Bahçeden konuşmalar

Yıldırım Türker'in Bahçe adlı denemlerindeki metinler dünyanın haritasının değiştiği alanlar sunuyor. Birbirinden farklı yazarların, sanatçıların varlığıyla beraber zengin, yoğunluklu duygu atmosferine kapı açıyor. Ayrıca yalnızca insanlardan ibaret olmayan yazılar kent tasavvuru, direniş gibi eylem biçimlerinden bahsediyor. Denemeler, her biri kendi içinde bağımsız birleşik ağlar kümesini oluşturuyor.

Abone ol

İlker Cihan Biner 

0.

Yıldırım Türker'in Bahçe adlı kitabını ele almanın zorluğuyla başlamak istiyorum. Ufak bir kalp çarpıntısı, hafif mide ağrısıyla giriştiğim bu eylemin kendi benliğimle kurduğum ilişkiyle doğrudan bağlantısı var.

Önce yazma arzumun tetiklendiği o günlerden biraz bahsetmek istiyorum.

Hukuk fakültesi öğrencisiydim. Lakin istemeyerek okuduğum bu bölümle yaşadığım krizler gün geçtikçe derinleşiyordu. Öte yandan politik meselelere olan ilgim artıyordu. Toplumsal hiyerarşinin baskısı gün geçtikçe ensemde belirirken ailemle olan ilişkimde çıkmazlara girdiğimi fark etmiştim. Dünyayla derdim vardı. Problemler çoğaldıkça çaresizlik hissiyle boğuşmak benim için siyasi meselenin ta kendisiydi. Açıkçası bana dayatılmaya çalışılan yaşamı reddetmenin yollarını arıyordum.

Tüm bu krizlerin ortasında heyecanla belirli günlerde Radikal Gazetesi alırdım. Çünkü her cumartesi, pazar ve pazartesi Yıldırım Türker'in yazılarını okumak hayatımın değişmez parçasıydı. Metinleri kesip saklar ve sonrasında kupürleri yeniden çıkarıp dikkatle okurdum. Her defasında başka şeyler bulduğum yazılara dair notlar alırdım. İşaret edilen meseleleri derinleştirmek için çeşitli araştırmalara girişirken nefes aldığımı hissederdim.

Bugün o anlara geri dönerken bir şeyi fark ediyorum. Geçmiş geçip gidenden ibaret değil. Hatırlamanın güzelliği tam da hikâyemi anlatmakla ilişkili. Fakat burada zaman algısıyla alakalı bazı meselelere girmem gerek.

“Zamanla hallolur” “zamana bıraktım”, “zamana yenildik” gibi bir dış güç varmışçasına yaşamaya çalışırız. Geçmiş arkada kalıyor, gelecek belirsiz duruyor, şimdi akıp gidiyormuş gibi düşünürüz. Üçlü formda yaratılan katı dilimlerle zaman mefhumunu sabitliyoruz.

Oysa belleğimde biriken bu okuma deneyimlerinin bir anlamı var. Yani o anların bugün mücadelemde doğrudan etkileri olduğunu görüyorum. Yıldırım Türker'e dair kör bir hayranlıktan ya da onun yazılarını kutsallaştırma niyetinde değilim. Fakat kendimi sınadığım, yaşamla ilişkimde sorduğum sorulara yanıtlar verebilmiş metinlerin altını çizmenin kıymetli olduğunu düşünüyorum. İşte bu yüzden hayatımda yaratıcı kopuşlara yol açan, sıradan olanın tahakkümünden kopmama yardımcı olmuş yazılara geri dönüşün yarattığı heyecan ufak bir kalp çarpıntısına sebep oluyor. Mamafih, yazma arzusunun otobiyografik başlamasını narsistik zeminde de konumlandıramam. Aksine içsel konuşma fikri, hayatı yeniden kurgulama politikası dünyayla kaynaşmama sebep oldu. Lakin Yıldırım Türker'in yazılarındaki çok katmanlılığın yalnızca benim deneyim sahamla sınırlı kalmadığını söyleyeyim. Bir kere yazarın metinleri tek boyutlu siyasi yazılardan ibaret değil. Bilhassa ‘Bahçe’ adlı denemelerinde metinlerarasılık mefhumunun oluştuğunu söyleyebilirim. O halde beni yoldan çıkaran, sapa yerlere gitmemi sağlayan ve nefes veren bu sahaya giriş yapmadan önce yazarın bir önceki üretimlerinden bahsetmek gerek.

1.

Yıldırım Türker'in 1993 yılında Korsan Yayınlarından çıkan Cihangir Kedileri isimli bir şiir kitabı mevcut. Onun dışında Metis Yayınlarından çıkan Gözaltında Kayıp: Onu Unutma ve Türkiye Sizinle Gurur Duyuyor adında iki eseri var.

Şiir dışında yayınlanan çalışmaların bazı açılardan birbiriyle diyalog halinde görülebilir.

Gözaltında Kayıp: Onu Unutma kuşkusuz bir bellek kitabı. Express Dergisinde yayınlanan bu yazılar Türkiye'nin siyasi haritasının ne denli karanlık olduğunu gözler önüne serer. Bilhassa Kürt coğrafyasında yaşanan baskı pratikleriyle beraber yası tutulamayan insanların portreleri metinlerin merkezinde yer alır.

12 Eylül sonrası devlet savaşma biçimlerini değiştirir. Ölüm siyaseti son hızla devam ederken şiddet uygulama tekniklerinde farklılaşmalar görülür. Kitap bir politika değişiminin izini sürerek karanlıkta kalan, sesini duyuramayan bedenleri kayda alır.

Türkiye Sizinle Gurur Duyuyor eserindeki yazılara geldiğimde yine politikaya açılan metinler söz konusu. Kitabın adındaki ironi de örgütlü kötülüğe gönderme yapar. Türkiye'de siyasi kültürün oluşumuyla, egemen ulus fikrinin gelişimiyle, millilik ruhunun yayılımıyla, toplumsal yapıya sinmiş duygu formlarıyla ünlü figürler arasında ilişkiler kurulur. Bu açıdan yazılar başka türlü belge niteliğine kavuşur.

Bir tarafta yası tutulamayan bedenler diğer yanda toplumsal mitlerin vasatlığı ve bütünüyle politik sahnenin tıkanıklığı... Birbirine zıt olmadan düğümlenen bu durumlar her iki kitabı ortak bir yerde buluşturur.

Radikal Gazetesinde her pazartesi yayınlanan Aile Albümü köşesi her iki kitabın da siyasetini sürdürür. Üstelik ana akım medyanın çokça hedef gösterdiği bir sütun haline gelir. Yıldırım Türker ölüm oruçları, vicdani ret davaları, işkence suçları gibi bıçak sırtı konulara giriş yapmaktan asla vazgeçmez. Yazarın aleyhine onlarca dava açılır.

O yazılar hala güncelliğini koruyor. Ama buraya kadar yazılan metinlerden yaşadığımız coğrafyanın kalın sınırlarının görünür kılındığını fark edebiliriz.

Peki Bahçe' adlı kitaba geldiğimizde ne değişiyor? O saha nasıl oluşuyor?

2.

Editörlüğünü Ahmet Mümtaz Taylan'ın yaptığı Bahçe kitabı Yıldırım Türker'in gazete yazılarından oluşuyor. Eserin fark yaratmasının sırrı şurada beliriyor: “Tümüyle sömürüye gömülmüş bir dünyada nefes almanın yolu yok mu?” sorusuna yanıt vermeyi de aşarak başka sahaların oluşumuna kapı açıyor. Kitabın ilk metni olan Şahane Münzevi yazısında Türker şöyle sesleniyor: Eğilmiş gündeme bakıyoruz. Sırtımız ağrıyor, birbirimize diyebileceklerimizi çoktan tükettik. En tehlikelisi, dünyayla ilişkimiz tahammül sanatına dönüştü. Aydınlığı da paylaşabilmeliyiz. Bu dünyayı yaşanası kılan insanların serüvenlerine dahil olmalıyız. Kısır gündemlerin arasında kuruyup kalmamak için.

Anlaşılan Bahçe başlığının bir mecaz olduğu görülüyor. Fakat metaforu klasik anlamıyla kullandığım an bu yazılara haksızlık etmiş olurum. Çünkü geleneksel olarak mecazda gösteren ve gösterilen gerilimi kurulur. Benzetme her daim esas anlama gönderme yapar. Alışıldık mecazi yapılar içinde böyle bir kural geçerlidir. Asıl manaya mâl etme hadisesi yaşanır. Oysa bahçe metaforunu klasik veçhelerinden ayırarak onu saptırmak, açısını genişletmek ve özgün hale getirmek Yıldırım Türker'in oluşturduğu bölgeleri daha net anlamamıza olanak sağlar. Başka bir deyişle; peyzaj girişimi olarak bahçe kelimesi çalıların, ağaçların, çiçeklerin oluşturduğu mekânlara verilen isimdir. Sözcük aynı zamanda oluşuma gönderme yapar. Lakin denemeleri farklı bitkisel formlara benzetmek kolaya kaçmak olur.

Bahçe, Yıldırım Türker, Karakarga Yayınları, 2020.

Nitekim Bahçe eserindeki metinler dünyanın haritasının değiştiği alanlar sunuyor. Birbirinden farklı yazarların, sanatçıların varlığıyla beraber zengin, yoğunluklu duygu atmosferine kapı açıyor. Ayrıca yalnızca insanlardan ibaret olmayan yazılar kent tasavvuru, direniş gibi eylem biçimlerinden bahsediyor. Denemeler, her biri kendi içinde bağımsız birleşik ağlar kümesini oluşturuyor. Tam da burada metaforda biriken ikili anlam oluşumunun geriliminin yerine sentezlemeye girmeden onların birbirine temasını sağlayabilirim. Çünkü yazıları okurken fiziki etkileri pas geçemem.

Genel olarak okuma eyleminin böyle bir yanı var. Metinler okuyanın üzerinde etkiler yaratır. Kitaplar öylesine kaba dilsel yapılar değildir. Aksine onlar için ilişki kurduğumuz bedenler dahi diyebilirim. Yıldırım Türker'in Bahçe eserindeki metinlerin konumunu bu sahaya çevirdiğimde her denemenin ayrıksı otlar olduğunu, isyan kokuları yaydığını söylerken bahçedeki etkilere işaret etmiş oluyorum. İsyankar Neşe, Marcos'un dili, Yıkıcı karaktere selam, Vicdan ile ret, Bahar sarhoşu ve daha nice yazıları kıyıda oluşmuş serin, genişleyebilir bir bahçenin varlığını müjdeliyor.

Bir açıdan Yıldırım Türker kitapta kaleme aldığı Derek Jarman metninde sanatçının zihin dünyasını işlerken aslında hem ona dair basılmış bir esere hem de bahçeye dair de ipucu veriyor: Bahçe, evinin önüne denizin ağarttığı bir tahta parçası ve kemiğe dayayıverdiği köpek gülü ve dikkatsiz ayakların hışmından korumak için cezrin armağanı uzun bir çakmaktaşına yasladığı yabani lahanayla birlikte başlayıverdi. Zamanla katırtırnakları, binbir çeşit kaktüs ve çöl çiçeği; eski bahçıvan aletleri, denizin armağanı taş, demir ve ağaç nesnelerle bezenmiş tarhlarda eşi bulunmayan bir bahçe oluşturdu.

Jarman'a yazılan bu parçayla birlikte bütünüyle metinlerde dünyanın haritasının değiştiğinden bahsetmiştim. Bu durum kitaba ağır bir yük taşıttırmak anlamına gelmesin. Bahçe yalnızca Yıldırım Türker'in kaleminden çıkan yazılardan ibaret değil. Ortak bir sahnenin kullanıldığı, daha önce hiç rastlanmamış olanın deneyimlendiğı yazılar başka imkanlar haritasını ortaya döktüğü için dünyanın ritmini başkalaştırıyor.

Artık başlangıç fragmanında söz ettiğim kişisel deneyimlerime yeniden dönebilirim. Kitapta Gülten Akın'a dair İmkâna Tutuldum adlı bir deneme var. Orada geçen bir paragrafı alıntılamak istiyorum: Bu dünyada herkesin şairleri vardır. Kendisi bilmese dahi o şairler hep ona yazar. Bir gün keşfettiğinde o şair, senin olur. Koynundan çıkmaz geceler boyu. Gündüzünü karıştırır. İkindini zehirler. Sabah onunla uyanırsın.

Bu cümleleri ilk okuduğumda vurulduğumu hatırlıyorum. Türker'in kaleme aldığı şiirlere, denemelere dair böyle bir hissiyat taşıyordum. Onunla ilgili gelişen hayranlık duygusu değil de bahçesine akıyor olmanın taşkınlığına kapılmıştım. İyi ki dalıp gitmişim. Şu an onun bahçesinden yazıyorum. Yaşadığımız kriz günlerinde böyle bir alandan sesleniyorum.

Bahçe soluksuz kalmış, yolundan sapmış, tenha kaldırımlardan yürüyen herkese açık.