Banna yallan söyleddiler!

Okulu bitirip devlete yük olmadan iletişim ile ilgili bir iş yeri açtım. Cep telefonu işi değil tabii. Ne bir kapağım vardı ne de devlette gözüme kestirdiğim bir yeri. De ki devlet sana plaket mi verdi? Daha değil. Vergiyi, Bağkur'u dengi dengine ödeyebilirsem bi ümit var. Elin kralına devlet nişanı veren devlet bana plaket mi vermeyecek!

Özkan Özgür oozgur@gazeteduvar.com.tr

Rahmetli dedem, "milletin içinde eşeğin kuyruğunu kesme, kimi uzun der, kimi kısa" atasözünü sık kullanırdı. Dört yıl iletişim okudum, böyle veciz 'halkla ilişkiler' prensibi duymadım. Atalarımızın eşek üzerinden tonla sözü var. Söylerken 'ş' yi şeddeli okursun. 'Banna yallan söyleddiler' şarkısındaki şeddeli 'n', 'l' ve 'd' gibi.

Elbette hayvana zulmü meşrulaştırma amacı taşımıyor bu söz. Mevzu, yaptığın işin beğeniye sunulmasıyla ilgili. "Çok da şeetme" anlamında. 'Like'lar ve 'dislike'lar canını sıkmasın yani. Beğenen de olacak, beğenmeyen de. Yazarken, sahnede gösteri yaparken bu ata nasihati şifalı bir şey oluyor. Ama esas zor olanı gündelik ilişkiler. İnsanlarla iletişim. 'İronik' lafı tam yeri. İletişim oku, bu işlerden para pul kazan, ilişkilerde sıkıntı yaşa!

Gerçi bunun böyle olacağı belliydi. Okulu bitirip devlete yük olmadan iletişim ile ilgili bir iş yeri açtım. Cep telefonu işi değil tabii. Ne bir kapağım vardı ne de devlette gözüme kestirdiğim bir yeri. De ki devlet sana plaket mi verdi? Daha değil. Vergiyi, Bağkur'u dengi dengine ödeyebilirsem bi ümit var. Elin kralına devlet nişanı veren devlet bana plaket mi vermeyecek!

Taze mezunum, özgüven tavan. Kapı gibi diplomam var. Oldum limited şirket sahibi. Yıllar sonra anlıyorsun, istesen de kurtulamıyorsun. Hemen kapatılamıyor. Şirket benim neyime, muhasebecinin işgüzarlığı tabii. Şahıs firması da olabilirmiş. 48 çeşit iş kolu yazmış. İçinde tüp bayiliği bile var. Vizyonu büyük tut seneye de lazım olur durumları.

Açılış, çiçekler, çelenkler... Hayırlıya gelenler. Sağ olsun akrabalar falan. Esas ağır top amcam. Kendileri Nasrettin Hoca'nın laf cambazı torunu. Laf cambazı yerine "fırlama" derdim ama daha sağ, Allah uzun ömür versin. Hacca gitmeden evvel performansı daha iyiydi. Rahat rahat küfür edebiliyordu. Şimdilerde yeri geldiğinde yutkunarak geçiyor bip yerini. Zamanında böyle miydi? Bir paragraf yerine geçmeyen küfürlere tenezzül etmez, klişeye prim vermezdi. Nasıl bir 'kıreytiv' yetenek olduğunu detaylandıramam! Traktörün tekerinin şamrelinin sübabını (sibop) diyeyim anla. Bu da geldi hayırlıya. Eli boş muydu, dolu muydu hatırlamıyorum. Canı sağ olsun tabi. On sekiz sene geçmiş aradan.

İnceden inceden lafa girdi. 'Eşek'li bir deyişimizi tercih etmedi şükür. Eş dost üzerinden sordu. Dedi ki: "Yegenim, Allah heyirli ede. Yalnız, soriler, deyiler ki senin yegenin tam ne iş göri. Ben de dügirim galim." Şivede sıkıntım yok. Elazığlıyız. Esas Çemişgezek de, neyse... Fakat cümlede geçen ve aklımdan altını çizdiğim 'dügürmek' ne ola ki? "Konuşma sanatı öğreteceğiz" diyorum, firmalara gidip personeline eğitim vereceğiz diyorum, işte beden dili diyorum, diksiyon diyorum... Ben anlattıkça onun kafa geriye gidiyor. 'Dügürmek ne la?' diyorum içimden bi taraftan. Şimdi ben bu okulu niye okudum? Fonda 'banna yallan söyleddiler...'

"Yav tamam, ne alisin ne satisin deyiler? Dügürim galim baba!" diye yineledi. Cümlede anlam, paragrafta anlam, Ural Altay Dil Ailesi, semantik, hermenötik ne varsa alt alta topladım. Dedim bu 'dügürmek' olsa olsa 'tıkanıp kalmak' anlamında herhalde. Tavandaki özgüvenimle konuyu açıklığa kavuşturdum:

"Dügürüp kalanlara, dügürüp kalmamanın yollarını anlatacam!"

Kafayı salladı. Bazıları gibi, "parayla mı yapacaksın?" acımasızlığında değildi. "Eyi eyi... Yalnız beş on seneye anca millet anlar!" diyerek düşüncesini küfürsüz sterillikte dile getirdi. Amcamla iletişim kurmakta zorlanan ben, olmuştum danışmanlık şirketi müdürü! Hem de iletişim!

Kimlerle iletişim kurmakta zorlandığımı on sekiz yıldır düşünüyorum. Amcamla işleri hal yoluna koydum. Ama diğerlerini kategorize ettim. Kimlerle? Başta devlet. Malum plaket mevzusu! Diğerleri gerçek kişiler.

Birinci grubun ayarsız bir sohbet tarzı var. Ya sazı alıp eline kimseye sıra vermezler ya da dünyaya küsmüş gibi ağızlarını bıçak açmaz. Bunlarla tutturamıyorum.

İkinci grup, konuşurken duvara mı anlatıyorlar, insana mı, umurlarında olmayanlar. Dinliyor musun, anlıyor musun, katılıyor musun, etkileniyor musun, esniyor musun, içinden küfür mü ediyorsun, uyuzlanıp kaşınmaya mı başladın, gırtlağına yapışıp; "la bi sus!" diye bağırasın mı var, çırılçıplak soyunup kendini meydanlara atasın mı var, tınlamazlar. Dinleyicinin bir vücudu, o vücudun da bir dili ama şişmiş bir dili var diye düşünmezler.

Üçüncü grubun zırnık espri yetenekleri yoktur. Uykusuz dergisi istemişsin de yerine resmi gazete vermişler gibi. Vergi mevzuatı ya da lise son matematiği dinle daha heyecanlı.

Dördüncü grup, sorularına; "bilmem, sanırım, öyledir herhalde" yanıtını verenler. Tedbir manyağıdırlar. Olmaya ki bir konuda taraf gözükürler, muhalif düşerler diye korkarlar. Hep yuvarlak konuşurlar. Maslahatçı tiplerdir. Cehenneme soksalar bunları; "şöyle ortadan gidelim canım, başımız ağrımasın sonra... Hem, kimler var daha iyi görürüz!" derler.

Beşinci grup, ne anlatırsan anlat, "ben de böyle düşünüyorum" diyebilecekleri bir cümleleri yoktur. Fikir fakiridirler. İki sayfa tirat okusan cevapları, "yaani" olabilir. "Doğrudur", "tabii canım", "herhalde" gibi jokerleri vardır. Ha, bir de "gibi" var. "Gibi!..."

Altıncı grup, anlattığı meselenin sonuna geldiklerinde; "böyle de bir anımız vardı..." ya da "senin de başını ağrıttım birader!" demekten kendilerini alamayanlar. Te yirmi sene önceki askerlik anısını bile bir kez olsun derli toplu anlatmışlıkları yoktur. Ama bir çavuş var, orası kesin!

Yedinci grup, aynı şeyleri dönüp dolaşıp, antibiyotiğini ihmal etmeyen hasta ciddiyetiyle belli aralıklarla anlatanlar. Ancak, yeni bir şey eklemeyi hiç beceremezler. Dinlerken göz kapakların ağırlaşır, kolun bacağın uyuşur, adem elmanla çenenin arasını tırmalayıp kaşırsın, esnemekten çenen yerinden çıkacak gibi olur; 'çok pis nazar var üzerimde, bi kurşun döktüreyim' veya 'bi minder olaydı da beş dakika kıvrılıp yataydım' temalı süper fikirlerin olur.

Sekizinci grup, özetle: "Ben... Ben... Yine bi gün ben... Aslında ben... Ben var ya... O değil de yine bi gün ben..." diyenler. Hadi dünyanın merkezi olduğuna inandın, o dünyanın döndüğüne niye inanmadın?

Dokuzuncu grup, tek düze ses tonlarıyla adeta hipnoz seansı yaparlar. Negatifin dibidirler. Enerjimizi iliklerimizden emerler. Hep bir mağdurum da mağdurum, hep bir ortada bırakılmışlık, hep bir kandırılmışlık... Kendisi iyi, çevresi kötü halleri...

Bunların dışındakilerle üç dakikada kaynaşır, Hegel'den rahmetli dedeme felsefe; Sadık Hidayet'ten amcama edebiyat konuşabiliriz.

Tüm yazılarını göster