Bayan Caliban: Suçlu kim, hak neye göre?

Rachel Ingalls’ın kaleminden “Bayan Caliban” Jaguar Yayınları tarafından okurla buluştu. Ingalls, “Bayan Caliban” ile toplumsal cinsiyet rolleri, aşk, cinsellik ve kıskançlık gibi konuları kendine has gerçeküstü bir atmosferde bir araya getiriyor.

Abone ol

Rachel Ingalls’ın Bayan Caliban adlı kitabı, Özge Çağlar Aksoy çevirisi ile Jaguar Yayınları tarafından basıldı. Bir klasik olarak nitelenen bu metin, ilk bakışta, evlilik kurumunu, kadının ev içine hapsedilen hayatını, cinsiyet rollerini sorguluyor gibi görünüyor. Ancak ilerledikçe yazarın başka konuları da derinleştirdiğine tanık oluyoruz. Metin, ev içinde kadının kendine ait bir hayat yaratma çabasını, küçük bir alanda kendisiyle kurduğu ilişkiyi görmemizi sağlarken, aldatılma, kıskançlık, arkadaşlık gibi başka temaları da yakalayabiliyoruz. Bu konuları işleyen çok metin var elbette ancak bu kitabın farklılığı, hayal gücü devreye sokulduğunda, “sıradan” görülebilecek bir konunun nasıl farklı bir boyuta taşınabileceğine örnek olması. Çünkü bazen gerçeğin kesinliğini aşındırabilmek, onu anlatılmak istenen hakikate yaklaştırmak için düş gücünün yardımı gerekir ki bana kalırsa Ingalls’ın bu metninin en dikkat çekici yanlarından biri bunu başarabilmesi.

Metinde, çocuğunu kaybettikten sonra eşi ile ilişkisi çıkmaza giren, kocası tarafından en yakın arkadaşı ile aldatılan, yok sayılan bir kadının, Dorothy’nin hikâyesi anlatılıyor. Onun asıl hikâyesi kendisine arkadaşlık eden radyodan, ona özel yayınlar duymasıyla değişmeye başlıyor. Kendisinden şüphe etse de bu ona özel yayınlar karakteri mutlu ediyor. Sonrasında hayatına giren ve insan dışı bir varlık olan Larry ile olan aşkı okura konuyu başka bağlamlarda düşünebileceği bir katman sunuyor. Bir kadının yaşamıyla, evliliğiyle, çektiği acılarla yüzleşmesine tanık olurken, Larry üzerinden farklılaştırılmayı, yabancının günah keçisi olarak kurulmasını görüyor; insanın tanımadığı, bilmediği ile kurduğu ilişkiyi sorgulama şansı buluyoruz.

Bayan Caliban, Rachel Ingalls, çeviri: Özge Çağlar Aksoy, 120 syf., Jaguar Yayınları, 2020.

BİLİM, DENEYLER VE İNSAN

Larry’nin hikâyesinden başlayalım, Larry bahsettiğimiz gibi farklı türden (bir deniz canlısı). Bilim insanları tarafından yakalanarak üzerinde çeşitli deneyler yapılıyor, bedenine elektrik verilip, taciz ediliyor. Üzerinde çalışan bilim insanını öldürüp kaçınca medyanın etkisiyle ondan bir “canavar” yaratılıyor ve kaçarken Dorothy’nin evine sığınıyor. Başlangıçta biraz ürkse de ona dostça davranıp yemek veriyor Dorothy ve radyodan duyduğu haberlerden bildiği bu “canavar”ı kendisine ait alanında, eşinin depo sandığı odada saklamaya başlıyor. Yaşamlarında çok fazla acı çeken bu farklı türden iki varlık arasında aşk ve dostluk başlıyor. Larry’nin yaşadıkları aslında bilimi, insan türünün kendi hayatı için başka canlıları nasıl deney malzemesi hâline getirdiğini ve laboratuvarda bir canlının nasıl acı çektiğini görmemizi sağlıyor. Bu durum şöyle anlatılıyor metinde: “Elektronik bir alet kullanarak ona konuşmayı öğretmişlerdi, her yaptığı yanlışta elektrik veriliyordu. Eğitim projesi, sert ve duygusal anlamda mesafeli biri olan Dr. Forest tarafından yürütülüyordu. O gittiğinde, Kelsoe ile Wachter (diğer bilimciler) elektrikli çubuğu ve diğer aletleri (kayışlı sandalye ve yüze sabitlenen gözlük) eğlenmek ve işkence yapmak için kullanmışlardı. Ayrıca, Larry’nin sonradan anlattığına göre, - bazılarını Dorothy’nin hiç duymadığı- çeşitli cinsel istismarlarına dâhil etmeye zorlamak için konumlarından istifade etmişlerdi.” Larry çok acı çekmişti, onu “katil” ve “canavar” olarak kuranlar içinse bunun bir önemi yoktu. İnsan türü için kendi dışında kalan diğer türlerin varlığı -herkes için geçerli olmasa da- dünyada kendisini tanrı sanan insanın faydasına sunulmuş bir nesneydi sonuçta. Modern insan dünyayı kendi laboratuvarı, diğer türleri ise varlığını devam ettirmek için birer nesne olarak gördü; son günlerde yine pek çok deneyden, hayvanlar üzerinde yapılan testlerden söz ediliyor, yine yaşananlardan kurtulmak için günahın başka canlılara yüklendiğine tanık oluyoruz. İşte, Larry’nin hikâyesi de bu duruma işaret ediyor ve Ingalls’ın alt metninde gizlenmiş eleştirisinin bir boyutunu burada görmüş oluyoruz.

SUÇLUYU BELİRLEYEN KİM?

Bayan Caliban kitabında, Larry karakteri üzerinden sorgulayabileceğimiz bir durum da suçun ve suçlunun nasıl belirlendiği üzerine düşünmek. Bu anlamda Dorothy’nin, Larry’nin yaşadıklarını hukuki anlamda sorgularken söyledikleri düşündürücü: “Şayet Larry insan değilse cinayet işlemiş olamazdı; bir hayvan olarak öldürmüş olurdu ve bunun için cezalandırılmazdı. Diğer yandan şayet insan olarak değerlendirilecek olursa, insan haklarını elinden alan ve her şeyden önce sadece farklı olduğu için kendisini haksız yere hapseden iki sadistin yaptığı işkencenin neden olduğu acıyla nefsi müdafaadan kaynaklı bir öfkeyle öldürmüş olurdu.” Eğer dünyada adil bir hukuk sistemi olsaydı ya da Weil’in tabirini ödünç alırsak, “kişisiz” bir hukuk anlayışına sahip olsaydık belki bu mümkün olurdu. Bununla kast ettiğim herhangi birine sahip olduğu anlamlardan dolayı “kişi” olarak yaklaşmamak, yani etnik kimliği, dini inanışı, nereli olduğu, ten rengi, kısacası onda “fark” olarak görülen ne varsa onun silindiği bir anlayışla hakka sahip olmak. Yani anlatmaya çalıştığım, herhangi bir “kişi”ye ona yüklenmiş anlamlardan dolayı “kutsallık” atfetmeme, sadece o olduğu için hakka sahip olma durumu. Larry’nin kendi yaşadığı yere dair Dorothy ile konuşmasına bakalım:

“Ama aşağıda kendimi nasıl savunacağımı biliyorum. Orada kimse sana kafasına esince saldırmaz. Onları incitirsen, yuvalarını istila edersen veya seni yemek isterlerse saldırırlar.”

“Ve eğer farklıysan. O burada da olur.”

“Ama denizde sadece farklı olduğun için saldırmazlar.”

İnsanların dünyası ve Larry’nin denizin altında yaşadığı dünya aynı değil görüldüğü gibi. Çünkü bizim dünyamızda, çoğunluğun içinde “farkınla” yaşamak yaralı bir varoluş demek. Ve bu haktan, hukuktan yoksun olman anlamına da gelebiliyor, Larry’ye yaşatılan da bunun göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

MEDYANIN MİSYONU

Kitap 1982’de yazılmış olmasına rağmen, medyanın “canavarlaştırma”, haklıyı belirleme, suçu icat etme gibi konularda üstlendiği misyon üzerine düşündüren yanı epey güncel. Medya, şirketlerin ve devletin bir aygıtı konumunda olduğundan; “günah keçisi” yaratma, egemenin söylemine göre hukuku belirleme, dilini çoğunluğa göre kurarak, hakikati yukarıdan belirleme gücüne de sahip dersek hata olmaz sanıyorum. Kitapta medya, Larry’ye karşı böyle bir rol üstleniyor, cinayeti işleme nedenleri üzerine düşünmeden, sonuçtan hareketle bir “cadılaştırma” politikasıyla, insanlara onun hakkında korkutucu hikâyeler anlatıyor.

Larry’nin hakkındaki haberlere dair soruları da burada haklılık kazanıyor: “Aslına bakarsan ben de haberlere ve son gelişmelere bakıyordum; hakkımda söylenenleri hayal bile edemezsin. Kaç eyalette görüldüğüme inanamazsın. Canavar şöyle, canavar böyle… İnsanlar neden böyle şeyler uyduruyor ki? Beni gören hiç kimse olmadı ama yine de gördüklerini iddia ediyorlar ve hatta buna inanıyor gibi görünüyorlar. Neden?” Ortada yaratılmış bir “canavar” varsa maalesef çoğunluğun pek hakikat derdi olmuyor. Son yıllarda göçmenlerle ilgili asılsız haberler nedeniyle çok fazla linç girişimine tanık olduk çünkü onlardan da “canavar” yaratılmıştı. Bir yerde egemen olanlar, “yabancı”yı, kendi “biz”i için tekinsiz görüyor, karşılaşmadan, tanımaya çalışmadan, dışlamaya koşullanıyor çoğu zaman. Kitapta Larry karakteri için de benzer bir durum söz konusu, başka türden olması, yeşil renkli olması, irice olması, kısacası insan türüne benzemeyen olması onun çektiği acıları hiçleştirirken, varlığının tehlike olarak gösterilmesine sebep oluyor.

Rachel Ingalls’ın, Bayan Caliban adlı metni ayrıca cinsiyet rolleri, kadınlık, erkeklik meseleleri, aldatılan veya aldatan tarafından ilişkilere bakmak için de önemli bir metin. Ancak bana kalırsa bu metni ilginç kılan, gerçeküstünün, hakikati başka türlü anlatmaya nasıl imkân verdiği üzerine düşündürmesi. Ve bu imkânı Ingalls’ın karakter yaratma becerisiyle birlikte düşünmek gerek. Ayrıca kitap, suçu belirleyeni, farklı olanı düşmanlaştırmayı, onun acısını hiçleştirmeyi ve bunun yayılmasında medyanın rolünü sorgulayabilmek açısından dikkate değer. Kısacası, tüm bunlar üzerine düşündükten sonra bu metnin söylediği; “bizi bu fark yaraları öldürür” cümlesinin gerçekliği…