Barış Soydan'a: Komünistlerin krizi çözüm yöntemleri başkadır!

Soydan'ın sosyal demokrasiye yönelik tespitlerinin birçoğuna katılabiliriz, ama yazdıklarından komünistler konusunu pek anlamadığı izlenimine kapılıyoruz. Belki zamanında üyesi olduğu partinin anlayışından olabilir, bilemiyoruz. Temel bir konuyu şu şekilde belirtelim öncelikle: Komünistler iktidar olmaktan var olan kapitalist düzen altında hükümet olmayı anlamazlar.

Abone ol

Güneş Gümüş*

Barış Soydan, 31 Ağustos'ta T24'e yayınlanan “Sol bu krizi çözebilir miydi?” yazısında züğürt tesellisine dönüşmüş bir argüman üzerinden yola çıkmış. Soydan, yazıyı birçok yere dallanıp budaklandırsa da temel olarak “iyi ki Muharrem İnce seçilmedi, yoksa krizin faturası ona kesilecek; yaratılan umutlara rağmen halkı yoksullaştıran lider olarak tarihe geçecekti” üzerinden bir tartışma yürütüyor. Evet Soydan haklı; Muharrem İnce/CHP iktidar olsaydı - Erdoğan'dan farklı olarak - IMF ile anlaşmayı erkene çekip bütün faturanın yoksul halka kesilmesine aracı olmaktan ötesini yapmayacaktı.

İktidar Erdoğan'da kaldı da kriz onu mu vuracak? AKP iktidarı en kötü döneminden geçiyor ama muhalefet, tabiri caizse dağılmış durumda olduğundan iktidarın içine düştüğü bu durumdan yararlanmaktan çok uzakta. Yine de kriz uzun soluklu ekonomik bir buhrana dönüşürse AKP'nin siyasi bir fatura ödemesi kaçınılmaz hale gelebilir. Lakin AKP kemikleşmiş bir kesim destek tabanını koruduğu sürece ve elinde tuttuğu devlet sopasıyla iktidara sımsıkı sarılacak ve bu badireyi de atlatmaya bakacaktır.

Krizin iyice derinleşmesi durumunda sonucu sınıf mücadelesi belirler. Komünistlerin değerlendirileceği nokta işte burasıdır. Yoksa kapitalistlerin krizinin nasıl aşılacağına dair bir tartışmayı komünistler yürütmezler. Komünistler kapitalist krizin devrim yoluyla aşılması için gerekli programı uygulamaya sokup bunu hayata geçirmeye çalışırlar.

HASTA BAKICI SOSYAL DEMOKRASİ!

Soydan yazısına Yunanistan'da krizin ağır faturasının nasıl yoksul halka kesildiğini, sosyal demokrasinin solunda bir hareket olarak Syriza'nın IMF politikalarının uygulayıcısı haline geldiğini anlatarak başlamış. Biz de bu noktadan devam edelim. Sosyal demokrasi aslında emek-sermaye çelişkisinin yıkıma doğru keskinleştiği bütün kriz anlarında patronlardan yana tavır alarak düzenin öyle ya da böyle sürmesini sağlamıştır.

Sosyal demokrat iktidarlar, olağan kapitalist dönemlerde eğitime, sağlığa daha fazla bütçe ayırmak, sosyal güvenlik sistemini düzeltmek gibi çeşitli reformlar yapabilirler. Öte yandan sistemin reformları bile kaldıramadığı neoliberal çağda Barış Soydan'ın da örnek gösterdiği Blair'ler, Schröder'ler işçi sınıfının haklarının budanması işini bizzat üstlenmiştir. Bu da sosyal demokrat partilerin manasızlaşmasına yol açmış ve bu partiler adeta dibi boylamıştır. Ne var ki kapitalist krizin 2008'de yeniden kendisini göstermesinden itibaren sosyal demokrat partilerin içerisinde de sınıf mücadelesi keskinleşti ve ABD, Britanya, İspanya, Fransa gibi metropol ülkelerde sol kanat sosyal demokrasinin güçlendiğini gördük.

Britanya'da Corbyn, ABD'de Sanders gibileri şimdilerde güçlü iktidar adayları. Sol sosyal demokrasi iktidardayken kısmi reformları uygulamaya pekala sokabilir. Ama kapitalist sisteme sadık kalacaklarından kimsenin şüphesi olmasın. Çipras'ın şanssızlığı ekonomik buhran durumunda Merkel ve diğerlerine teslim olmak dışında bir alternatifinin olmamasıydı. Sosyal demokrasi tam olarak budur. Sistem işliyorken az biraz da olsa reform mümkün olabilir, ama sistemin olağan akışı sekteye uğramışsa sosyal demokrasi acizdir ve burjuvazinin işçi sınıfını pasifize etmekte kullandığı tehlikeli bir ajan durumuna dönüşür.

Onca parti içi krize rağmen, Türkiye'deki onca politik aciliyete ve alınan onca yenilgiye rağmen ve şu anda ülkenin içerisine düştüğü derin ekonomik kriz koşullarında CHP'nin içerisinde Batı metropollerinde görüldüğü gibi bir sol kanadın açığa çıkmaması ayrıca incelenmesi gereken bir konu. KK-İnce kapışmasının zavallılığı da bu noktada daha bir çarpıcı oluyor.

YA KOMÜNİSTLERİN TALEPLERİ?

Soydan'ın sosyal demokrasiye yönelik tespitlerinin birçoğuna katılabiliriz, ama yazdıklarından komünistler konusunu pek anlamadığı izlenimine kapılıyoruz. Belki zamanında üyesi olduğu partinin anlayışından olabilir, bilemiyoruz. Temel bir konuyu şu şekilde belirtelim öncelikle: Komünistler iktidar olmaktan var olan kapitalist düzen altında hükümet olmayı anlamazlar. Komünistler, adlarına layıksa, bir darbe ya da seçimle gelen bir iktidardan bahsetmezler. Kapitalizmin buhranının atlatılması için reçeteler de sunmazlar. Hasta bakıcı değil, mezar kazıcısı olmak gibi bir tarihsel rolü oynamayı hedeflerler.

Bütün mesele emek ile sermaye arasındaki sınıf mücadelesinin bir devrime doğru gelişmesi ve böylece iktidarın bütün bir toplumsal ilişkilerin altüst olması sonrası alınmasıdır. Komünistlerin görevi de bu sınıf mücadelesinde işçi sınıfının çıkarlarının farkına vararak bütüncül bir dünya görüşü oluşturması için gündelik siyasal-ekonomik gelişmelere yönelik taleplerle mücadeleyi ilerletmeye çalışmaktır. Örneğin işten atılmaların yasaklanması gibi; kapitalistlerin borcunun kamu tarafından üstlenilmemesi gibi; özelleştirilen ve yağmalanan işletmelerin patronlardan geri alınması gibi ya da yüksek oranlı servet vergisi gibi... Şimdi Soydan bu durumda sermayenin kaçacağını, ekonominin duracağını vb söyleyerek bize cevap verecektir. Biz de diyoruz ki sermaye kaçarsa işletmeler işçi yönetimine geçsin, bankalara el konulsun ve üst sınıflardan alınanlarla fabrikalar yeniden üretime geçsin... Asalak patron takımı olmadan da ekonominin yürüdüğü görülecektir. Mesele işçi sınıfının örgütlülük ve bilinç seviyesinin bu noktalara gelmesidir. Yani kapitalist kriz meselesi komünistler tarafından gerçek bir sosyal devrim olanaklarının yaratılması olarak kavranır.

Soydan sorabilir; dünya ile ticaret biterse “doğalgazsız, mazotsuz, ara malsız” ne yapılacak diye. Devrimin bir ülkenin sınırları içinde kalması; sosyalizmin tek ülkede kurulması mümkün değildir. Devrimi yaymaktan, dünyayı dönüştürmekten başka insanlığın çıkış yolu yoktur. Ki devrim patlak verdiğinde bir ülkenin sınırları içinde kalmadığını, ilhamını dünyanın dört bir yanına taşıdığını birçok deneyimden biliyoruz.

Bakınız Türkiye ile benzer bir bunalım içinde olan Arjantin'de işçi sınıfı krizin faturasının kendilerine yüklenmesine karşı genel greve gidiyor. İşte komünistler böyle mücadelelerle sınıf mücadelesinin emekçiler lehine ilerlemesi için vardırlar. Komünistlerin başarısının ölçütü budur. Türkiye'nin bu eylemsellikten uzak oluşu, başka bir konudur ve ayrıca ele alınmalıdır.

Bu düzenin sınırlarını kabul ederek düşünmeye başladığınızda şirketler batıp yüz binlerce insan işsiz kalacağına devlet borçları üstlensin demeye varırsınız. 2008 krizi sonrası ABD'de bu olmadı mı! Devlet borçları neyle ödeyecek; neredeyse tamamını yoksul halktan tırtıkladığı vergilerle, kıdem tazminatı-işsizlik fonuyla. Yani yine emekçiler ödemiş oluyor. İşleri “yoluna koymaktan” bahsettiğinizde bu yola koyma hali sadece patronlar için işliyor; onlar kârlılığına devam ederken bütün krizin yükü emekçilerin sırtına yükleniyor.

Bizim derdimiz işlerin yolunda gitmesi değil; yüzyıllardır sömürülen ve bu düzen böyle sürdüğü sürece sömürülecek olan sınıfların kaderini değiştirmek. Bütün ekonomik-sosyal-siyasal ilişkiler eskisi gibi işlerken bu olmaz. Hepsinin yerle yeksan olması; yeni bir düzenin kurulması gerekiyor.

EN KÖTÜSÜ

Barış Soydan'ın yazısından temelde kriz bağıra bağıra gelirken AKP'sinden CHP'sine kimsenin elinden başkası gelmiyor sonucu çıkıyor. Komünistlerin radikal programı da, “halkın kış ortasında doğalgazsız, çiftçinin mazotsuz, sanayicinin ara mamülsüz” bırakacak gerçek dışı bir program ilan edildiğinde aslında eldeki durum bu; paşa paşa katlanacağız demiş oluyorsunuz. Muhalefet içinden de böyle sesler yükselecekse sonuç “durumu kabullenelim”den başkası olmayacaktır. Zaten muhalefet namına hareket ettiği iddiasındaki CHP'nin işi gücü makullük, akil siyaset iken “kimsenin elinden başkası gelmez” söylemi muhalefeti daha da kötürümleştirecektir.

Kriz, emek ile sermaye arasındaki çelişkilerin en keskinleştiği zamanlardır. Bu krizin bedelini kimin, ne kadar ödeyeceğini belirleyecek mücadelenin seyri olacaktır. Elden gelen bu kadar diyerek buna köstek olursunuz. Oysa ki şirket iflasları yaşanıp işten atmalar kitleselleştiğinde size kulak kabartabilecek kitlelerin, “Birlikte yediniz içtiniz niye biz emekçiler ödüyoruz” sorusuna ve bu sorunun karşılığında yükseltilecek taleplere ihtiyacı var.

* Sosyalist Emekçiler Partisi (SEP) Genel Başkanı Güneş Gümüş