Beatrice'nin Çavdır'dan selamı var

Osman Özarslan'ın Hovarda Âlemi adlı çalışması, günümüzde fuhuş ve eğlence sektöründe çalışan kadınların kurbanlar olarak değil özneler olarak tanındığı araştırmalara gerçek bir katkı sunuyor.

Abone ol

Süreyyya Evren  sureyyya@yahoo.com

Hovarda Âlemi atipik bir kitap Türkiye için. Bir yüksek lisans tezine dayanıyor –bunun editoryal handikapları da haliyle üzerinde– ama bir yandan da hem hayatın tam içinde hem de "okurların" bilmediği bir hayatın tam içinde. Osman Özarslan iki dünya arasında transfer olabilen özel bir kişi olarak oranın (taşra gazinosu ve evreninin) bilgisini buraya (büyük kent okur yazarları ve evrenlerine) getirmiş gibi bir yandan. Küçük bir taşra kasabasının konsomatrisleri, paralıları, belalıları, yakışıklıları ve raconları üzerine titiz teorik değerlendirmeler okumaya alışık değil Türkiyeli okur. Salt bunun için bile istisnai, not edilesi bir çalışma.

İkincisi, yazarın bir ayağının aynı taşra kasabasının eğlence hayatının birebir içinde olması –yani entelektüel turist olmaması, konsomatrislerin sorunlarını anlamaya çalışan iyi niyetli mesafeli akademisyen değil ama orada bir figür ve oradaki figürlerin akrabası, ahbabı, dostu olması daha girişte kitabın farklı bir tat bırakacağını garantiliyor.

Tabii bütün bunların getirdiği çekingenlikler de belki var. Kitabın okur kitlesi de artık hem akademisyenler, hem kentli okur yazarlar hem de Çavdır'ın ileri gelenleri ve geri gidenleri ve yerinde sayanları ve diğer sakinleridir potansiyel olarak.

Özarslan, "paralılar"ın (gazinoda konsomatrislerin temel müşterileri) bir şehir efsanesi olarak değil ama gerçekten de kadınlarla hiçbir zaman ilişki kur(a)madıklarını ve hep ötelenen bir kur oyununa paralarını gömdüklerini söylüyor. Kadınların kabadayıları ya da pseudo-kabadayıları diyebileceğimiz "belalılar"ın bu anlamda maceralarının sınırları biraz daha belirsiz ancak "yakışıklılar" denilen kategorideki erkekler de konsomatrislerin metresleri, konsomatrislerin jigoloları veya eski tabirle konsomatrislerin dost tuttuğu genç erkekler olarak sınıflandırılıyor. "Yakışıklılar" konsomatrislerle fiili cinsel ilişkiye kesinkes ve sürekli giren tek gruptur bu çerçevede.

KOLAY PARA MACERALI HAYAT

Özarslan'ın işin ekonomisine dair kritik vurguları konsomatrislerin genelde kredi kartı borçlarını kapatmak için bu işe girdikleri, yükünü tuttuktan sonra evlenerek veya kendi işini kurarak ayrılanların sıklıkla hem kolay parayı hem de maceralı hayatı özleyerek geri döndükleri, paralı müşterilerden –'gösterip de vermeyerek'– alınan paranın gazinoyu ve konsomatrisi diri tuttuğu, –gene kol mesafesinde tutulan– "belalılar"ın bazen güvenliği sağladığı bazen de güvenlik fetişizmi üzerinden sahnenin macera ve fantezi kalitesini taze tutma görevini üstlendiği, ve konsomatrislerin –ekseriyetle genç, ezik, gazino çevresindeki sektörlerden birinde emekçi yarı-vasıfsız erkeklerden seçip bir nevi istihdam ettikleri– "yakışıklılar"ın kendilerine verilen yüklü parayı çar çur ettiği bir dünyayı sahneye getiriyor. Kitabın öncelikli farkı, günümüzde hem porno sektöründe hem de fuhuş ve eğlence sektöründe çalışan kadınların kurbanlar olarak değil özneler olarak tanındığı araştırmalara, teorik ve pratik incelemelere Türkiye'den gerçek bir katkı olması: Bunu sağlayan temel perspektif konsomatrislerin özne olarak yazar tarafından net bir şekilde tanınması ve olup biteni yönetme biçimlerinin incelenmesi. İşin aslı, bu perspektifle büyük kentin seks (veya seks fikri) etrafında organize olmuş eğlence sektörüne de yaklaşılsa gene çok özgün bir iş çıkar. Bu anlamda kitaptaki tek özgünlük taşra gerçeğinden bir kupleyi altın teorik tabakta bulmamız değil, ayrıca kadının özne olarak tanındığı yeni okuma tipinin devreye sokulması da var.

RACONA BULANMIŞ KURLAŞMA

Bununla birlikte en büyük tartışma, gösterip de verilmediğinde gerçekten hiç bir şey alınmamış/verilmemiş mi oluyor tartışması. Özarslan bunu şöyle yorumluyor: Somut fayda, somut verim arayan anlayışa göre bu "paralılar" başka yerlerde çok daha elle tutulur cinsel içerikli hizmetleri finanse etmeye yetecek bütçeleri bir racona bulanmış kurlaşma oyununa harcamaktalarsa bunun sebebi verimlilik takıntısına sahip iş dünyası mantığının iddia edeceği/ettiği gibi aptallıkları değil, gazino mekânının inşa ettiği erkekler arası rekabet evrenindeki prestij savaşlarıdır. Bununla birlikte, ihmal edilmemesi gereken bir başka nokta da akla gelir: Konsomatrisle –sonuçsuz denilen– kurlaşmanın kendisi bir şeyin –bir deneyimin, bir duygu durumunun– satın alınmasıdır zaten. Bunun teknik karşılığı herhalde "kız arkadaş deneyimi" denilen kategoridir diyebiliriz. Steven Soderbergh'in The Girl Friend Experience (2009) filminde üzerine gittiği gibi, kız arkadaş deneyimi her zaman cinsi münasebetten daha pahalıdır, hem maddi olarak hem manevi olarak daha fazla yatırım gerektirir. Armağanlaşmada "paralılar"ın kadınlardan aldıkları –manevi– armağanların değerini ihmal ettiğimizde biz de somuta odaklı iş dünyası değerleriyle puan vermiş oluyoruz. Erkekler arası prestij mücadelesi, evet, fakat bir de deneyimin kendisi var. "Kız arkadaş deneyimi"nin en önemli öğesi deneyimin iki kişinin başbaşa yaşadığı bir yüzeyde geçmemesi ama işin içine başka insanların, yapıların, mekânların ve gündelik hayatın bir versiyonunun girdiği bir derinlik içermesi. Burada "derinlik" derin düşünceler ve/veya derin duygular anlamında değil de sosyal derinlik anlamında –kurlaşma bir otel odasında gerçekleşse tümden yüzeyde kalacakken, gazinonun sosyalliğinde gerçekleştiğinde bir sosyal derinlik kazanıyor, bir kız arkadaş deneyimi kazanıyor belli ki. Zaten Özarslan'ın işin içine girebildiği ve araştırılacak bir sürü toplumsal malzeme keşfettiği alan da böyle açılıyor. Paralı ile konsomatris arasında geçen 'sonuçsuz' kurlaşmaya garsonun, gazinocunun veya diğer müşterilerin esas katkısı gerçek hedefler, gerçek çıkarlar peşinde koşan ve gündelik hayatlarını yaşamakta olan gerçek insanlar olmaları ve böylece sırf tanıklık ederek ve bir ucundan dahil olarak "kız arkadaş deneyimi"ne sosyal damarlar haline gelmeleri. Rekabet anlamında yenilgileri değil, ama tanıklıkları, bakan gözleri ve ânı paylaşmaları yatakta aranıp da bulunamayan sonucun ta kendisi gibi.

ANNELERDEN ÖĞRENİLEN İLKE

Konsomatrislerin, yazarla mülakatlarında, "göster ama verme" ilkesini annelerinden öğrendiklerini ama –profesyonel kariyerlerinde bir gecikmeye yol açacak şekilde neredeyse– geç değerini kavradıklarını belirtmeleri de "kız arkadaş deneyimi"nin değiştokuşta kullanılmasının kuşaklar ötesi ve toplumsal katmanlara yayılan niteliğine dair bir ipucu gibi. Burada, bir "vermeme" tavrı başka bir deneyimin sürekli verilmesini, hiç aksamamasını garanti altına almanın yegâne formulü olarak anlatılıyor. Bir "verilirse", alan da veren de mutsuz olacaktır; alanın da verenin de memnun olduğu denklem anne nasihatinin de işaret ettiği "vermeme" formülü olarak çizilir.

Konsomatrislerin "vermemeye" dayanması esas şartı olan kurlaşma sırasında duygusal/cinsel çekim hissetmeleri ve gerçekten "vermeye" meyletmeleri halinde kendi kendilerini durdurmak için uyguladıkları sembolik önlemler de gene aynı mülakatlarda gündeme geliyor. Konsomatrisler, bu tip, içlerinden işlerini engelleyebilecek bir arzunun yükseldiği durumlarda, bakışlarını ortamdan bir tür solucan deliğiyle başka bir evrene geçirmeye yarayacak bir negatif-toteme yöneltiyorlar; iyi bir ilişki ama kötü bir ayrılma yaşadığı geçmişteki bir adamın vakti zamanında hediye etmiş olduğu bir yüzüğe bakışlarını çeviren konsomatris gerçek bir ilişkinin beraberinde ne gibi bagajlarla geleceğini anımsıyor sözgelimi, kendi kendisini bu kaygan zeminden çekecek kudreti sembolden buluyor ve rollerin çok daha belli olduğu, beklenmedik bagajların içerilmediği, büyük yıkımların da haliyle sözkonusu olmadığı güvenli profesyonel kurlaşma zeminine geri dönüyor. Bir diğeri, kolundaki façalara bakarak kendine gelmeye, gerçek bir ilişkinin her zaman gerçek haz kadar gerçek acı da taşıyabilecek risklerle dolu bir yer olduğunu akılda tutmaya çalışıyor.

BİR KAÇIŞ HATTI SERÜVENİ

Kız arkadaş deneyimini sürekli yeniden üretilebilir kılmaya dayanan konsomatrislik oyunu çok sayıda anlatıyı yönetme becerisi üzerine de kurulu gibi görünüyor. Konsomatrisin hem sevgiye aç olduğuna ikna etmesi, hem cinselliğin fikrini göndermelerle diri tutması işin oyuncul anlatılara gereksinim duymasının nedeni gibi çiziliyor; anlatıların birbirini öyle bir izlemesi gerekiyor ki deneyim hep inandırıcı ve duygusal (ve tabii maddi) yatırım yapılabilir kalsın. Kurlaşmanın bir baştan çıkarma gerçekten içerebileceğine ikna olmak gerekiyor elbet bu oyunun içine daha fazla girebilmek için. Böyle bakınca, "belalı" karakteri de hayatını riske atan düşüncesiz bir yanılgılar insanı olarak değil de gerçekten de bir kahramanlık deneyimini –diğer pek çok olası deneyime, diyelim memurluk, ticaret, akademisyenlik, veya evlilik deneyimine– yeğlemiş kişi olarak karşımıza çıkıyor. Antonio Cosentino'nun "cigara viski kolileri denizlerde, ferâre sevgilim" başlıklı en son sergisi (Galeri Zilberman, 18 Mayıs–2 Temmuz 2016) ve hercailere, hayatını kıyıdan değil ama açıktan geçirenlere sempatisi geliyor aklıma. Böyle bakınca başka bir çalışmada daha yakından bakılacak "belalılar"a dair hayatların da sürekli üste koymaya dayanan sistem içi perspektiflerden bir kaçış hattı serüveni içerebileceklerini hayal etmek zor değil.

'... BENİM İÇİN BEDEL ÖDEMELİ'

Akademik olarak değilse de yazınsal açıdan ve insani olarak en ilginç olasılıklardan biri de elbette yazarın çalışma sırasında bizzat kendi içindeki "paralı" ile, kendi içindeki "belalı" ile ve kendi içindeki "yakışıklı" ile temas edip sonra da bunları bastırdığı yerleri hayal etmek ve bunun tabii okur için de açtığı yeni kendine bakma imkanlarını -elbet konsomatrislerin açtığı imkanlarla birlikte- hayal etmek.

Mülakat yapılan konsomatrislerden Arzu Hanım'ın "beni etkileyecek erkek, benim için bedel ödemeli" demesi gibi, bazen okur da "beni etkileyecek yazar, benim için bedel ödemeli" diye düşünür. Ve yine aynı şekilde, bu etkileme ("her gece her gece beni bir daha etkilesin" demesi gibi Arzu Hanım'ın) her sayfada her sayfada bir kez daha tekrar etmeli ve okur kendini asla yazara tam olarak vermemelidir...