Bahtiyar Kaymak: Devrimci bir şiire ihtiyacımız var!

Bahtiyar Kaymak’ın ikinci kitabı “Kara Delik” kısa bir süre önce Kaos Çocuk Parkı Yayınları'ndan çıktı. Şiirlerinde kapitalist sistemin, modernizmin ve kentin sıkıştırdığı insanın çıkışsız olmadığına dikkat çeken Kaymak için “irade” önemli. Şiire dair sohbet ettiğim Kaymak "Dünyanın devrimci bir şiire, devrimci bir fikre, devrimci bir sanata her şeyden çok gereksinimi var!" dedi.

Abone ol

DUVAR - Zamanımızın çok parçalı şiir ortamında, genç isimler gibi önceki kuşaklardan şairler de sesini, sözünü paylaşmakta zorlanıyor. Bunun birçok nedeni bulunup sayılabilir elbet. Şiir ortamının, parçalı oluşunun yanı sıra teşvik etmekten çok caydırıcı oluşu, zorluğu arttıran etkenler arasında belki de en önemlisi. Görünüşe bakılırsa yazılanın paylaşılacağı, şiirin okurla buluşmasını sağlayan kanal çok. Ancak gerçek hiç de öyle değil.

Uzun süredir şiire yoğun emek verdiği halde yazdıkları yayımlama sürecindeki engelleri aşamadığı için kitaba dönüşemeyen birçok şair var. Onların çoğu bir süre sonra dergilerde, etkinliklerde okurla buluşmak konusunda görünmezliği seçiyor. Zaman içinde o kenara çekilmiş şairleri ancak bilenler biliyor. Kısaca şiirin dolaşım kanallarında yere göğe sığdırılamayan, adeta “pop ikonu” niteliği kazanmış şairler kadar çabası ve emeğiyle, şiirin yüzünü ağartan ancak kenara çekilmek zorunda kalmış isimler de var. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de modern Türkçe şiirin asıl gücü buz dağının görünmeyen kısmında…

Birçoğunun görünmeme nedeni şiir adına kariyerlerin, unvanların, kartvizitlerin, “hamili kart yakınımdır” tarzı önerilerin, reklam spotlarının parlattığı simaların oluşturduğu ürkütücü kalabalık. Kenarda kalanların kimileri şiirin metalaşmasına, kültür endüstrisinin “oyuncağına” dönüşmesine, bu şekilde dolaşım (belki de dolaşamama demek gerek) tarzına itiraz ediyor. Deyim yerindeyse şiiri dolaşık hale getiren koşulları reddediyor. Kimileri de günlük hayatın sorunları nedeniyle şiirden kopmak zorunda kalmış, yazsa da yayımlamaya “mecburen” ara vermiş. Ancak görünürde olan, bilinen, popüler isimler ve yapıtlarına bakınca, kenarda kalmış, devre dışı, dolaşıma girmeyen şiirlerin, kitapların daha fazla okunmamasına hayıflanmamak mümkün değil. Çünkü vitrinde olmasa da ilgiyi, okunmayı hak eden ne çok şiir ve kitap var. Ancak kültür endüstrisine teslim olmuş şiir ortamını koşulları nedeniyle gözden ırak durumdalar. Yine kültür endüstrisinin koşulları sonucu, bildiğimiz, aslında şiir açısından büyük bir zenginlikten mahrum kaldığımızdır.

İlk şiiri seksenli yılların başında Trabzon’da yayımlanan yerel bir gazetede çıkan Bahtiyar Kaymak da uzun süredir yazmasına karşın kamusal alanda görünmemeyi, kendini göstermemeyi tercih etmiş isimlerden. Öyle ki bir dönem dergilerde yayımlanan şiirlerin altına “baht” imzasını atarak mahlas kullanmayı tercih etmiş. Böylece herkesin görünmek için birbirini ezdiği koşullara itirazını “kendini göstermeme”, “adını vermeme” seçeneğinde somutlaştırmış.

Bahtiyar Kaymak’ın ikinci kitabı “Kara Delik” kısa bir süre önce Kaos Çocuk Parkı Yayınları'ndan çıktı. Şiirlerinde kapitalist sistemin, modernizmin ve kentin sıkıştırdığı insanın çıkışsız olmadığına dikkat çeken Kaymak için “irade” önemli. Bahtiyar Kaymak şiirin aydınlatıcı ışığını varlığıyla, varoluşuyla modernizmin sıkıştırdığı insana tutuyor. Şair “Kara Delik”te, insanı iki tür sıkışmışlık içinde ele alıyor. Ona göre; bir, düzenin köşeye sıkıştırdığı insan var, bir de kendi içine sıkışmış insan…

Bahtiyar Kaymak’ın şiirlerinde dikkat çeken bir başka boyut da yazgıya isyan. Kaymak şiirlerinde herkesi kendi yazgısından, kendi değiştirilebilir yazgısından sorumlu tutuyor. Bu noktada da “iradeyi” ön plana çıkarıyor. Şair, insanın mutluluğu için çözümü, sistemi değiştirmekte ve doğayla birlikte yaşamakta görüyor. Doğayı alt eden, fetheden, tutsak alan, onun efendisi olan uygarlık anlayışına tavır alıyor. Çevreyle, doğayla barışık bir varoluştan yana. Bunun yaklaşım şiirlerinin diline de yansıyor. Doğa, ses, imge ve benzeri ögelerle şiirlerde geniş bir yer tutuyor. Şu dizeler kitaba adını veren “Kara Delik” adlı şiirden:

dalgalar vurur kayalara çarpa çarpa parçalar kendini

parçalanmanın ve geri çekilip toparlanmanın etkisiyle

yaşadım; anlatacağım senin hikâyeni

zamanın benden çaldığı hazine sensin

sensin içime çektiğim nefes

sevgilim

ya devrim yapacağız

ya da evren büzülüp bizi kara deliğine çekecek.

Bahtiyar Kaymak’a yeni çıkan kitabı “Kara Delik” vesilesiyle şiir yolculuğunu, ikinci kitabını, şairin derdini, şiir yayımlama sürecini, modern Türkçe şiirin geçmişini, geleceğini sorduk…

Önce, Bahtiyar Kaymak kimdir? Şiir yolculuğu ne zaman, nasıl başladı, bugüne nasıl geldi?

Bahtiyar Kaymak

Sanatın kalıcı görünürlüğü bildiğimiz gibi kaya ve mağaralardaki duvar resimleriyle başlar. Ben oradan geliyorum. Kara kalem çizgilerden söze, sözden yazıya… İlk şiirim "İleri" adlı bir yeraltı (illegal) gençlik fanzininde yayımlandı. Ondan çok sonra aşk geldi ve benim şiir yazma eylemimin ateşi yükseldi. Genç dostum Murat Öksüz’ün "Kibele" adındaki fanzininde düzenli şiir yazdım. O günlerden genç dostumun bana telif olarak halen sıcak bir somun ekmek borcu var.

Şiirimin kendi mecrasına vardığı yıllar editörlüğünü sevgili dostum Salih Aydemir’in yaptığı "Öteki-siz" dergisinde yine düzenli olarak şiir yayımladım. İşte tam o zamanlarda (2002) Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü'ne “Duman Kulübü” adlı dosyamla katıldım ve kazandım. Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü bana göre benzerleri içinde özgün bir yere sahip ve kitapsız şairlerin kitaplandırıldığı kıymetli bir şiir yarışması.

Böylelikle ilk kitabım “Duman Kulübü”, 2002 yılında sevgili Suat Çelebi’nin editörlüğünde Mayıs yayınlarından çıktı. İlk kitabımı ve onun yüksek heyecanını alıp yine mağaradaki duvar resimlerine döndüm. On, on iki yıl sonra çıktım mağaradan. İşte, Kaos Çocuk Parkı Yayınları'nın bastığı “Kara Delik” adlı kitap o çıkıştan dört yıl sonra geldi.

'KAÇMAKLA NE KENDİMİZİN DIŞINA ÇIKABİLİYORUZ NE DE DÜNYANIN'

Özellikle modern şiir, okurun yorumuna dayanır. O nedenle, şairin şiirinde dile getirdikleriyle okurun yorumunda farklılıklar oluşabilir. Her şairin, olduğu gibi her her kitabın bir “derdi” vardır. “Dertsiz baş olmaz” deyişindeki gibi... Şairi olarak sana soralım okurla buluşan ikinci kitabın “Kara Delik”in derdi nedir?

“Kara Delik”te yer alan şiirler bir sıkışmanın ürünüdür. Bu her anlamda bir çıkışsızlığa doğru yuvarlanan ya da bizi hep aynılığa vardıran bir dönme, dönenme hali. Şimdilik olağan görünen bu trajik durumu düdüklü tencerenin işleyişine benzetebiliriz.

Ancak düdüklü tencerenin genleşip patlamasını önleyecek bir güvenlik çıkışı var. Mandalını kaldırıyoruz sıkışan hava “fısss” diye çıkıyor. Peki insanlık nasıl aşacak sıkışıklığını, çıkışı nasıl bulacak?

Yaratıcı düşüncenin ürünü sanat ve yeni fikirler bu sıkışmayı yüzyılımıza kadar aştılar. Ancak günümüzdeki sıkışma, daha derin ve daha karanlık. Bu duruma "yüksek parıldayanların ortaçağı" da diyebiliriz. Burada uzun uzadıya yazılması gerekeni, konumuz “Kara Delik” adlı kitabımız olduğundan, kısaca değindim. Kitaptaki dertse kendini şöyle kodluyor: “Doğum Ağırlıkları” adlı birinci bölüm gitmek üzerine. Sıkışanın sıkıntısı, doğası gereği karşı devrimcidir. Gitmek dediğimiz şey kaçışa dönüştüğünde karşı devrimci doğasını gerçekleştirir. Böylesi sıkışmalarda dünyada çok yoğun bir gitme durumu ortaya çıkar. Zorbalıktan, savaştan, diktatörden kaçan mülteciler, insanlığın görünür ve hayli trajik ağrılarıdır. Bizim asıl konumuz ise gönüllü mültecilerdir. Bir huzursuz coğrafyadan görece daha huzurlu bir coğrafyaya göç ederler. Böylesi gidenlerin yüzüne şöyle söylenir: "Nereye gidersen git kendi varoluşundan dışarıya çıkamazsın."

İşte bu diyalektik gerçekliği genişlettiğimizde şuna varırız: Hangi coğrafyaya gidersen git dünyanın içindesin. Şunu anlıyoruz ki dünyada artık tek çıkış, başka bir gezegen, tek uzak başka bir yıldız. Çıkış yok gidecek, yer yok. Peki gerçekten çıkış yok mu? Çıkış her zaman vardı ve yeryüzünde hayat sürdüğü sürece hep var olacak. İşte bu gitmek derdiyle yazılan “Kara Delik”, gitmeyi, dirence, aşka, isyana, “başka bir dünya mümkün”e doğru yapıyor. En ağır külfette dahi varlığımızın onurlu duruşunu koruyan dirence gitmeliyiz. Bu sıkışmada sanatın, fikirlerin, dirençten başka çıkışları olduğunu düşünmüyorum. Dünyanın devrimci bir şiire, devrimci bir fikre, devrimci bir sanata her şeyden çok gereksinimi var. Çünkü kaçmakla ne kendimizin dışına çıkabiliyoruz ne de dünyanın.

'ŞAİRİN SADECE ŞİİR YAZMADA ISRAR ETMESİ DONKİŞOTLUK'

Uzunca bir süredir yazıyorsun. Şiirlerin zaman zaman dergilerde yer alıyor. Ama, ancak şiirin “sıkı” takipçileri için aşina bir isimsin. Şiirlerinin kitap olarak yayımlanmasındaki uzun zaman aralığı dikkati çekiyor. Bu konuda neler söylersin?

Bu sorunu üç bölüm halinde yanıtlayacağım. İlki kişisel, ikincisi mevcut yayınevlerinin şiire bakışı, üçüncüsü edebiyat okurunun şiire duyduğu gereksinim ya da şiirle kurduğu ilişki. Şairin yazma eyleminin ve şiirinin devamlılığı açısından ikinci kitabın uzun bir aradan sonra çıkması elbette açıklama gerektiren bir durum. Zamanın bunca uzaması daha çok kişisel nedenlerden kaynaklanıyor. Çünkü disiplinli bir yazma eyleminden uzun süre uzak kaldım. Hayatımın akışı bir yerde şiire uzak kaldı. Gündelik yaşam bizim olan zamana ağırlığını koyunca şiir, onu uzak kalınmaya hiç de rıza göstermiyor. Çekip gidiyor; aşk gibi, sevgili gibi. Şiir incelik isteyen, sürekli yanında durulması gereken bir disiplin. Şiirini yalnız bırakan şairin doğal olarak ikinci kitabının çıkması hayli zaman alıyor.

Mevcut yayınevlerinin şiire bakışı temelde ticaridir. Herkes bilir; popüler kişiliklerin yazdıkları dışında şiir kitabının pek ticari bir değeri yoktur. Ha olması gerekir mi? Kesinlikle gerekmez. "Sokakta uçuşan bir kâğıt parçasına yazılan kelimelerdir şiir" desem, tatlı bir romantizme vardırırım kendimi. Hiç öyle değil. Çünkü kitap yayımlamak küçük de olsa bir sermaye gerektiriyor. Birkaç köklü yayınevi, bu küçük sermayeyi prestij için şiir kitaplarına ayırıyor. Kuşkusuz ki bu haklarını şiirde yer tutmuş şairler için kullanıyorlar. Kitapsız genç şair ne yapsın? Yarışmadan yarışmaya dosya taşıyor. Bizler ne yapıyoruz; yazdıkça ağırlaşıyor, her biri birer kitap olacak dosyaları taşınabilir belleklerde biriktiriyoruz.

Öte yandan bu yılki İstanbul Kitap Fuarı'nda tanık olduğum bir durum içimi acıttı. Stantları dolaşırken kitaplarının üzerinde duran kartonda adı yazılı olan bir kadın şairimiz, sanırım öylesine durup bakan ziyaretçiye şöyle dedi: “Buyurun bu kitabın yazarı benim!” Burada şairin kendi kendisini küçümsemesindeki açmaz, kitabının ticari sorumluluğunu üstleniyor olmasıdır. Birkaç kitap imzalayarak yayımcısına parasal katkı sağlama düşüncesi. Elbette şairin de, bir ölçüde yayımcının da burada bir kusuru yok.

Şair burada, hakkaniyet ve şiir kitaplarının basılması için aslında nafile bir çaba gösteriyor. Şairlerin bu kitap imzalarken düştükleri hal, düştükleri açmaz gerçekten içler acısı. Sonra kendini her açıdan kabul ettirmiş yazarlara bakıyorsun. Herkesin elinde bir iki kitap, kuyruk dersen şöyle şöyle kıvrılıp uzayan türden. Üstelik kitabını imzalayan yazarda belirgin bir aziz havası. Kelamının kıymetine hayranlıkla gelen okurlar, kült yazar ve ticari iktidar.

Sorunun üçüncü bölümünde okur şiir ilişkisine geldiğimizde çokça söylenen ve artık klişeleşmiş olan bir tespitle karşılaşıyoruz. Şiirin gerçek hamisi, yani şair, şiir kitabı okumuyor. Aslında okumayan şair söylencesini şöyle bir kenara koyalım. Bir yazarın-şairin nitelikli ürünler verip de okumuyor olması hem olası değil, hem tümüyle safsata. Nitelikli olanın bir şekilde kitapları okuyup tükettiği düşüncesindeyim. Ancak şiir okurları tarihin her döneminde özgün olmuşlardır. Yani nitelikli her kitapsever mutlaka şiir kitabı da alıp okuyor.

Zaten sıradan okurun şiir kitabına ilgi göstermesi oldukça istisnaidir. Bu nedenle şairlerin sadece şiir yazmada ısrar ve inat etmeleri bir çeşit “Donkişotluk”. Hele ki vasatlığın, sinikliğin, geleceksizliğin yükseldiği bu çağda kâhin denilen şairlere gereksinim yok denecek kadar azken. Ne gam ki, şairler şairlere kalıyor. Köhne bir hasetlik şairi şiirin üzerine çıkarıyor. Bu niteliksizliğin övgüsünden, yavanlığı yaygınlaştıran bu kötülemeden çıkıp gitmeliyiz. Yakınmanın alçaltan kusurlarına kapılanlardan uzaklara. Dünyayı okumanın maharetiyle o bambaşka şiiri yazmaya gitmeliyiz.

“Kara Delik”te altını çizdiğim çok sayıda betik, dize var. “Uyandırır herkes çocukluğunu” dizesi de onlardan biri. Şunu sormak istiyorum: Yazarken sen mi çocukluğunu uyandırıyorsun, çocukluğun mudur seni uyandıran? Çünkü kitapta dizelerin, şiirlerin arasında dolaşan bir çocuk var. Bazen ayak seslerini duyuyoruz o çocuğun, bazen siluetini görüyoruz…

Herkesi anayurdunun kendi çocukluğu olduğu düşüncesindeyim. Bu yüzden benim anayurdum bir metrekareye koskocaman bir dünyayı sığdırabilen çocukluğumdur. Çocukluk düşlerin, masalların, türlü türlü serüvenlerin uslanmaz bir gezgini olduğundan, şairin aynı zamanda şiirinin en sadık ve duru kaynağıdır. Çocukluk, yaşamak denilen mucizenin hakikatidir. Çocukluk, yalnızca uğraşlarında görebileceğimiz bilgedir. Bize sürekli tertemizliği anlatır.

Takım elbiseli bond çantalı bir adam düşünelim. Bahar havasının tatlı dalgınlığı içerisinde, yuvarlanıp taklalar atmak istiyor yemyeşil çimen yapraklarının üzerinde. Ama bu ulu ortalık, herkesin ne diyeceği düşüncesi içindeki güzel ateşi söndürüyor. Hep bu yüzden işte çocukluk aşktır, özgürlüktür. Çocukluk, o başka dünyanın kuruluş bilgisidir.

“Kara Delik” kitabının derdi gitmekti. Başladığımız yere, çocukluğumuza gitmek. Oradaki yaşama enerjisini, azlığı, yavaşlığı, bizi her daim masum kılan ikiden çok olmayı asla unutmamaya gitmek. Bu nedenle çocukluk benim uzaklaşacağım, döneceğim bir yer değil. Birlikte yürüyoruz, yoksa olgunluğun yerlere çarptığı meyvelerden hiç farkımız olmayacak. Olmak eşyalara yakışıyor. Çocukluğun unutulan biricik öğretisi yapmaktır. Ne yapmak istiyorum? Şiir yazmak, yürümek, saatlerce bisiklet sürmek, fabrika önlerinde gelecekten söz ederken direnen işçilerle çay içmek, çayırlarda yuvarlanmak. Ne yapmak istiyorum? Evet evet şiir yazmak istiyorum: Yok oluşun, isyanın şiirini.

“Eğer politikacılar olgulara kulak asmayacaklarsa, neden okulda bir şeyler öğrenmek için bunca zahmete katlanacakmışız? Yakın bir geleceğim yoksa okulların açık olmasının anlamı ne?” diye soran on beş yaşındaki kız çocuğu Greta Thunberg’in, dünyayı büyük bir yok oluşa götürecek sıcaklık artışının yol açtığı iklim krizi için Stockholm’de, parlamento binasının önünde, kaldırım taşlarına oturmuş direnen onurunun şiirini yazmak istiyorum. Olur da yazamazsam bu esini yazabileceklere vermek istiyorum. Mademki dünyayı güzellik kurtaracak, o vakit barbarlıktan önce çocuğu uyandırın!

'SANATÇI DÜNYAYI DA OKUYABİLMELİ'

Kara Delik, Bahtiyar Kaymak, syf. 134, Kaos Çocuk Parkı Yayınları, 2018.

Modern dönemin şairi, her şeyden önce iyi bir okur olmak durumunda. Hatta zorunda bile diyebiliriz. Malerme'nin ünlü sözü; "Şiir duygularla değil sözcüklerle yazılır". Emek ve emek süreci gerektirir. Okumak da sürecin bir parçasıdır. Şiir okumayan, şiirle ilgili okumayan için şiir yazmak bir süre sonra çıkmaza girer. Şiirin öğrenildiği en iyi kaynak yine şiirdir. Toparlarsak, şöyle soralım: Şiirin geçmişinden gelen deneyimini, birikimini nasıl değerlendiriyorsun? Bu konuda neler söylersin?

Bazen elimde fırça, bir arkeolog titizliğinde geçmişin tozunu alırken görüyorum kendimi. Tarih öncesi söylencelerden, tabletlerdeki çivi yazılarına, papirüse kadar. Her şeyiyle dünyanın devi insanlık ve onun olağanüstü birikimi. İşte ben oradan bu şaşkınlıkla geliyorum yakın tarihe. Nâzım Hikmet’in komünist kişiliği ve büyük şiirinden, teslim olmamayı her durumda direnmeyi öğreniyorum. Sonra tekrar epeyi gerilere gidiyorum. Halk şairlerinden, halk ozanlarından zorbalara meydan okumayı öğreniyorum. Yunus Emre’den Tanrı'da vücut bulan aşkı, Pir Sultan’dan mütevazılığı, mülksüzlüğü, Shakespeare’den zamanın bütün tuğlalarına basarak yükselen sesin sonsuz yolculuğunu… Ama diyorum sonra, ben neyim ki, zaten söylenmişi, zaten yazılmışı güncelleyen bir kâtip mi? Her şey, ama her şey yazılmış ve söylenmişken ben daha ne yazabilirim?

Geçmiş benim haddimdir. Haddimi hep sevdim. Şiirlerimi de bu nedenle severek ve haddimle yazıyorum. Evimde büyük bir kütüphanem, kitaplığımda yüzlerce şiir kitabı, edebiyat dergileri, fanzinler ve ciltler halinde mizah dergileri var. Görüyorum o şiir kitaplarından ikisini yazdığımı. Yani dağlarda gezinen şairlerin şiir ateşlerine iki yonga da ben atmışım. Bu hakikaten iyi duyguları öven güzel bir şey be kardeşim! Çok olmasa da az kitap okumadığım düşüncesindeyim. Evet yazı ile uğraşan herkes gibi şairler de kitapların yatağında uyuyup uyanmalı.

Ancak bir şey var kitaplar kadar önemli bir şey. Sanatçı dünyayı da okuyabilmeli. Hem de büyük bir incelik ve hassasiyetle, okuduğu dünyada gezginleşmeli, ona karışmalı. Dünyayı okumanın pratiğinden yoksun olan, sürekliliğin derdinden çok parlamanın popülerliğine yatkındır. Şimdi söyleyeceğime indirgeme de desek “edebi kuzular” benim onlar için söylediğimdir.

Bugünün şiirini nasıl değerlendiriyorsun? Yeni kuşaktan, gençlerden ilgini, dikkatini çeken, takip ettiğin, yeri geldiğinde önerdiğin, önereceğin isimler, şiirler, kitaplar var mı?

İnsan için, aşk ve karşı koyuş var olduğu sürece şiir de var olacaktır. Çünkü şiir ateşin çıtırtısı ve insanın ona hayranlık dolu bakışıyla başladı.

Günümüz şiirinin bir kontrast sorunu olduğunu görüyorum. Siyah yaradır ve kontrast siyahın içindedir. Anımsadığım kadarıyla Mevlana’nın şöyle bir sözü var: “Yara; ışığın içine sızdığı yerdir.” Bu sözdeki olağanüstü karşıtlığa hayran olmamak elde değil. Öğreticilikle kışkırtıcılığın sözünü ettiğim karşıtlıkla akrabalığı olsa da ana unsuru olmadığını belirtmeliyim. Söz konusu karşıtlık estetize edilmiş şiirsel bir mimaridir. Çoğu kez bilinçli ya da bilinçsiz olarak bulandırılan bir şey var. Sanatın devrimci oluşu. Bu devrimci oluş, kaynağını herhangi bir ideolojik literatürden almaz. İnsanın biriktirdiklerinin toplamına yeniden yeniden yaratmayla var olan bir haldir, sanatın devrimci oluşu. Yoksa trajik bir ironiyle yolumuz “edebi kuzuluğa” varır. Kuşkusuz ara tonlar ayrı bir konu. Çünkü ara tonlar her iki tarafa da esin verir.

Buradan genç şairlere geldiğimizde… Her dönemin genç şairi var. Ancak asıl soru genç şiir var mı? Dünya düzeninin, sanatın sanatçının biçim almasında büyük etkisi olduğu yadsınamaz bir gerçek. Şunu açıklıkla hissediyorum ki, iklimin ya da barbarlığın insanlığı toptan bir yok oluşa götürmediği koşullarda sanatın her türü devrimci bir çağa girecek. İnsanlığın şenlik ateşleriyle kutlayacağı bu görkemli evrim yeryüzünü ve hayatı bir kez daha onurlandıracak. Buna bütün samimiyetimle inanıyorum. Gençler dünyanın kamp ateşleridir. Ve onların ateşleri asla sönmeyecek, söndürülemeyecek.

Yaraya ışık tutan simsiyahın içinde parlayan genç şairler, bana göre şu anki gençlerden sonra gelecek. Küçük kız çocuğu Greta gibi on, on beş yaşlarındalar. Ve şu mutlak bir gerçek ki bu yeni gelen gençleri hiçbir güç yerinde yönetemeyecek. Çünkü kapitalist zorbalıkla boğazı sıkılan dünyanın yeniden mutlulukla nefes almasını onlar sağlayacak. Okuduğum, beğendiğim, izlediğim gençlerin isimlerini tek tek saymak burada mümkün olmadığı için onların şiirlerini ve kitaplarını kendimde saklı tuttuğumu belirtmek istiyorum.

Ekleyeceğin bir şey var mı?

Elbette söyleşimizin bitimine ekleyeceğim birkaç şey var. Öncelik olarak sevgili dostum Enver Topaloğlu, bu söyleşi olanağı ve kürsüsü için sana teşekkür ediyorum. Sonra “Kara Delik” adlı ikinci kitabımın basımında emeği geçen bütün Kaos Çocuk Parkı kolektifine teşekkür ediyorum. Son olarak bu kolektifte öne çıkan müzisyen ve şair Lokman Kurucu kardeşime, her iki sanat dalında ve yayıncılıkta yol açıklığı diliyorum. Çocukları uyandırın…