'Beyaz Yakalı Eşcinseller': Sesin bile kontrol altında

Aysun Öner’in “Beyaz Yakalı Eşcinseller ‘İşyerinde Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve Mücadele Stratejileri’” başlıklı araştırması İletişim Yayınları etiketiyle yayımlandı. Öner, LGBTİ bireylere yapılan ayrımcılığı, ayrımcılık yaşayanların ne türlü zorluklarla baş etmek zorunda kaldıklarını yaptığı görüşmeler ve derinlemesine gözlem tekniği ile ortaya koyuyor.

Abone ol

İnsanların yaşamlarını kendi oluşları gereğince yaşaması, yani ait hissettiği kimlik, dini inanç, cinsel yönelime göre kendini gerçekleştirmesi temel haktır. Ancak maalesef dünyada işler olması gereken haklar çerçevesinde yürümediği için ve hak verilip, talep edilen bir duruma dönüştüğü için pek çok alanda “farklılaştırılmış” gruplar çeşitli ayrımcılık biçimleriyle karşı karşıya kalıyor. Bu grupların başında da LGBTİ bireyler yer alıyor. İş yaşamından, aile yaşamına, gündelik hayattan, okul hayatına kadar pek çok alanda cinsel yönelimi “farklı” olarak kurulmuş olan özneler, kimliklerinden kaynaklı dışlanmaya, yalnızlaştırılmaya, gizlenerek varlığını korumaya çabaladığı bir yaşama, damgalı bir hayata mahkûm edilmeye çalışılıyor. Bana göre bu aynı zamanda bir şiddet biçimi çünkü öznenin kendi bedeninden kovulması, benliğinin parçalanması anlamını içeriyor.

Bu bağlamda, Aysun Öner’in “Beyaz Yakalı Eşcinseller ‘İşyerinde Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve Mücadele Stratejileri’” başlıklı araştırması, beyaz yakalı eşcinsellerin iş yaşamında karşılaştıkları ayrımcılığı ve geliştirdikleri mücadele yöntemlerini ele alıyor. Yazar, feminist teori perspektifiyle ele aldığı konuyu tartışırken, ikili toplumsal cinsiyet sisteminin, kadınlar ve LGBTİ bireylerin iş yaşamını nasıl sorunlu hâle getirdiğini, ayrımcılık yaşayanların ne türlü zorluklarla baş etmek zorunda kaldıklarını, daha çok gey ve lezbiyen bireyler ile yapılan görüşmeler ve derinlemesine gözlem tekniği ile ortaya koymaya çalışıyor. Öner, benimsediği yöntemi şöyle ifade ediyor: “Gerçekleştirdiğim bu akademik çalışmada ikinci kuşak feminist araştırmacı aktivistlerin yaklaşımı benimsenerek, lezbiyen ve geylerin gerçek yaşam deneyimleri ele alınmış, onlar adına konuşmak yerine gerçekler açıkça dile getirilerek yaşanan ayrımcılıklara karşı onlarla birlikte bir duruş geliştirme yolu benimsenmiştir.” Bu yöntem içeriden konuşabilmeyi mümkün kılarken, ayrımcılığa maruz kalan öznelerin de kendi deneyimlerini anlattıkları, araştırmanın parçası oldukları bir çalışmanın önünü açmış oluyor, sıkıntı ortaklaşıyor ve çözüm üzerine birlikte düşünebilme potansiyeli ortaya çıkıyor. Metinde, toplumsal cinsiyet normlarının birey üzerinde yarattığı derin psikolojik şiddeti görebiliyoruz. Çünkü görüşme yapılan bireylerin anlattıkları ve araştırmada varılan sonuçlar en ayrımcı olunmayacağını düşündüğünüz yerlerde bile çeşitli ayrımcılık biçimleriyle karşılaşıldığını gösteriyor.

AYRIMCILIĞIN HER BİÇİMİNE AÇIK BİR YAŞAM

Ayrımcılık bireyin ırk, cinsiyet, din, medeni durum, statü gibi nedenlerle “farklı” bir özne olarak kurulup, çeşitli alanlarda farklı muameleye maruz kalması olarak tanımlanabilir. Burada ayrıca çoğunluğa göre belirlenen bir tutum da söz konusudur. İş durumunda ayrımcılık ise, Öner’den aktaracak olursak: “iş görüşmesine çağırmama, işe almama, işten çıkarma, tazminat bedelini düşük gösterme, düşük performans notu verme, terfi engelleme veya erteleme, hak kullanımını engelleme, görev değişikliği ve benzeri biçimlerde gerçekleşir.” Bu ayrımcılık, maruz kalan bireyin iş yerindeki yaşamını etkiler. Çünkü iş yeri ayrımcılığı aynı zamanda kitapta bahsedildiği gibi; “kurumlar ve/veya oradaki bireyler tarafından, bir grubun üyelerinin çalışma becerilerini olumsuz etkileyen haksız hüküm ve koşulların sistematik olarak sergilenmesidir.” Böyle bir durumda cinsel yönelimi, etnik kimliği, dini inancı farklı olan birey egemen olanın kendini dayatmasıyla karşılaşır. Ayrımcılık sadece bu bahsettiklerimizle de sınırlı değil, kendisini “resmi ayrımcılık” olarak gösteren biçimde, kitabın ulaştığı sonuçları göz önüne alarak söylersek: “işe almama, üst düzey görevlere yükseltmeme, görev azaltma, istifaya zorlanma ve işten çıkarma” olarak karşımıza çıkıyor. LGBTİ bireyler söz konusu olduğunda, resmi ayrımcılığa maruz kalmanın en önemli sebebinin yasalardaki boşluklar olduğunu görülüyor; ikili cinsiyet sisteminin kurallarına göre hazırlanmış ve genel ahlâk söylemiyle beslenmiş yasalar, cinsiyet kimliği nedeniyle “farklılaştırılmış” grupları ayrımcılığa daha açık hale getiriyor ki kitapta yapılan görüşmelerden de bunu görebiliyoruz. Ayrıca Türkiye’de ordu gibi militarist kurumların eşcinselliği hâlâ hastalık olarak değerlendirdiğini ve doğal olmayan bir ilişki yaşandığı gerekçesiyle gey bireyleri işten çıkarabildiğini, bazı kurumların ise “yüz kızartıcı suç” olarak kapsamında değerlendirdiğini de eklemek gerek.

Beyaz Yakalı Eşcinseller, Aysun Öner, 237 syf., İletişim Yayıncılık, 2015.

'GAYRI RESMİ AYRIMCILIK'

Ayrımcılığın bir diğer boyutu da “gayrı resmi ayrımcılık” olarak çıkıyor karşımıza, bunun formları Öner’in araştırma sonuçlarına göre şöyle; “dışlama, alay etme, sert yahut sorgulayıcı bakışlar yöneltme, saygısızlık, yok sayma, mobbing, cinsel taciz, evlilik ve aşk yaşamı ile ilgili sorular sorma, damgalama, eşcinselliğe ilişkin hoşgörü içeren (‘Eşcinselliği kabul ediyorum’, ‘Sen diğer eşcinsellerden farklısın’ vb.) ifadeler iletme gibi sözlü ve sözsüz tacizlerdir.” Bu form iş yaşamı kadar gündelik yaşamda da karşılaşılan bir ayrımcılık biçimi bana kalırsa. Kitaptaki görüşmeciler ifşa olduktan sonra yani cinsel yönelimlerini açıkladıktan sonra özellikle bu taciz biçimiyle karşılaştıklarını ifade ediyorlar. Örneğin, kitaptaki lezbiyen görüşmecilerden Selin, iş sebebiyle evinde bulundukları zaman içerisinde, yöneticisinin gömleğini çıkararak kendisine tacizde bulunduğunu ifade ediyor. Yine sık karşılaşılan örneklerden birisi de farklı cinsiyet yöneliminin bir hastalık olarak kurulmasından yani “anormalleştirilmesinden” kaynaklı olduğunu düşündüğüm, heteroseksüel bireylerin kendisiyle birlikte olma teklifini bir “düzeltme” yöntemi olarak sunması durumu, bunun anlamı amiyane tabirle “benimle birlikte olursan tedavi olursun” gibi bir cümleye karşılık geliyor. Veya gündelik dilde, iş yeri ortamında cinsel yönelimini açıklamış birisine karşı “olsun, benim de LGBTİ arkadaşlarım var” tavrının beyaz yakalı eşcinsellerin yaşamını her anlamda olumsuz etkilediğini görebiliyoruz.

DİRENME STRATEJİLERİ

“Beyaz Yakalı Eşcinseller ‘İşyerinde Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve Mücadele Stratejileri’” kitabı burada maalesef tamamına değinemediğimiz daha pek çok ayrımcılık biçiminden bahsediyor. Bunca ayrımcılığa maruz kalmanın sonucu olarak da LGBTİ bireylerin “hayatta kalmak” için çeşitli stratejilere başvurduğunu görüyoruz. Metinde bu konuda kavramsal çerçeve ayrıntısıyla işleniyor ve görüşmelerle destekleniyor. En yaygın stratejilerden birisi kimliğini gizlemek olarak çıkıyor karşımıza ki bunun ne kadar zor olabileceğini tahmin edebiliriz. Çünkü anlamı, hiçbir zaman kendi gibi olamamak, her hareketini kontrol etmek zorunda kalmak, ikili bir ben ile var olmak, kısacası gözetim altında yaşamaktır. Öner’in ulaştığı gizlenme biçimleri de bunun göstergesi oluyor: “karşı cinsle ilgileniyormuş gibi davranma, karşı cinsten bir sevgilisi varmış gibi davranma, sohbeti yarıda kesme, konuyu değiştirme, sessiz kalma ve mekânı terk etmenin yanı sıra, giyim, takı, ses tonu, konuşma tarzı, retorik, tavır mimiklerde ‘sözsüz’ yahut kullanılan sözcüklerle ‘sözlü’ biçimde heteroseksüelliği taklit etme ve benzeri davranışlar.” Görüldüğü gibi bu oldukça sıkıntılı bir durum yaratır; bir öznenin kendine yabancılaşması, adeta bedeninde başka birini yaşatması anlamını içerir ve bana kalırsa bu da bir anlamda şiddettir. Ancak bu mecburi bir durumdur çünkü cinsel yönelimin açıkça ortaya konması pek çok ayrımcılık biçimine açık olmak anlamına gelir. Ayrıca, metinde cinsiyet kimliğini “doğrudan” veya “dolaylı” olarak açık eden görüşmecilerden, aktivist veya bir şekilde bu konuda çalışma yürüten derneklerle ilişki içinde olanların, haklarından daha haberdar olduğu görülürken, ayrımcılığa maruz kalan bireylerin de kapısını ilk çaldıkları yerlerin (sonrasında o dernek veya kurumla ilişkisini sürdürmese de) bu örgütler olduğu görülüyor. Bu anlamda LGBTİ aktivizminin ve bu konuda faaliyet gösteren kurumların önemi de ortaya çıkmış oluyor. Çünkü ayrımcılığın her türlü biçimine açık olan LGBTİ bireyler, yasaların önünde eşit olmadıkları gibi, genel ahlâkçı politikalar, son yıllarda iyice yükselen muhafazakârlık, toplumsal gözetim gibi pek çok olumsuz durumla baş etmek zorunda bırakılıyorlar. Bunun için sadece son yıllarda artan faaliyet yasaklarına, trans cinayetlerine ve sosyal medyada açılan nefret yüklü tag’lere bakmak bile yeterli fikrimce.

Aysun Öner’in “Beyaz Yakalı Eşcinseller ‘İşyerinde Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve Mücadele Stratejileri’” başlıklı metni işyerinde LGBTİ ( kitapta daha çok LGB bireyler olarak kullanılmış çünkü görüşmecilerin yönelimi daha çok bu kimliklerden oluşuyor) bireylerin yaşadığı ayrımcılığı ayrıntılı bir şekilde tartışırken, bu ayrımcılık nedeniyle geliştirilen direnme stratejileri üzerine de düşündürüyor okuru. Özellikle “gizlenme” durumunda bireyin varlığında nasıl derin yarıklar açılabildiğini gözlemleyebiliyor ve neler yapabileceğimiz konusunda daha fazla çaba harcamamız gerektiğini fark ediyoruz. Ve tüm bu ayrımcılığın toplumsal cinsiyet normlarından bağımsız olmadığını, kendi “oluşu” nedeniyle ezilmenin çoğunluk üzerinden işleyen politikalar ile ilişkili olduğunu görüyoruz.

Beyaz yakalı denince belli bir eğitim almış bireyler, daha az ayrımcılık yaşanabilecek ortamlar aklımıza geliyor oysa en umulmadık kurumlarda bile maruz kalınan ayrımcılık gösteriyor ki bu epey iyimser bir bakış açısı. Şöyle düşünün ayrımcılığa maruz kalmamak için kendi sesinizi bile kontrol ediyorsunuz, sesiniz bile kendinize ait değil ne hissedersiniz?