Barış Akademisyenleri yeniden üniversitede: 'İktidarlar er geç değişir ama utanç baki kalır'

Ankara 21. İdare Mahkemesi`nin kararıyla 6 yıl sonra Ege Üniversitesi’ndeki görevlerine iade edilen Barış Akademisyenleri Zerrin Kurtoğlu ve Feride Aksu Tanık, üniversiteye dönüşlerini anlattı.

Abone ol

İZMİR - Anayasa Mahkemesi, Barış Akademisyenleri'nin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisinde, bir suç unsuru olmadığına; bu nedenle cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna, bu metne imza atan akademisyenlerle ilgili yargılama yapılmasının ve hatta disiplin cezası verilmesinin bile hak ihlali olduğuna hükmetti. AYM’nin bu kararının ardından OHAL İnceleme Komisyonu, haklarında açılan davalardan beraat etmelerine rağmen Barış Akademisyenleri'nin iade taleplerini reddetti. OHAL Komisyonuna karşı açılan davalar sonuçlanmaya başlarken, Barış Akademisyenleri'nin bir kısmı idari mahkemelerin verdikleri iade kararı sonucu görevlerine dönmeye başladı.

Türkiye'de ve dünyada devlet ve toplum hayatına ilişkin her türlü gelişmenin akademisyenlerin ilgi alanında bulunduğunu ve kanaatlerini kamuoyuyla paylaşmalarının ifade özgürlüğünün bir parçası olduğunu vurgulayan AYM kararına dayanan 21. İdare Mahkemesi’nin kararında da söz konusu bildirinin kamu yararına ilişkin sorunlara dair olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmadığı kaydedildi. Kararda ayrıca “ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu” tekrarlandı. AYM kararında dikkat çeken, “terörle etkin mücadelenin, terörizmin yıkmak istediği demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini koruyarak yapılabileceği; bu kapsamda, ne kadar ağır olursa olsun, devletin terörle mücadele politikalarını eleştiren görüş ve düşüncelerden dolayı kişilere yaptırım uygulanmaması” gerektiğine dair karar, 21. İdare Mahkemesi'nin kararında da yer aldı.

Barış bildirisi imzacısı oldukları için Ege Üniversitesi, Halk Sağlığı Bölümü öğretim üyesi iken ihraç edilen Prof. Dr. Feride Aksu Tanık ve Felsefe Bölümü öğretim üyesi iken ihraç edilen Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu da Ankara 21. İdare Mahkemesi`nin kararıyla görevlerine iade edildi. Aradan geçen 6 yıldan sonra yeniden üniversiteye dönmek nasıl bir duygu? Geçmişe göre üniversitede nasıl bir çalışma atmosferi ile karşılaştılar? Barış akademisyenleri Feride Aksu Tanık ve Zerrin Kurtoğlu Gazete Duvar’a anlattı.

‘BU MANZARA ŞAŞIRTICI DEĞİL ELBET AMA FAZLASIYLA BUNALTICI’

Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nde görev yaparken ihraç edilen Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu altı yıldan fazla bir süredir kapısından girmediği kampüse ve fakülteye ilk gittiğinde gördüğü manzarayı şöyle özetledi: “Öğrencisiz bir üniversite, güvenlikleştirmenin her bakımdan had safhada olduğu bir kampüs ve fakülte. Yurttaşsız cumhuriyetin öğrencisiz üniversitesi! Amaç her ikisini de bila hilaf yönetmek! Bu manzara şaşırtıcı değil elbet ama fazlasıyla bunaltıcı. Mesela fakülteye o barikatların arasından yürüyerek gitmek düşüncesi bile ruhumu daraltmaya yetti…”

Zerrin Kurtoğlu

‘NEFES ALMAKTA ZORLANDIĞIM BİR KARABASANIN İÇİNDEYİM’

Üniversiteye iade edilmesinin üzerinden neredeyse iki ay geçtiğini söyleyen Kurtoğlu, sürece ilişkin duygularını şöyle paylaştı:

“Kendimle ve bütün Barış Akademisyenleri'yle gurur duyarak, barış talebimden bir adım dahi geri atmadan yeniden üniversitedeyim. Geri döndüğüm için mutlu muyum? Ne yazık ki hayır. Öncelikle aynı gerekçeyle ihraç edilmiş diğer arkadaşlarımızın halen iade edilmemiş olması; sonra iade edilmiş bazı arkadaşlarımız hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilmiş olması nedeniyle mutsuzum. Hukuk meşruiyete ve yasalara dayanır. AYM 26 Temmuz 2019 yılında açık ve net bir şekilde ifade özgürlüğü çerçevesine yerleştirerek Barış İmzacılarının cezalandırılmasını ifade özgürlüğü ihlali saydığında, hepimizin iade edilmesi gerekirdi. İdare mahkemelerinin bu kadar farklı yorumlar; üniversitelerin bu kadar farklı uygulamalar yapabiliyor olmasını otonomi kaybından başka bir şey açıklamıyor. Ayrıca üniversitelerin ve akademisyenlerin içine düşmüş oldukları vahim durum nedeniyle mutsuzum. Her ne kadar üniversitelerden uzaklaştırılmış olsak da üniversiteler biz muhreç akademisyenlerin hep ilgi ve araştırma alanımıza dahil olduğundan, durumun vahametini zaten biliyordum. Şimdi bu durumu bizzat deneyimleyince nefes almakta zorlandığım bir karabasanın içinde olduğumu söyleyebilirim. Bu karabasandan kurtulmayı sağlayacak tek şey ise hakikate tutunarak, her zamankinden daha çok, daha güçlü ve elbette daha örgütlü bir şekilde özerklik ve akademik özgürlük için mücadele etmek.”

‘İHRACIMIZI TALEP EDEN SORUŞTURMACILARLA HENÜZ KARŞILAŞMADIK’

Sadece akademik değil insani değer kaybının da yaşandığından söz eden Kurtoğlu, üniversite yönetiminde genel bir nezaketsizlik havasının hâkim olduğunu ifade etti. Kendisinin yönetmelik gereği bölüm başkanı olarak atandığını, ama bu atamadan ne 6 yıldan fazladır bölüm başkanlığını yürüten meslektaşının ne de kendisinin haberdar edildiğini, atamayı bir sabah sistemden öğrendiklerini, bunu nezaketsizlik olarak algıladığını söyleyen Kurtoğlu şöyle devam etti:

“Asgari nezaket ölçülerinin dahi işlerliğini yitirmiş olması doğrusu durumun göründüğünden de vahim olduğunu idrak etmemi sağladı. Halen ne Dekan ne de Rektör tarafından, haksız-hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiş bir meslektaşlarının iade edilmesi ile ilgili ne hoş geldiniz ne geçmiş olsun telefonu ya da ziyareti olmadı. Bunu neye yorayım bilemedim. Nezaketsizlikten öte bir durum olduğunu düşündüğümü söylemekle yetineyim. Bölümümle ilgili hiçbir sorun yaşamadım. Zaten arkadaşların büyük bölümüyle iletişim halindeydim. Onların varlığı ve bölümde hep birlikte inşa etmiş olduğumuz eleştirel-özgür düşünce geleneğini, son derece tekinsiz bir akademik ortamda devam ettirmiş olmaları, beni fakülteye geri dönüşümde mutlu eden tek şeydi. İhraç edilmemizi talep eden soruşturmacılarla maalesef henüz karşılaşma imkânı olmadı. Ama bölüm başkanı olarak atandığımdan elbet bir kurulda karşılaşacağız… Sanırım bir akademisyen gibi değil bir korucu gibi davranarak meslektaşlarının ‘sivil ölüm’e mahkûm edilmesi kararını, üstelik de ‘üzerlerine atılı suçu işledikleri hususunda kanuni ve vicdani kanaat oluşmuştur’ ifadesini kullanarak verirken, devleti bizlerden korudukları için kendileriyle gurur duymuş olmalılar. Oysa yaptıkları sadece iktidarın işlediği suça ortak olmaktan ve böylece akademik ortamın tahribatına unutulmaz bir katkı sunmaktan ibaretti.”

‘KANUNİ VE VİCDANİ KANAATLERİNİN DAYANDIĞI KANUN HANGİSİYDİ?’

Üniversiteden ihraç edilmelerine zemin hazırlayan soruşturmaya bizzat katılmış ve “kamu görevinden çıkarma cezası” teklif etmiş olan soruşturmacılara, “Neyle suçlandığımızı bile bilmediğimiz ve kendilerinin de ‘üzerine atılı suçu işlediği’ ifadesi dışında üzerimize atılı suçun ne olduğunu tanımlamadıkları muhayyel bir suça ilişkin olarak oluşan kanuni ve vicdani kanaatlerinin dayandığı kanun hangisiydi? Dahası iktidarın hizmetine sundukları vicdanlarının ve akademik birikimlerinin, akademik ortamla birlikte kendilerini de ne kadar kötürümleştirdiğinin, akademisyen olmaktan çıkarttığının farkındalar mı acaba?” sorularını yönelten Kurtoğlu, soruşturmacıların, akademik özgürlük konusunda ders mahiyetinde ifadeler içeren AYM kararını ve iadesine karar veren 21. İdare Mahkemesinin kararını altını çize çize dikkatle ve defaatle okumalarını tavsiye etti. Kurtoğlu, son olarak şunları söyledi:

“Akademisyenlerin, çoğunluğun görüşlerine ne kadar aykırı olursa olsun, kanaatlerini kamuoyuyla paylaşmasının ifade özgürlüğünün ve akademisyen kimliğinin bir parçası olduğuna kuşku olmadığını açıkça ifade eden mahkeme kararlarını isterlerse kendilerine gönderebilirim. Bu hukuk metinlerini okumaları, belki akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü arasındaki olmazsa olmaz bağı kavramalarına vesile olur… Ayrıca hatırlatmak isterim ki akademisyenler, eleştirel akıldan, akademik özgürlükten ve üniversite özerkliğinden vazgeçerek hakikat yerine siyasal iktidarla ‘irtibatlı’ ve ‘iltisaklı’ olduklarında, üniversiteler mevcut iktidarların yönetim karargâhlarına, akademisyenlerin kendileri de iktidarların korucularına/infaz memurlarına dönüşür. İktidarlar er geç değişir ama utanç baki kalır. Bu yüzden üniversite özerkliği ve akademik özgürlük, akademik ahlak gereği, bütün akademisyenlerin, ideolojik bağ ve yargılardan vareste olarak savunması, talep etmesi gereken en önemli hakikat anlatılarından biridir.”

'KARMAŞIK BİR DUYGU...'

6 yıldan sonra üniversiteye dönen Feride Aksu Tanık ise yaşadığı duygu durumunu, “Ne yalan söyleyeyim karmaşık bir duygu… Rektörlük baş hukuk müşavirinin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na odalarımızın aranması için bir resmi yazı yazdığını, Tıp Fakültesi’ndeki odalarımızın kapılarına çelik gergi telleri ve asma kilitler takıldığını, bilgisayarlarımızın belleklerine el konulduğunu, eşyalarımızı toplamamız için iki saat mühlet verildiğini, ihracımızla ilgili basın açıklamasına katılan öğretim üyelerine soruşturma açıldığını anımsadım” sözleriyle anlattı. Emek verilen ve ömür adanan bir işi kaybetmenin zorluğuna rağmen aynı zamanda insanı özgürleştiren bir yanı olduğuna da dikkat çeken Tanık, “Yeni şeyler yaratabilmek, kendini başka alanlarda gerçekleştirebilmek, bunu kolektif olarak ve dayanışmayla yapabilmek olanağı verdi ihraç bize. Çok değerli bir deneyimdi TİHV Akademi deneyimi…” dedi.

Feride Aksu Tanık
'ODAMIN KAPISINDA TEL VE KİLİTLERİN DELİKLERİ DURUYOR'

Altı yıl boyunca mecbur kalmadıkça üniversitenin bulunduğu semt olan Bornova’ya bile gitmediğini söyleyen Tanık, göreve başladığında anabilim dalında sıcak bir karşılama olduğunu ve bıraktığı odasında çalışmaya başladığını dile getirdi. Odasının kapısında halen daha tel ve kilitlerin deliklerinin durduğunu ifade eden Tanık, “Kapım biraz mahcup deliklerden ötürü ama Barselona’daki bazı binaların üzerinde iç savaştan kalan kurşun delikleri gibi, bu deliklerin de simgesel bir anlamı var” diye konuştu. Geçmişte hakkında soruşturma yürütenler ile şu an aynı ortamda çalışan Tanık, şöyle devam etti:

“Kasım 2016’da Ege Üniversitesi’nin oluşturduğu soruşturma komisyonu bizlerin 'terör örgütüyle irtibatlı iltisaklı olduğumuza vicdani ve hukuki kanaat getirdikleri' gerekçesiyle ihraç istemiyle isimlerimizi YÖK’e bildirmişti. Bizler Ağır Ceza Mahkemeleri'nde TMK 7/2 maddesinde ifade edilen 'örgüt propagandası' ile suçlandık ve Anayasa Mahkemesi’nin bildiriyi imzalamanın 'ifade özgürlüğü' olduğuna ilişkin kararı sonrasında beraat ettik. Bildiğiniz gibi idare mahkemelerinin kararlarıyla birer birer işlerimize iade ediliyoruz, inanıyorum ki hepimiz işlerimizin başına döneceğiz. Bizler terör propagandası ile suçlanıp geciken bir adaletle aklanırken başka bir suçu işleyenlerle ilgili henüz hiçbir idari ve cezai işlem yapılmadığını görüyoruz. Bu suç: zamanın rüzgarına kapılıp, belki de kendi pozisyonlarını koruma kaygısıyla, hukuki hiçbir kanıta dayanmaksızın, asılsız iddialarla meslektaşlarının mesleklerini ifa etme haklarını ellerinden alacak bir suçlama yapabilmektir. Ehil ve yetkin olmadıkları ceza hukuku alanında, ellerinde hiçbir kanıt olmaksızın vicdani ve hukuki kanaatler geliştirebilmeleri ‘takdire şayan’dır.”

'BU HAKSIZ SUÇLAMAYI YAPANLARIN SORUŞTURULMASINI İSTİYORUM'

Bu tür hak ihlallerinin tekrarlanmamasının faillerin yargılanmalarıyla mümkün olabileceğinin altını çizen Tanık, “İnsan hakları mücadelesinde temel olarak dört aşamadan söz ederiz: Hakikatin ortaya konması, adalete erişim, hak ihlalinin yarattığı travmanın onarımı ve hak ihlallerinin tekrarlanmaması. Bizlerle ilgili hakikat mahkeme kararlarıyla ortaya kondu ve işe iadelerle adalete erişimin kısmen sağlanmaya başladığını söyleyebilirim. Kısmen deme nedenim hala işe iade edilmeyen arkadaşlarımızın olması, bir arkadaşımızın iade sonrası yürütmeyi durdurma kararı ile yeniden ilişiğinin kesilmesidir. Onarım yeniden akademide çalışıp üretmeye başladığımızda kendiliğinden gelişecektir. Ancak bu tür hak ihlallerinin tekrarlanmaması faillerin yargılanmalarıyla mümkündür. Şimdi üniversitemden geriye dönük olarak bu haksız suçlamayı yapanların işledikleri suçun soruşturulmasını bekliyorum” diye konuştu.