Başka bir kooperatifçilik mümkün

Kooperatifleri sahiplenmemeli, kontrol etmeye kalkmamalı. Kişilerin inisiyatif almaları ve kendilerini geliştirmeleri esas alınmalı. Eksik noktalarda bilgi, birikim ve beceriler aktarılmalı. Bunlar ile halk üzerinde iktidar kurulmamalı.

Abone ol

Cevdet Öz

Toplumun yeniden örgütlenmesi, kendi kendini yönetebilmesi ve sorunlara çözümler bulabilmesi için kooperatifler önemli bir alternatif olarak görünüyor. Son dönemde kooperatifleşme çalışmaları popüler hale geldi. Bu çalışmaların mevcut örüntüsünü değerlendirmek, sorunlara işaret etmek gerekiyor. Böylece, bu çalışmaları ilerletme imkanı ortaya çıkacaktır.

Öncelikle, ana sorumuzu ve sorunumuzu net olarak ifade edelim: Bu kooperatifleşme süreçleri, halkın kolektif sorunlarına kolektif çözümler bulmanın araçları halinde mi kurgulanacak; yoksa, halkın bir bölüğü olan türlü sosyalist grupların, partilerin, sektlerin, kolektif veya bireysel grupların ve hatta girişimcilerin “kendi” sorunlarına (esasında örgütlenme sorunlarına) çare aradıkları aygıtlara mı dönüşecek?

Bu soruyu devrimci-demokrat kesimlerin eğri oturup doğru konuşması gerekir. Çünkü, kooperatifçilik zor bir deneyim alanıdır. Kapitalist piyasa koşulları içerisinde, egemenlik zihniyetine mukabil, yasalar ve mevzuatlarla belirlenmiş bir alanda, nasıl olacak da bir alternatif üreteceğiz? Bu alternatif, nasıl olacak da devrimci bir fark yaratacak? Nasıl olacak da kapitalist rekabetçi koşullar sizi ele geçirmeden, dayanışma temelli kolektif bir ekonomi inşa edeceğiz? Bunu da, kendi örgütsel çıkarlarımıza bağlı kılmadan, kendi grubumuzun bir aygıtı, bir girişimcilik modeline nasıl dönüştürmeyeceğiz? Nasıl olacak da bu örgütlenme modellerini kitleselleşebilen bir model yapacağız? Bu soruları arttırabiliriz. Jenerik sorumuz baki.

Çünkü, coğrafyamızda artık çeşitli örnekler birikmeye ve güçlü bir deneyim alanı ortaya çıkmaya başlamaktadır. Başta tarımsal kalkınma kooperatifleri formunda üretici kooperatifleri ve tüketici kooperatifleri formunda kent temelli kooperatifler olmak üzere, araştırma, eğitim, hizmet, su ürünleri formlarında da çeşitli kooperatifçilik arayışları coğrafyamızın örgütlenme deneyimleri açısından konuşulur hale gelmektedir. Bu kooperatif tipi örgütlenme deneyimlerinin bir kısmının bizzat farklı türde devrimciler (yani komünistler, sosyalistler, yurtseverler, anarşistler) tarafından üstlenildiğini de görüyoruz. Bu durum olumludur, zira kooperatifler gibi dayanışma ekonomilerinin inşası, nasıl bir dünya tahayyül ettiğimizin ve bu dünyayı nasıl gerçekleştirmeyi istediğimizin somut deneyim alanlarıdır. Bu alanda bir takım sosyal demokrat, yer yer milliyetçi cepheden girişimler olduğunu da görüyoruz. Bir yandan da, halk kesimlerinin kooperatifleşme çabası içerisinde olduğunu, bazen bunu bir tür sosyal girişim/işletme modeli olarak gördüğünü, bazense kendi sorunlarına çözüm üretebilecekleri hakiki bir mecra olarak algılandığını gözlemliyoruz.

Bizim açımızdan ana sorunsal, devrimci-demokrat kesimin (kendi cenahımızın) kooperatifçilik meselesiyle ilişkilenme tarzını değerlendirmek. Böylece, neyi ne kadar yapabildiğimiz ve yapamadığımız, nerede hatalar yaptığımız gerçekçi bir şekilde ele alınabilir ve mücadelenin gerçeklerine de bağlı olarak çalışmalar ileri götürülebilir.

ÜRETİM KOOPERATİFÇİLİĞİ

Zengin bir tarımsal kooperatifçilik deneyimimiz olduğunu söylemek mümkün değil. Devletin egemenlik alanında kurulmuş tarımsal kooperatiflerin baskın olduğu örgütsel yapıda, 80 öncesi bizzat köylülerin katılımını da öngörmüş ve yer yer demokratik katılımcılığa imkan tanımış Köy-Koop deneyimi dışında, üretim alanında kooperatif deneyimleri kısıtlıdır. En bilinen örnekleri Hopa Çay ve Ovacık Kooperatifi’dir.

Bu kooperatif deneyimlerinin en temel özellikleri, halkın sorunlarına gerçekçi çözümler bulma arayışını kolektifleştirme çabasıdır. Bu çaba, bu iki kooperatifte başkanlık anlayışının neredeyse ortadan kalkmasını ve yönetimin demokratikleşmesini esas almaktadır. Bu açıdan, halkın yönetsel kapasitesini geliştirme ve örgütlenme süreçlerine katılma konusunda öncü rol üstlenebilirler. Ancak, bunu yapabilmelerinin temel koşulu, kendilerini belirli siyasi grupların bir aygıtı olarak değil, birer meclis olarak kurabilmelerine bağlıdır. Bunun için, yönetim mekanizmasını yasal sınırlar içerisinde salt bir yönetim kurulu - genel kurulu denkleminde değil, bir meclis olarak kurmaları ve işletmeleri gerekir. Aynı zamanda, köylerde, beldelerde ve üretim örgütlenmesinin olduğu her alanda açık, katılımcı, demokratik karar alma meclisleri kurmaları gerekir. Mevcut popüler dalganın ve ilginin getirdiği rüzgarı kullanmak ancak savrulmamak gerekir. Üreticileri yönetim süreçlerine katacak yaklaşımlar geliştirilmediği sürece, kooperatifçilik salt bir ürün pazarlama ilişkisine döner ve fark burada açığa çıkar. Ürününüz iyiyse, iyi bir medya çalışması yapıyorsanız, satış ağını da kurabiliyor iseniz, kooperatif büyür ve gelişir. Üreticilere alım garantisi sunabilir, adil ücret dağıtabilir. Ancak, bu noktada halk kooperatifçiliğinden bahsetmek zordur.

Kooperatifçilik, halkın demokratik katılım, demokratik yurttaşlık temellerini güçlendiren, dayanışma temelli üretim ilişkilerini pekiştiren bir örgütlenme formu olacak ise, bu örgüt yapısı mülkiyetsiz olmak zorundadır. Başka deyişle, a,b,c partisinin, blokunun ya da grubunun kadroları tarafından yönetilen, onların kararları verdiği ve uyguladığı mecralar, tanımı gereği a,b,c grubunun hegemonyası, mülkiyeti yahut tasarruf hakkı altındadır. Böylece, patronsuz kooperatiflerin gizli yöneticileri veya sahipleri ortaya çıkar.

Oysa bizim kooperatifçiliğe bakışımız farklı olmalıdır: Halkın sorunlarını çözmek üzere kendilerinin inisiyatif aldıkları oluşumlar üretmektir. Bunları üretmek, burada illaki a,b,c partisinden kadroların yönetimde yer alması ve süreçleri örgütlemesi anlamına gelmez. Bir çalışma içerisinde elbette a,b,c grubunun örgütçüleri, kadroları yer alabilir ve almalıdır. Ancak, kadroların esas işi halka hizmet üretmek değildir; halkın kendini yöneteceği örgütlenmeleri yaratma konusunda kendilerini halk için hizmet etmeye koşmaktır.

Dolayısıyla, yönetim hususu en az iyi ürün üretmek, ürünleri iyi pazarlamak, alım garantisi sunmak, ucuza satış yapmak vb. unsurları kadar önemlidir. Üretim kooperatifçiliğinde bu kooperatiflerin halk örgütleri haline gelmesinin temel koşulu burada yatmaktadır.

TÜKETİM KOOPERATİFÇİLİĞİ

Tüketim alanında örnek çeşitliliğinin daha fazla olduğunu gözlemliyoruz. Bu alandaki varyasyonların bizde bıraktığı his, bu alanda örgütlenen devrimcilerin komünist fark üretmekten uzak bir yaklaşım sergilediği; farklı çevrelerin kendi yöneticileri oldukları dükkanlarda örgütlendikleri. Ne demek istediğimizi açalım.

Tüketim kooperatifçiliği en genel hatlarıyla ürünlerin üreticiden doğrudan/aracısız olarak alınmasını ifade eder. Tüketim kooperatifi, ortaklık sistemine dayanır ve ortaklar kooperatifin kendisidir. Dolayısıyla, esas fayda kooperatife ortak olan kişilerin ürünleri aracısız olarak almasıdır.

Yakın dönemde tüketim kooperatifçiliğinin “perakende satış” nosyonunu da içine alarak bir dükkan modeline dönüştüğünü gözlemliyoruz. “Halkın sorunlarını çözmek” perspektifiyle bu dükkan modelinin olumlu olduğunu da ifade edebiliriz. Ancak, bu noktada dükkan modelinin kendisini masaya yatırmak zorundayız. İlk soracağımız soru elbette “bu dükkan kime ait” sorusu olacaktır. Bu soru dolayısıyla “bu kooperatif kime ait” sorusunu peşine getirecektir. Vereceğimiz cevap, ne tür bir kooperatifçilik yaptığımızın da açıklaması olacaktır.

Bizlerin tüketim kooperatifçiliği konusunda ciddi bir performans hatası verdiğini iddia edeceğiz. Son dönemde gördüğümüz üzere çeşitli devrimci kurumlar, kişi veya gruplar, kendilerine ait satış ofisleri, web siteleri, tezgahlar açmakta; bunları farklı il ve ilçelerde de yaygınlaştırmakta, bunları işletmektedir. Perakende satışa odaklı bu yaklaşım, arkasında herhangi bir “mülksüz meclis” fikri barındırmamakta; aksine, kendi jenerik ismi ve örgütünün birer aygıtına/propagandasına dahi dönüşebilmektedir. Hatta, sahibi olmayan-demokratik ve katılımcı tipteki tüketim kooperatiflerini kontrol edemedikleri için bu kooperatifleri terk eden çeşitli kişilerin kendilerine dükkan açtıklarını, bunun adına da kooperatifçilik dediklerini gözlüyoruz (Ursula’nın devrimci mirasına selam).

Oysa komünist farkın yaratabileceği düzlem, eğer kapitalist piyasa ilişkileri içerisinde kooperatifçilik yapılacak ise, tam da kapitalizmin özü olan mülkiyet biçiminin bir formu olarak yönetim zihniyetine vurmaktır. Gezi’den beri mülkiyetsiz forumlar ile geleneksel örgütler (ve onların zihniyetini taşıyan bireyler) arasındaki gizli mücadelenin kooperatifçilik düzleminde yeniden üretildiğini görüyoruz. Bu fark elbette tarihseldir ve tarihsel olarak “Türkiye solu” jenerik ifadesi içerisine alınabilecek her türlü özne bu sorunla baş başa kalmaktadır.

Oysa, başka türlü bir kooperatifçilik mümkün. Kendine bir örgütlenme alanı tarif eden, yerele vurgu yapan, katılımcı ve demokratik karar alma mekanizmaları inşa eden, sahipsiz, patronsuz kooperatifler ve kooperatifleşme girişimleri gözlemliyoruz. Bu yapılar Gezi sonrası oluşan formular biçiminde, bulundukları bölgede meclis tipi örgütlenme olarak çalışıyorlar. Bir sahiplik ilişkisi kurmamaya özen gösteriyorlar. İçlerinde farklı türden insanlar var, bir arada çalışmayı, kolektiviteyi esas alıyorlar. Yani, devrimcilere ait olmayan bu örgütlenmeler, bahsettiğimiz devrimci farkı üretmede, devrimcilerin sahibi oldukları kurumlara göre çok daha başarılılar!

Bu türden halk tipi kooperatiflerin temel sorunu -henüz- yeteri düzeyde kitleselleşememeleri, örgütlenememeleri ve bir odak haline gelememeleri. Demokratik ve katılımcı böylesi bir odağın çıkması, devrimcilerin de kooperatifleşmeye dair algısını değiştirme kudretine sahip olacaktır.

NE YAPMALI?

Bir takım jenerik önerme ile yol haritası çıkarmakta fayda var.

1) Kooperatifçilik konusunda yeniden düşünmeli. Doğruyu tek bilen, başına buyruk ve sekter yaklaşımlardan kaçınmalı, kendini eleştirel süreçlere açmalı.

2) Kooperatifleri sahiplenmemeli, kontrol etmeye kalkmamalı. Kişilerin inisiyatif almaları ve kendilerini geliştirmeleri esas alınmalı. Eksik noktalarda bilgi, birikim ve beceriler aktarılmalı. Bunlar ile halk üzerinde iktidar kurulmamalı.

3) Kanaat önderliğine soyunulmamalı, gerçekçi olunmalı. Halkın inisiyatifleşmesi gözetilmeli.

4) Birlikte hareket etmeye açık olmalı ve bunu tesis etmeli. Kooperatiflerin birbirine zimmetli olduğunu bilerek, eleştirel bir aradalıkları inşa etmeli ve geliştirmeli.

5) Halk tipi kooperatifçilik pratiklerine omuz vermeli. Onları büyütmeye odaklanmalı.

6) Daha fazla yerelde, daha fazla kooperatif kurma çabası içerisine girilmeli. Bunu da, mevcut halk tipi kooperatifçilik deneyiminin açtığı yolda, açık, katılımcı, demokratik örgütlenme formlarını takip ederek yapmalı. Yeni sahiplik, egemenlik, iktidar ilişkileri üretmemeli.

7) Farklı sektörlerde de kooperatifleşme çabalarını yaygınlaştırmalı. Ancak, kapitalist pazarda her daim komünist farkı üretmenin temel çizgi olduğunu hatırlamalı. Benim olsun mantığını yeniden üretmemeli.

Unutmayalım, devrimcilerin görevi kendilerine ait, sahip oldukları kurumlar inşa etmek değildir. Halkın kendi özörgütlenme kurumlarını inşa ederek halkın kendisini yönetmesini mümkün kılmaktır. Söz-yetki-karar halka.