Batı ile kavgalı Türkiye

Türkiye’nin yapması gereken batı uygarlığı rotasına daha sağlam şekilde dönerek, AB yolunda ilerlemek, OECD gibi örgütler içinde dışlanan değil hatırı sayılan, sözüne değer verilen bir ülke olmak.

Abone ol

BÜYÜKELÇİLERİN İSTENMEYEN ADAM İLAN EDİLMESİ

Bu yazıya başladığımda henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 batı ülkesi Büyükelçisinin istenmeyen adam ilan edilme açıklaması gelmemişti. FATF’ın gri listesine alınmamız, Avrupa Konseyi'nde (AK) ihraç sürecinin başlatılması tehdidi, NATO ve AB ile ilişkilerimizin giderek bozulması, münferit ülkelerle sık sık yaşanan krizler yetmezmiş gibi bir de bu akıl dışı durum ortaya çıktı.

Benim gibi birçok kimse, Erdoğan’ın Afrika dönüşü uçaktaki ifadelerinin kamuoyuna yönelik olduğuna, sözlerinin fiiliyata dökülmeyeceğine inanmak istemiş, bu kadarını beklememişti. Alınan karar Batı’yla ilişkilerimize ağır bir darbe vuracaktır. Aralarında ABD, Almanya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada gibi önemli ülkelerin bulunduğu, 10 batılı ülke temsilcisinin sınır dışı edilme kararının tarihimizde örneği yoktur. Başka ülkelerin tarihinde de toplu savaşlar dışında olduğunu sanmıyorum. Bu da seçilmiş tek adam Erdoğan’a nasip oldu.

Büyükelçilerin ortak açıklamasını kabul etmemek, eleştirmek başka bir şeydir, açıklamaları nedeniyle sınır dışı etmek başka bir şeydir. Sınır dışı kararı ancak casusluk, iç düzeni bozmaya teşebbüs veya ülke güvenliğini tehdit gibi ağır durumlarda alınabilir. Büyükelçilerin merkezlerinden aldıkları talimat çerçevesinde, AİHM ve AK kararlarına rağmen Osman Kavala’nın haksız yere dört yıldır hapiste tutulmasına karşı ortak bir açıklama yapmaları, ülke güvenliğini tehdit etmez, casusluk anlamına hiç gelmez. Osman Kavala’nın her türlü hukuk dışı yöntem kullanılarak, Selahattin Demirtaş ve daha niceleri gibi haksız ve hukuksuz şekilde içeride tutulması yalan mı?

Bizim de Anayasa uyarınca kararlarını kabul ettiğimiz AİHM bu konuda bağlayıcı bir karar almışken, AK Bakanlar Kurulu da AİHM kararının uygulanmasını bir yükümlülük olarak önümüze koymuşken, açıklamanın içeriğine ilişkin eleştiriler, hele Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu, bağımsız Türk mahkemelerinin devam eden yargı sürecine karışılmasına izin verilmeyeceğine dair celallenmeler inandırıcı olamaz.

Eleştirilerimiz açıklamanın içeriğine değil, şekil ve yöntemine ilişkin olsaydı, bir ölçüde makul sayılabilirdi. Büyükelçilerin toplu hareket etmelerini beğenmeyebilir, eleştirebilirdik. Tarihimiz “düvel-i muazzama” sefirlerinin Babıali’ye yaptıkları toplu girişimlerin travmalarıyla doludur. Ancak her hal ve karda, gösterilen tepki ölçülü olmak durumundaydı. Büyükelçilerin Dışişlerine çağrılarak Bakan Yardımcısı tarafından protesto edilmeleri yeterliydi. Cumhurbaşkanının sınır dışı kararıyla şimdi züccaciyeci dükkanında kırılmadık eşya bırakılmadı.

Bu krizin bedeli yoksul halkın üzerinde korkarım çok ağır olacak. Türkiye biraz daha değil, çok yalnızlaşacak. Merkez Bankası’nın aldığı akıl dışı faiz indirim kararıyla zaten baş aşağı yuvarlanan TL iyice değersizleşecek, ekonomi tepetaklak olacak, enflasyon kamçılanacak, işsizlik ve yoksulluk artacak, fakir daha da fakirleşecek. O yüzden herkes kemerlerini bağlayıp düşüşe hazırlanmalı.

Çatışmalardan ve dış gerilimlerden nemalanma adeti içinde olan iktidar bu krizden siyasi çıkar umuyor olabilir. Ancak halk arasında bu gibi durumlar için akıllı sözler vardır, bizden hatırlatması: Papaz her zaman pilav yemez; evdeki hesap çarşıya uymaz. Bu da biline.

Bakalım Cumhurbaşkanı Erdoğan Roma’daki G20 zirvesinde Büyükelçisini sınır dışı ettiği ABD Başkanı Biden ve diğer Batılı liderlerle ne konuşacak?

Son bir sözümüz de muhalefete olsun. Suriye ve Irak tezkereleri TBMM’ye geldiği zaman muhalefet partilerinin mutlaka olumsuz oy vermeleri gerekir. Batılı ülkelerin Büyükelçilerini topluca istenmeyen adam ilan etmeye hazırlanan iktidarın rasyonel kararlar alamayacağı iyice anlaşılmıştır. Bu yüzden Suriye ve Irak’ta Türkiye’nin yeni maceralara sürüklemesinin sorumluluğuna ortak olunmamalıdır. Bunun vebali ağır olur.

TÜRKİYE’NİN FATF’IN GRİ LİSTESİNE ALINMASI

OECD’ye bağlı “Mali Eylem Görev Gücü” (FATF) tarafından Türkiye’nin gri listeye alınma kararı Türkiye’nin batı kurumlarıyla kavgalı durumunun yeni bir örneği. FATF 1989 yılında G7 tarafından kara para ile mücadele amacıyla kurulmuş bir örgüttür. 11 Eylül İkiz Kule Saldırılarından sonra FATF’ın görev alanına terörün finansmanıyla mücadele konusu da eklendi. Dışişleri Bakanlığı’nda o dönemde terörün finansmanıyla mücadele konusunda çeşitli devlet birimleri arasında eşgüdümü sağlamak amacıyla gerçekleşen toplantılara başkanlık ediyordum. Bu yüzden FATF’ın çalışmalarının önemini ve ciddiyetini bilirim. FATF’ın ve BM’nin talepleri doğrultusunda yapılan çalışmalar AKP iktidarının ilk döneminde de kolay yürümüyordu.

FATF, iki yıl önce kara para ve terörün finansmanı konularıyla ilgili olarak Türkiye’ye uyarıda bulunduğu ve beklentilerini açıkladığı halde bunların yerine getirilmemesi, Türkiye’nin uluslararası sistemle uyum yerine çatışmayı tercih etmesinin başka bir örneği. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren terör gruplarının ülkemizde cirit attığı sık sık medyada haber konusu yapılıyor. Bu örgütlerde “kadılık” gibi ağır sorumluluklar üstlenmiş üst düzey militanların Türkiye’de ellerini kollarını sallayarak dolaştıklarını ve legal ekonomik faaliyetler yürüttüklerini, mahkemelerin bunları haklarındaki ağır ithamlara rağmen salıverdiklerini bilmeyen mi var?

İktidar öte yandan, yıllardır sürekli mali barış ilan ediyor, kaynağı meçhul paraların sorgusuz sualsiz finans sistemimize dahil olmasına izin veriyor. Bu paraların legal yollarla edinildiğini düşünmek safdillik olur herhalde. Diğer taraftan, son zamanlarda Kolombiya, Venezuela gibi ülkelerden Türkiye’ye yönelik narkotik trafiğinde olağanüstü artışlar gözlenmeye başladı. İşin mide bulandırıcı yanı, limanlarımızda yakalanan malların kimlere ait olduğunun üzerine yeterince gidilmemesi. Bir zamanlar Başbakanlık’a ait olan Ata uçağının Brezilya’da uyuşturucu maddeyle yakalanması da işin cabası.

Türkiye Rıza Zarrap ve Sezgin Baran Korkmaz (SBK) gibi birtakım genç adamların bir gecede milyonlarca dolara hükmedip, en üst düzey resmi yetkililerle aynı resim karelerine girebildiği bir ülke. Rıza Zarrap Amerika’da konuştu, kirli ilişkilerini bir bir anlattı. Karşılığında serbest bırakıldı. Basından öğrendiğimiz kadarıyla şimdi başka bir isim altında Miami’de sefa sürüyor. Zarrap’ın ifadeleri yakında açılacak Halk Bank davasında kullanılacak. Sırada SBK var. O da yakında ağzındaki baklaları Amerikan yetkililerine dökecek. Bu arada 17-25 Aralık rezaletini kimsenin unutmadığını da hatırlatalım. 17-25 Aralık sadece FETÖ komplosu olarak açıklanabilir mi?

Evlerdeki para sayma makinaları, çikolata kutularındaki rüşvetler, pahalı hediye saatler ve Halk Bankası yetkililerinin ayakkabı kutularında sakladıkları paralar unutulmadı.

Gri liste Türkiye’nin yeni kamburu olarak ortaya çıkmışken, Cumhurbaşkanı Erdoğan önümüzdeki günlerde Roma’da G20 zirvesine katılacak, mevkidaşlarıyla dünyanın karşı karşıya olduğu ekonomik ve mali sorunları tartışacak. Bunda bir tuhaflık yok mu? Gri listede Suriye, Sudan, Yemen, Pakistan, Arnavutluk gibi 23 ülke var. Bunların arasında tek Türkiye dünyaya mali düzen vermeye çalışan G20 grubunun üyesi. Bugünkü durumumuzla G20’ye veya OECD’ye girebilir miydik? AKP iktidarı altında, kurucusu olduğumuz OECD ve G20 liginden, gri listeye yuvarlandık. Önlem alınmazsa bu baş aşağı gidişatın sonu kara liste.

BİZİM LİGİMİZ HANGİSİ?

Türkiye bir krizden diğerine yuvarlanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrika’da resmi gezideydi. Sırasıyla Angola, Togo ve Nijerya’yı ziyaret etti. Uzun meslek yaşamımın ilk Büyükelçilik görevine Nijerya’da başladım. Nezdinde akredite olduğum ülkelerden biri de Togo idi. Nijerya ve Angola Afrika’da yolsuzluğun, devlet malı yağmasının, yozlaşmanın en ağır yaşandığı ülkelerin başında gelir. Togo ise neredeyse bağımsızlığına kavuştuğu ilk dönemden beri Gnassingbe ailesi tarafından keyfi bir şekilde yönetilir. Nijerya’nın ve Nijerya üzerinden Afrika’nın sorunlarını daha önce Gazete Duvar’da çıkan bir yazımda anlatmaya çalıştım. Bu ülkeler Batı ile kavga ettiğimizde sığınabileceğimiz sakin limanlar değildir. Türkiye’nin ait olması gereken ligde hiç değildir.

Cumhurbaşkanı’nın, petrol ihraç eden ülkeler olmaları nedeniyle Nijerya ve Angola’da bazı ekonomik girişimleri olmuşsa da, her üç ülkede de temaslarının odağında FETÖ okullarının kapatılması yer almış. Batı Afrika gezisinin özeti bence budur. Angola’da “dünya beşten büyüktür sözü”ne ise Moskova’dan tepki geldiği göz önünde tutulursa, popülist anti-emperyalist retorik de pek o kadar tutmamış.

Türkiye’nin yapması gereken batı uygarlığı rotasına bu kez daha sağlam şekilde dönerek, AB yolunda ilerlemek, Avrupa Konseyi ve OECD gibi örgütler içinde dışlanan değil hatırı sayılan, sözüne değer verilen bir ülke haline gelmek. Ait olmamız gereken lig bu. Ne Afrika’nın yoz diktatörlükleri ne de FATF’ın gri listesindeki ülkeler. Bugünkü iktidar gemiyi batırmasın yeter.

DUVAR HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

Gazete Duvar’da bu yıl başından itibaren Ali Duran Topuz’la yaptığım kısa bir görüşmeden sonra konuk yazar sıfatıyla yazmaya başladım. Gazete Duvar’ın akademik bilgiye ve deneyime dayanan, özgür ve amatör ruhunu çok sevdim. Bana ve tüm diğer yazarlara görüşlerimizi açıklama, deneyimlerimizi paylaşma olanağı sağladığı için Ali Duran Topuz’a ve tüm Duvar ekibine bu konuda ne kadar teşekkür etsem azdır. Duvar’daki ayrılık beni derinden üzdü. Keşke olmasaydı.

Ancak Ali Bey’in de dediği gibi Duvar bu ayrılık nedeniyle yıkılmamalı. Beni kabul ettiği sürece yazılarımı Duvar’a asmaya devam edeceğim.

*Emekli büyükelçi