Barın Han'da bienal ve düşünmek

İstanbul Bienali'ne ev sahipliği yapacak olan mekanlardan biri Barın Han. Binadaki Emin Barın’ın odası mekanı ve içindeki işleri hem gizemli kılıyor hem de tarihi, sanatı ve günümüzü düşünmeye itiyor

Abone ol

Aslı Örnek

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 17’ncisi düzenlenen İstanbul Bienali basın tanıtımı için salı günü yerli ve yabancı bir grup gazeteci, sanatçı ve küratörle buluşuyoruz. Yüzler gülüyor, yeni eserler kadar yeni fikirlerle tanışacak olmanın verdiği bir coşku var. Biz üç arkadaş Sibel Oral, ben ve Aslı Uluşahin Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi’ndeki açılıştan sonra istikametimizi bienal mekanlarından Barın Han olarak belirliyoruz.

Mekana taksiyle ulaşmak istiyoruz ama taksici bizi malum nedenden beğenmiyor. Biz de vazgeçmiyor, tramvayla Çemberlitaş durağında inip, tramvay görevlisine soruyoruz. Görevli bilmiyor ama çok ilgili, navigasyonla ikinci sokaktan sağa dönmemizi söylüyor. O da ne? Ben ilk gidenler arasında olduğumuzu düşünürken içerisi ve dışarısı oldukça kalabalık, yabancı basının ilgisi de büyük. Bu arada Barın Han’ın atölyesinde blues parçalar çalınıyor. Herkes neşeli. Hemen bir görevliye 17’sinden itibaren de grubun müzik yapıp yapmayacağını soruyorum; performansları devam edecek diyor. Ne de olsa müzik ruhun gıdası…

BİENALİN TEMASI YOK MU?

Mekana girip, üç arkadaş kendimiz turlamaya başlıyoruz ama tur rehberiyle gezmek ayrı tabii. Hemen isteğimi iletiyorum; genç tur rehberimiz Reyhan, (kendisinin ilk turuymuş ama işinde çok iyi, giderseniz onu bulun) güler yüzüyle bizlere kulaklık veriyor, zira ortam gürültülü. Reyhan, bağırmayan zarif bir kız; kendisini duymamız zor olabilir. Derken başlıyor beş katlı binayı anlatmaya… Ama öncesinde aklıma bir şey takılıyor; bu seneki bienalde slogan ya da bir tema neden yok?

Reyhan sakin sakin başlıyor anlatmaya; "Evet diyor, bu durum belirsizlik yaratabilir ama bir şeye isim verebilmemiz için o şeyin başlamış ve bitmiş olması gerekiyor. 17. İstanbul Bienal’inde ise bundan söz edemiyoruz. Zamansal ve kamusal olarak bir daireye hapsolmadığımız için özgürleşiyoruz. Burada sanatçıları ve eserlerini tanıyacağız ama buradan çıktıktan sonra sokaklara karışıp, kaybolacağız. Pandemi hepimizin hayatında değişikliklere neden oldu, bu bienal bize göremediklerimizi hayal ettirmek istiyor."

ZEMİN KATTA KADINLAR SES YÜKSELTİYOR

Sergiyi gezmeye en alt kattan başlıyoruz. Zemin kat ‘Hem zemin hem zaman’ projesine ayrılmış. Ancak bu konu başlığı farklı mekanlarda da görülebilecek farklı işlerin ortak başlığı. Küratör Çağla Özbek ve Merve Elveren, Nepal Fotoğraf Kütüphanesi ve Türkiye’den Kadın Eserleri Kütüphanesi’yle işbirliği yapıyorlar.

Önemli isimleri kendi arşivlerine davet ederek feminizmin bir anlatısını oluşturmaya çalışıyorlar. Daha çok kıyıda köşede kalmış şeylere dayanarak bir bütünlük sağlamayı hedefliyorlar. Dilek Winchester ses, sözlü tarih, harf inkılabı gibi konulara değinirken, 19. yüzyıldan kalma Türkçe Ermenice metinlere de yer alıyor. Bu arada duvarlarda 8 Mart 1995’te Ayşe Tütüncü, Deniz Türkali ve Sumru Ağıryürüyen’in de verdikleri konser fotoğrafları yer alıyor. Yüzler gülüyor, kadın olmanın ve birbirine destek olmanın nasıl güzel göründüğüne bakakalıyorum.

BARIN HAN’IN ÖNEMİ

Bir üst kat müzisyenlerinde ilerisinde konuşlandığı atölyede tur rehberimiz Reyhan anlatmaya başlıyor yeniden. Bu kez Barın Han’ın tarihini öğreniyoruz… Çemberlitaş Cağaloğlu’na bulunan Barın Han, 1800’lerden beri yazmanın ve basının bir merkezi olarak hayatına devam ediyor. Fakat 2000 yılındaki turizmleşme sürecinde tarihi dokunun bir parçası olan buradaki baskı evleri, daha endüstriyel yerlere taşınıyor ve Barın Han da bundan nasibini alarak 19 yıl boyunca boş kalıyor. Son üç yıldır kültür snaat etkinliklerine ev sahipliği yapan, bu bağımsız sanat alanını yeniden sanat dünyasına kazandıran kişi ise eşi Necla Barın. Şimdi bienal, hanın tüm katlarına yayılıyor.

Giriş katında Emin Barın ve öğrencilerinin işleri yer alıyor.  Hanın en özel ortamlarından biri Prof. Emin Barın’ın odası… Türk yazı sanatının çağdaş öncüsü sayılan Barın’ın işleri saymakla bitmiyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından madeni paraları yazmakla görevlendirilen Barın, Anıtkabir’de mozole girişinin her iki yanındaki kabartma oyulan Atatürk’ün gençliğe hitabı ile 10’uncu Yıl Nutku’nun yazılarını hazırlayan da kişi. Bienal kapsamında odasına giriyoruz. 29 Aralık 1987’de vefat eden sanatçının o günden günümüzde kadar dokunulmayan masası hepimizi etkiliyor.

Masada çalışma kalemleri, cetvelleri hatta gözlüğü duruyor. Odayı gezerken bir yazı gözüme çarpıyor, Emin Barın’ın ağzından ‘Gerek İslam aleminde gerekse Batı’nın çağdaş sanatçıları, Arap harflerinden yeni çizgisel tertip çıkararak soyut anlatımın değişik örneklerini yapmaktadır. Ancak bunların hiçbiri hat sanatının klasik sırları ile teknik ve kaidelerini bilmedikleri için harflerin anatomisini bozarak okunmaz hale sokmaktadır. Ben klasik kuralları bildiğim için harfleri bozmaya elim varmaz. Ancak onların genel istif ve kompozisyonu üzerinde çalışırım. Onun için yazdığım yazılar genellikle okunur. Ayrıca serbest kreasyon olarak yazdığım yazılarda lüzum gördüğüm değişikliği yapabilirim. Benim özelliğim buradan kaynaklanır.’

KATLAR ARASI KÜLTÜREL YAKLAŞIMLAR

Katlar arasında gördüğüm farklı ülkelerden, farklı mevzulara yer verildiği ve gelenleri incelemeye ve düşünmeye sevkettiği… Göçmen sanatçı Peter Schumann’ın Barın Han’daki çarşaf resimleri beraber gezdiğimiz basının ilgisini çeken işlerden biri oluyor. 1963 yılında eşi Elka Schumann’ın da aralarında bulunduğu sanatçı, dansçı ve müzisyen arkadaşlarıyla Bread and Puppet Tiyatrosu’nu kuran sanatçı, maske ve dev kuklalarla sosyal adaletsizliklere dikkat çekerken salgın devreye giriyor. COVID 19 pandemisiyle birlikte otel ve hastanelerden bağışlanan eski çarşaflara büyük ölçekli resimler yapan Peter Schumann, yakın zamanda ölen dostları ve insanlığın geleceğine dair süregelen endişelerini  çarşaflara yansıtıyor. Tuval yerine çarşaf kullanmasını ileri dönüşüm sayıyor, çarşaf resimlerine hayrana kalıyorum.

İSTEYEN ANKETE KATILIYOR

Bienal kapsamında Açık Radyo’nun kuruluşundan bugüne yaşananları anlatan işler de muhalif işler yapmaya, düşünmeye, üretmeye çalışanların geldiği yeri düşünmek konusunda sağlam veriler sunuyor. Bu arada gezerken Konda Araştırma şirketinin dizayn ettiği oda da dikkat çekiyor. Konda şirketinin bu bienalde yer alma nedeniyse katılımcıların toplumdaki sosyal, siyasal değişiklikleri anlamak... Nicel ve nitel yöntemlerle araştırmalar yapan şirketin öngörüsü toplumdaki kutuplaşmanın nedeninin katı ve değişmez fikirler değil, akışkan bir gündemde gelişen ve devrime giren fikirler olduğu yönünde. Bu bağlamda kendileri bir anket oluşturarak interaktif bir işle katılım sağlıyorlar. İsteyenler bienalin birçok noktasından bu ankete katılabiliyor.

NAKAMURA YUTA TÜRK MİMARİSİNİ OYUNLA DÜŞÜNDÜRÜYOR

Benim dikkatimi çeken işlerden biri de Nakamura Yuta ve Taut üzerinden tartışmaya açtığı işleri oldu. Nazizmin yükselişiyle birlikte hem Japonya’da hem de Türkiye’de sürgünde yaşayan Yuta, Alman modernist mimar Bruno Taut’un hayatını ve mirasını araştırıyor. Türkiye’de pek çok kamu binasının tasarımını yapan Taut’un en bilinen işlerinden biri Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşının yerleştirildiği katafalkı tasarlamış olması… Taut’unun ölüm tarihi ilginç çünkü kendisi de Atatürk’ün cenazesinden sadece bir ay sonra ölüyor. Nakamura Yuta, Almanya ve Japonya’dan hareketle yola çıkarak bu bienalde varsayımsal bir sorunun peşine düşüyor ve soruyor: ‘Bu katafalk ütopik bir mimari eser olarak görülebilir mi?’

Nakamura, heykelsi yapıtlarla Türkiye’nin modernleşme sürecini aynı yıl Tokyo Camisi’nin açılışı için inşa edilen yeşil tak ve İstanbullu oyuncakçı Dündar’ın oyun bloklarını bir araya getiriyor. İlginç şekilde oyuncakla mimari iç içe geçiyor. Barın Han'ın son katında hem sanal, hem de basılı işler de üreten bir bienal var. Günün sonunda farklı kulvarlarda, farklı işlerin var olmasıyla, belli bir temadan çok her disipline hitap eden tarzıyla handaki işler bana hem gizemli geliyor hem de huzur veriyor.