'Barış akademisyenleri'ne reva görülen 'sivil ölüm'

'Barış bildirisi imzacısı' akademisyenlerin, üniversitelerden ihraçlarının ardından devlet her yerde önlerini kesmeyi sürdürüyor. Kiminin staj hakkı elinden alınıyor kiminin sorumlusu olduğu proje iptal ediliyor. Yurt dışına çıkış yasağı da bulunan akademisyenler, dünyanın saygın üniversitelerinden gelen tekliflere de olumlu yanıt veremiyorlar.

Abone ol

ANKARA - “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı 'Barış Bildirisi'ni imzalayan 1128 akademisyenin 378'i, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edildi. Onlar için zorlu süreç aslında KHK'lerden önce başladı. İmzanın ardından üniversite yönetimlerince yurt dışına çıkışlarına izin verilmeyen, TÜBİTAK projeleri yürürlükten kaldırılan, bursları kesilen yaklaşık 150 akademisyen, 'terör örgütü propagandası' suçlamasıyla yargılanmaya başlandı. KHK'lerle birlikte pasaportları iptal edilen akademisyenler yurt dışında kazandıkları burslara da olumlu yanıt veremezken, adeta 'sivil ölüm'e hapsedildi.

'EĞİTİM HAKKIM KHK'LERLE ENGELLENDİ'

Ankara Üniversitesi  Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştığı sırada 672 No'lu KHK ile ihraç edilen Celil Kaya eğitim hakkından yararlanamayan akademisyenlerden. Hâlen doktora öğrencisi olan Kaya'nın tezi için yurt dışında çalışması gerekiyor ancak o pasaportuna el konulduğu için Paris Dauphine Üniversitesi'nden burs aldığı halde Fransa’ya gidemedi. Kaya şunları söylüyor: "Doktora yapıyorum ve akademik hayatının başında sayılabilecek biriyim. Paris'e doktora çalışması için gidecektim. Eğitim hakkım engellendi ve doktora çalışmam da durmuş durumda. Ekonomik maddi kısmı herkes için geçerli ama eğitim hakkımın sınırlandırılması sonucunu doğurdu KHK. 34 yaşındayım. Haklarımızı kazandığımızı varsayalım ve işe 38 yaşında döndüğümü düşünelim. 38 yaşında doktora tezini yazamamış, yazması engellenmiş birisi olacağım. O dönemde yardımcı doçent olmam gerekirken doktorasını bitirememiş bir asistan olarak başlayacağım. Bunlar telafisi olan şeyler değil."

ÜNİVERSİTE YILLIK İZNİ DE YASAKLADI

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki görevinden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü de ihracının çok daha öncesinde üniversite yönetiminin aldığı kararlar sonucu mağduriyet yaşayanlardan. “Barış bildirisi” soruşturması dışında üniversite yönetimini eleştirdiği için hakkında iki soruşturma daha açılan Ünlü'nün, soruşturmalar gerekçe gösterilerek Northwestern Üniversitesi’ne misafir öğretim üyesi olarak gitmesine izin verilmedi. Rektörlüğün neden izin vermediğini 75 gün boyunca öğrenemeyen Ünlü yaşadıklarını şöyle anlattı:

"Ocak 2017’de yine yurtdışına gitmek ama bu defa yıllık izinle tatil amaçlı gitmek için başvurdum fakat yasal hakkım olan yıllık iznim verilmedi. Aynı zamanlarda ve hatta benden sonra yurt dışına gitmek üzere yıllık izin için başvuranlara izin verildi. Bahsettiğim kişiler, aynen benim gibi hakkında soruşturma yürütülen kişilerdir. Keyfilik kanımca açıktır. Ankara 15'inci İdare Mahkemesi, Rektörlüğün izin talebime yönelik bu ret işlemini iptal etti fakat artık iş işten geçmişti çünkü 7 Şubat 2017’de KHK’yla kamu hizmetinden ve mesleğimden ihraç edildiğim için pasaportum iptal edilmişti. KHK’yla atıldıktan sonra Almanya’daki Duisburg-Essen üniversitesinden 2 yıllık bir araştırma bursu kazandım fakat pasaportum olmadığı için bu imkânı da kullanamıyorum."

'ÖDENEN BEDEL BİREYSEL HÜZÜNLE SINIRLI DEĞİL'

Ankara Üniversitesi'nde doktora eğitimine devam eden akademisyen Mühdan Sağlam 7 Şubat'ta yayımlanan 686 sayılı KHK ile aynı üniversitedeki görevinden ihraç edildi. Uluslararası bir enerji okulundan, başvuru yapmadığı halde sunuş yapması ve yaz okuluna ücretsiz katılması için davet alan Sağlam, pasaportu olmadığı için bu eğitime gidemedi. Aynı yaz okulunu 2016 yılında da kazanan Sağlam, rektörlüğün izin vermemesi nedeniyle çalışmalara katılamamıştı. Tez araştırması için kabul aldığı Rusya ve İngiltere'deki iki enerji enstitüsüne ihracının ardından pasaportunun iptal edilmesi nedeniyle gidemeyen Sağlam şöyle konuştu: "Başvuru süreci aslında sancılı çünkü sizi hiç tanımayan insanlara araştırmanızın bilimsel olduğunu, alana katkı yapma potansiyelinizi aktarıyor ve onları ikna ediyorsunuz. Özellikle belli okullar ve enstitülere dünyanın genelinden çok fazla başvuru geliyor. Burslu kontenjanı genelde bir ya da iki kişiyle sınırlı. Bu aşamayı geçmek inanılmaz emek istiyor. Araştırma, daha sonrasında yazılacak teze ve akademik birikime katkı sunan, geniş perspektifle konuyu ele almanızı sağlıyor. Daha iyi bir bilim insanı olmak için yola çıkmak demek. Ancak bunun pasaport gibi bir engele takılması sadece bugününüzü değil geleceğinizi ve bilimsel zemininizi de etkiliyor. Yani işini hakkıyla yapan, çalıştığı ülkenin dilinin bilen bir bilim insanı olmanız engelleniyor. Dahası bu, öğrencilerinize hakkıyla tarafsızca bilgi aktarmanın önüne geçiyor. Akademinin genel kalitesine gölge düşürüyor. Böylece ödenen bedel sadece bireysel hüzünle sınırlı kalmıyor, toplumsal yararı da sakatlıyor."

'NAZİ HUKUKU DİĞER İNSANLARI DA KAPSAYABİLİR'

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki görevinden ihraç edilen Dr. Cenk Yiğiter ise ihracının ardından aynı üniversitenin İletişim Fakültesini kazanmasına karşın yapılan yönetmelik değişikliğiyle öğrenci olarak kabul edilmedi. Ankara Barosu'nda başladığı avukatlık stajı da bitimine sekiz gün kala Adalet Bakanlığı'nın açtığı davada mahkemenin aldığı kararla durdurulan Yiğiter hukuk mücadelesini sürdürüyor.

Önce işi ardından eğitim hakkı elinden alınan, son olarak avukatlık stajı iptal edilerek  mesleğini icra etmesi imkânsız hale getirilen Cenk Yiğiter şunları söyledi: "Barış bildirisi imzacıları olarak böyle bir süreç yaşayacağımız OHAL'den çok daha önce belliydi. Cem Küçük bir televizyon programında 'onlar sivil ölüye dönüştüler' demişti. OHAL de bunun hukuki enstrümanını üretmiş oldu. Bu yaşadığımızı ‘Nazi hukuku’ diye tanımlamıştım. KHK listesindekilerle toplumsal kategori oluşturuldu. Nazi hukukunda saf ari ırk ayrıcalıklıyken geri kalanların dışlanması söz konusuydu. KHK'larla yapılanlar da bu uygulamanın küçük ölçekte denemesi gibi gözüküyor. Yaşanan mağduriyetlerin ortadan kalkmasının koşulunun ancak Türkiye'de demokrasi ve hukuk devletinin yeniden hayata geçirilmesiyle mümkün olacağını düşünüyorum. Bizim üzerimizde pilot uygulaması yapılan Nazi hukuku diğer insanları da kapsayabilir."

PROJELERİ 'YOK HÜKMÜNDE' SAYILDI

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Ülkü Doğanay 2014-2016 yılları arasında TÜBİTAK araştırma projeleri desteği kapsamında 'Siyasal Parti Liderlerinin Seçim Konuşmaları'nda Demokrasi Söylemi' başlıklı bir proje yürüttü. Doğanay'ın dışında üç öğretim üyesi ve dört yüksek lisans-doktora öğrencisi de iki yıl boyunca bu proje için çalıştı. Yoğun çalışmaların arından ekip ara raporları ve sonuç raporunu tam zamanında teslim etti. Sonuç raporunun değerlendirilmesi beklenirken Doğanay ve projedeki bir diğer öğretim görevlisi ihraç edildi. TÜBİTAK'ın web sitesini kontrol eden Doğanay önce projenin durdurulduğunu öğrendi, bir yıl sonra ise TÜBİTAK yazılı olarak projenin yürürlükten kaldırıldığını bildirdi. Doğanay'a gerekçe olarak "OHAL kapsamında KHK ile çalıştığı kurumdaki görevine son verilmesi" gösterildi. Proje TÜBİTAK tarafından hiç desteklenmemiş kabul edildi ve sistemden silindi. 8 kişilik ekibin iki yıl boyunca çalıştığı, 'Seçimlik Demokrasi' adında kitaplaştırdığı araştırma 'yok hükmünde' sayıldı. Ekip, yürürlükten kaldırma işlemi nedeniyle TÜBİTAK'ın yapacağı maddi destekten de yararlanamadı.

'BİLİM YAPMAK MÜMKÜN DEĞİL'

Ülkü Doğanay yaşananları şu sözlerle yorumladı: “Şu anda barış bildirisini imzalayan meslektaşlarım arasında görevlerine hâlâ devam etmekte olan, hatta olması gerektiği gibi, çalıştıkları üniversiteler tarafından bu bildiriyi imzalamış olmaları ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilerek hakkında soruşturma dahi açılmayan birçok arkadaşım var. Bunların bazıları TÜBİTAK tarafından desteklenen araştırmalarını sürdürmeye devam ediyorlar. Aslında bu şartlar altında ne üniversitelerde ne de TÜBİTAK gibi kurumların çatısı altında araştırma yürütmek mümkün değil. Her şeyden önce akademik özgürlüklerin bu denli sınırlandığı ve kurumlar tarafından haksız muamelelerin akademik özgürlükler kapsamında da değerlendirilmesi gereken ifade özgürlüğü hiç gözetilmeden birbirine eklemlenerek sürdürüldüğü bu ortamda ne üniversitelerde ne de TÜBİTAK gibi kurumlarda bilim yapmak mümkün değil. Hâlâ  TÜBİTAK'a proje başvurusunda bulunan, TÜBİTAK'la birlikte araştırmalar yürüten ve TÜBİTAK projelerinde panelist olarak görev almaya devam eden akademisyenlerin bu gibi kurumlarla birlikte çalışırken ne yazık ki bizim uğradığımız bu hak ihlallerinin bir gün kendilerinin de başına gelebileceğini ve akademik özgürlüklerin böylesine kısıtlandığı bu ağır şartlar altında bilim yapmanın gerçekte mümkün olmadığını dikkate almaları gerekir."

'TÜBİTAK KRALDAN ÇOK KRALCI GİBİ DAVRANDI'

Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Siyaset Bilimci Prof. Dr. Ayşen Uysal üniversite yönetimi tarafından açığa alındı. Barış bildirisini imzalamasının ardından Uysal'ın yürüttüğü TÜBİTAK'ın da desteklediği “Sokakta Siyaset: Protesto Eylemlerinde Aktörler, Örgütler, Talepler ve Eylem Repertuvarı” adlı proje de yürürlükten kaldırıldı. TÜBİTAK bir yıl sonra yürürlükten kaldırma nedeni olarak Uysal'ın Birikim Dergisi'nde yayımladığı,“Polis halkı isyana teşvik eder mi?” başlıklı yazıda TÜBİTAK’a teşekkür etmemiş olmasını gösterdi. Yürürlükten kaldırmayla proje hiç yapılmamış kabul edildi ve ödemeler yapılmadı.

Uysal'ın yaşananlara ilişkin yorumu şöyle: "TÜBİTAK ilk önce tepki veren kurumlardan birisiydi ve imzacı listesi üzerinden fişlediler. Sadece projeleri olanların durdurulması değil aynı zamanda panellere davet etmeme gibi bir takım uygulamalar oldu, burslar iptal edildi. TÜBİTAK bir tür kraldan çok kralcı gibi davrandı. Öteden beri siyasallaşmış bir kurumdu aslında. Çatlaklar bulunup ilişkiler sürdürülebiliyordu yine de. Bu kadar açık siyasi tavır sergilemiyordu. Bu süreçle birlikte  çok açık bir tavır alması söz konusu oldu."