Kabrero’nun neden ıssız bir yerde yaşamak zorunda kaldığını anlatıyor Andrew Jolly. Karısı Kızılderilidir Kabrero’nun ve bu nedenle ailesi başta olmak üzere bütün kasaba tarafından dışlanmıştır. Kızılderilileri aşağılayan bütün ezberlere karşı çıkarak ve dışlanmayı göze alarak evlenmiştir Kabrero. Kızın ailesinin yaşadığı kulübede, Kızılderili geleneklerine göre evlenmiş, sonra herkesten uzağa giderek karısıyla yalnız yaşamaya başlamıştır. Bu tercihinden dolayı pişmanlık duyduğuna rastlamayacağız Kabrero’nun. Ancak karısının sol memesinin altındaki şiş, bir türlü iyileşmez, giderek kötüler ve Kabrero’nun “İki yıllık yeşil mutluluk” diye tanımladığı zamanı nihayete erdirir.

Kabrero, nasıl ailesine, kiliseye ve geleneklere başkaldırıp evlendiyse Kızılderili kızla, yine aykırı bir girişimde bulunarak, karısını kasabanın mezarlığına defnetmek ister. Sedyeyi taşırken elleri yırtılmış, sırtının derisi güneşte yanmış, ayakları şişmiş ve haydutlar tarafından omzundan yaralanmış halde kasabaya varması herkesi dehşet içinde bırakmıştır. Bir ölüyü taşımanın fiziksel ve duygusal ağırlığını kasabadaki herkes görmüştür, ama yine de cenazenin mezarlığa defnedilmesine izin çıkmaz. Ağabeyi, “Dağda niye gömmedin?” diye sorar ve ekler: “Altı üstü bir Kızılderili değil mi?” diyerek karşı çıkar. Rahip, “Kutsal toprak orası” diyerek izin vermez mezarlığa gömülmesine.

TOPLUMU TARİF ETMEK

Romanın ikinci yarısı, Kabrero ve ağabeyini rehin alan haydutların, kızın cesedini de yanlarına alarak geriye dönmelerini anlatır.

Şiddetle, geleneklerle, kiliseyle kuşatılmış Kabrero’nun aklındaki tek şey, karısını gömmektir. Etrafında olup bitenleri, kendi hayatının tehlikede olduğunu görüyor, ancak bütün duyuları ve bedeniyle, karısını gömmek istemektedir. Kendine sorular sorar, kasaba özelinde içine doğduğu toprakları sorgular ve en çaresiz zamanında, “Tanrım, kurtar beni bu aşktan!” diye yakarır.

“Seni İçime Gömdüm” bir ‘çılgın’ adamın bir Kızılderili kıza âşık olmasını, herkesi karşısına alarak evlenmesini ve ölen karısını kasabasının mezarlığına defnetmek için çıktığı yolculuğu anlatıyor. Romanı böyle özetlemek mümkün elbette. Ama Andrew Jolly burada durmuyor, bir aşk öyküsüyle birlikte, Meksika’nın karanlık tarihinden de kesitler sunuyor. Öyle ki şiddet, yoksulluk, kilise ve kadınların hiçleştirildiği sosyal doku yer yer aşk öyküsünün önüne geçiyor. Denilebilir ki Jolly, toplumu ölü bir beden üzerinden tarif ediyor.

Andrew Jolly şiirselliğini kısa, çarpıcı ve yalın cümlelerinden alan bir dille yazmış “Seni İçime Gömdüm”ü. Güçlü dili ile görsel bir şölen de sunan roman, sağlam kurgusu sayesinde de akıcılığı hiç kesintiye uğratmıyor.

Roman suçun şahsiliğini, ölenlere yönelik bitmeyen öç duygusunu ve elbette ölenlerin yakınlarına çektirilen acılar üzerine bir kez daha düşünmenin yolunu açıyor. Ölüye ve yakınlarına nasıl davrandığımız, insani değerlere ne kadar yakın olduğumuzu da gösteriyor.

İnsani değerlere yakın duralım ve herkes için, Kızılderililer, Kürtler ve ‘hain’ler için de bir mezarı çok görmeyelim...