Bekir Kaya: Şaibemiz olsa manşetlerde olurduk

Van Belediyesi Eşbaşkanı Bekir Kaya, Abdullah Öcalan için başlatılan açlık grevi eylemine katılıyor. Kaya, açlık grevi ve belediyelere kayyım atanması tartışmaları ile ilgili açıklamalarda bulundu.

Abone ol

Vecdi Erbay  verbay@gazeteduvar.com.tr

DİYARBAKIR - PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları ve yakınlarıyla görüşebilmesi için 5 Eylül’de başlayan açlık grevi devam ediyor. Demokratik Bölgeler Partisi Diyarbakır il binasında açlık grevini sürdüren 50 kişi, dinlenme saatleri dışında Vedat Aydın Konferans Salonu’nda destek ziyaretine gelenleri ağırlıyorlar. Grevciler ile destek ziyaretinde bulunanlar zaman zaman birlikte şarkı söylüyor, halay çekiyorlar.

Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Bekir Kaya ile yaptığımız söyleşinin son bölümünde gençlerden oluşan bir müzik grubu, salonda bulunanlara konser vermeye başlamıştı.

İki dönemdir Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanlığı görevini sürdüren Bekir Kaya ile açlık grevini, belediye çalışmalarını ve belediyelere kayyım atamayı onaylayan yasayı konuştuk.

Öcalan’la görüşmenin önüne neden engel konuluyor?

18 yıldır İmralı rejimi var. Hem ulusal hem de uluslararası hukuka aykırı bir İmralı rejimi var. Dönem dönem şeklen de olsa bazı gerekleri yerine getiriliyor ailesiyle, avukatlarıyla görüştürülüyor. Tecrit kimi zaman daha ağırlaştırıldı. Son yıllarda biraz daha fazla heyet gitmeye başladı, heyetle birlikte avukat sonra ailesiyle görüştü. 2012 açlık grevi başladı. Açlık greviyle birlikte bir müzakere süreci de başlamış oldu. Şöyle bir şey var, devlet, legal olsun olmasın, Kürt siyasetine hep benzer yaklaşım içinde olmuş.

Bizim içinde bulunduğumuz eylem biraz daha farklı. 15 temmuz’da bir darbe girişimi oldu. Birçok yer hedef alınıp bombalandı. Bu hedeflerden biri de sayın Öcalan’ın da bulunduğu İmralı adasıydı. Bunu hükümete yakın çevreler söyledi. Bir helikopterin İmralı’ya inmeye çalıştığı, Ada’da çatışma çıktığı bilgisi ve helikopterin Yunanistan’a kaçtığı iddiası var. Ada’da görev yapan subayların tutuklandığını biliyoruz. AKP’ye yakın kaynaklar bunu dile getirdi. Dolayısıyla sayın Öcalan’ın yaşamıyla ilgili ciddi kaygılar başladı. Bu kaygılardan kaynaklı farklı kesimlerden farklı kampanyalar meydana gelebilirdi. Hatırlayın, sayın Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemleri yapıldı ve insanlar bedenlerini ateşe verdi, sokaklarda ciddi eylemler yapıldı. Farklı kesimlerden insanlar bir araya gelerek toplumsal gerginlik had safhaya çıkmadan siyasetçiler olarak Kürt kurumlarının temsilcileri olarak bir araya gelerek gerginlik had safhaya çıkmadan sorumluluk aldık. Bizim eylemimiz bir yandan sayın Öcalan’dan haber almak bir yandan da toplumsal yeni bir gerginliğin, olası can kayıplarının önüne geçmek için uyarıcı bir eylemdir.

Öcalan’dan haber alınırsa açlık grevi bitecek. Peki, olası bir görüşme, aynı zamanda yoğunlaşan çatışmaların önüne de geçebilecek mi?

Öcalan savaşan taraflardan birinin tartışmasız önderidir. Eğer devlet, bütün hukuk kurallarını çiğneyerek onu 18 yıl boyunca bir adada tecritte tutuyorsa bu nedenledir. Yeri geldiği zaman, yine kendi hukuk kuralları çerçevesinde sayın Öcalan’ı muhatap aldı ve görüşmeler gerçekleştirdi. Sayın Öcalan ile görüşüldüğü dönemde can kayıplarının ne kadar minimalize edildiği görüldü. 2013 yılının başında başlayan ve 2015 yılının Haziran ayına kadar devam eden süreçte can kaybının olmaması sayın Öcalan sayesinde gerçekleşti. Sayın Öcalan’ın böyle bir rolü, bir etkisi var. Sempatizanı ya da karşıtı kime sorarsanız, böyle bir gerçekliği kabul edecektir. Maddi manevi her şeyinden vazgeçen, bedenini ateşe veren, gözünü kırmadan kendini feda edecek binlerce insan var. Dolayısıyla kendi kitlesi üzerinde böyle bir etkisi olan insan yakınlarıyla dahi görüştürülemiyorsa, durup düşünmemiz lazım.

Her birimiz bir kurumu temsil ediyoruz, her birimiz başka şehirden gelip bu eylemi başlattık. Çünkü sayın Öcalan ile görüştürülememe hali devam ederse neler olabileceğini görüyoruz. Cezaevlerinde, sokaklarda başlayacak eylemleri az çok tahmin edebiliyoruz. Biz kendimizi feda edip toplumsal gerginliğin önünü de almak istiyoruz. Bunu toplumsal bir görev olarak görüyoruz ve ayrıca hukuksuzluğa karşı bir vicdani sorumluluk gereği bir şey yapmak istiyorsunuz. Eylemimiz budur aslında.

Eyleminizi bitirecek, savaşı da bitirir mi?

Savaş konusunda söyleyecek, bir öngörümüz yok. Ama belki de 2012 sonlarında başlayan ve sonrasında açlık grevi bir buçuk iki yıllık rahat bir dönemin önünü de açtı. Bizim eylemimiz de benzer bir sürece vesile olursa mutluluk duyarız.

Türkiye’deki cezaevlerinde incelemeler yapan CTP’den bir heyetin İmralı Adası’na gidip Öcalan ile görüşmek istediği, ancak izin alamadığı yönünde haberler yayımlandı. Bu durumu nasıl değerlendirmek lazım?

Haberin detaylarını bilmiyorum. Ama şunu biliyoruz, CTP , Avrupa Konseyi'ne bağlı işkenceyi önleme komitesidir. Bu komitenin üyeleri herhangi bir devletin herhangi bir cezaevinde istediği gün ve saatte inceleme yapma hakkına sahiptir. Böyle bir bağlayıcılığı vardır. CTP bildirimde bulunur, ‘şu tarihte şu cezaevine gideceğim’ diye ve gider. Böyle yetkisi olan bir komitedir. CTP, İmralı’ya gitmeyi talep ettiği halde izin mi verilmedi ya da CTP, yetkililerle yaptığı görüşmeden tatmin mi oldu? Bu sorunun cevabı önemlidir. Ama CTP, 2000’li yılların başından bu yana tamamen siyasallaştı ve devletlerin politikalarına göre davranmaya başladı. Geçmiş yıllarda kuruluş felsefesine göre hareket ediyor ve siyasete bulaşmıyordu.

Son 15 yılda hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem Avrupa Konseyi’nin CTP gibi komiteleri çok siyasi davranmaya başladılar. Üstlendikleri rolü oynamıyorlar. CTP’nin çalışma tarzı şöyledir. Gerekli incelemeleri yaptıktan sonra tespit ettiği eksiklikleri kamuoyu ile paylaşmadan önce sorumlu durumda olan tarafa bildirir. Belli bir süre içinde söz konusu eksiklikler giderilmezse kamuoyuna duyurulur ve rapor Avrupa Konseyi’ne sunulur. Avrupa Konseyi ise eksiklerin giderilmesi için gerekli yaptırımları yapmak zorundadır. Ama maalesef sayın Öcalan söz konusu olunca tutumu değişiyor Avrupa Konseyi ve CTP’nin. Kaç kez Türkiye’ye gelip incelemelerde bulundu CTP, ancak kamuoyu ile sağlıklı bir rapor paylaşmadı ve Avrupa Konseyi eksikliklerin giderilmesi için yaptırım uygulamadı. Önümüzdeki günlerde bir rapor yayınlayacak olurlarsa İmralı hakkında biz de bilgi almış oluruz.

Belediyelere kayyım atanması için yasal düzenleme yapıldı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

AKP 2011 seçimlerinden sonra ittifaklarını değiştirmeye başladı. Fethullah Gülen cemaatiyle ittifakı da bu tarihte kırılmaya başladı. Şimdi Ergenekon ile ittifak içinde görünüyor. Bölgede ise Tansu Çiller döneminden kalma uygulamaları hayata geçirmeye başladı. Aday profillerine baktığınızda ya da teşkilatlarını oluşturma biçimine baktığımızda daha çok özel harp adamlarını tekrar iş başına getirdiği görülüyor. Tüm bunlara rağmen bölgede güç kaybının önüne geçemedi. Bölgedeki neredeyse bütün büyük belediyeleri biz aldık. Toplumsal tabandan aldığımız destek yüzde 50’lerden yüzde 75’lere çıktı ve AKP 7 Haziran seçiminden sonra şunu gördü, kaos olmasa iktidarının biteceğini gördü. Toplumu gergin tutarak iktidarını koruyacağını sandı. İkincisi de yerel yönetimlerde DBP’nin ciddi bir hakimiyeti olduğunu gördüler. Bunu hem kendileri hem de resmi ideoloji için tehlike olarak gördüler. Eşitsiz koşullarda girdiğimiz seçimlerde elde ettiğimiz kazanımları kayyım aracılığıyla, elimizden almaya çalışıyorlar. Kanun Hükmünde Kararnameler biraz da bu nedenle çıkarıldı. Birkaç gün içinde uygulamalar başlayacak. Bazı belediyelerimize kayyım atayabilirler. Ama bunun toplumsal gerilimi, çatışmayı körüklemekten başka bir anlamı olmayacak. Alakası olmayan, liyakatsiz şahısları halkın seçtiği insanların yerine atarsanız, halkın büyük tepkisi olur diye tahmin ediyorum. Halkın belediyelere karşı ciddi eleştirileri olabilir elbette, ama kayyım söz konusu olduğunda ciddi bir rahatsızlık hissettiğini de görebiliyoruz. Bu nedenle kayyım atamanın toplumsal çatışmaya zemin hazırlayacak bir uygulama olacağını söyleyebilirim.

Hükümetin belediyelere eleştirileri var?

Devletten DBP’li belediyelere eşit davranmasını istiyoruz sadece. Belediyelerimize gönderilen parayı kendi ceplerinden veriyormuş gibi konuşuyorlar, Başbakan böyle konuşuyor. Bu paraların nereye gittiğini soruyorlar. Ben iki dönemdir Van belediye başkanıyım. Her sene şubat mart gibi bir önceki yılın harcamalarını kalem kalem hazırlarım. Personel giderinden hizmet alımlarına, sarfiyatlarımızdan, cari açığımıza, ne kadar para geldiğinden bu paranın nereye harcandığına kadar hepsi denetime açıktır. Örneğin ihalelerimiz herkese açık yapılır. Onlarda ihaleler genellikle doğrudan alımlar ya da ‘pazarlık’ dedikleri garip yöntemlerle ve açık yapılmadan gerçekleşir. Bizde yüzde 98’i açık yapılır. Para nereye gidiyor diye soruyorlar. Ama onlara uğramayan müfettişler hep bizim belediyelerimizde ve hiçbir şey bulamıyorlar. Müfettişlerden biri, ‘Ben de biliyorum bir şey bulamayacağımı, ama kendimi ısırmaya kışkırtılmış köpek gibi hissediyorum’ demişti. Eksikliklerimiz olabilir ama şeffaflık konusunda AKP’den 20 kat daha öndeyiz. Maddi kaynaklar konusunda en ufak bir şaibe olsaydı, hepimiz manşetlerde olurduk, ‘yolsuzluktan yakalandılar’ diye.