Bağlamanın kalbi yahut gurbeti kim yarattı: Arif Sağ

Arif Sağ, bağlamanın kalbidir. Ve bizim kalbimiz onunla atıyor. Hüda ondan razı olsun.

Mehmet Said Aydın msaydin@gazeteduvar.com.tr

Başlıktaki “bağlamanın kalbi” terkibi, Erdal Erzincan’a Ekşi Sözlük’te sorulan “Arif Sağ ismini duyduğunuzda hissettiklerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?” sorusunun yanıtından. Arif Sağ’ın talebesi de olan büyük müzisyen Erdal Erzincan’ın tam yanıtı ise şu: “Arif Hoca bağlamanın kalbi diye ben her zaman söylüyorum. Anadolu’nun kalbi bağlama, bağlamanın kalbi Arif Sağ’dır. Bizim de kalbimiz onunla atıyor.”

“Gurbeti Ben mi Yarattım”, başlı başına albüm adı. 1981 tarihini taşıyor. 12 eser var albümde. Albüme adını veren “Gurbeti Ben mi Yarattım” albümün ikinci şarkısı. “Dersim Dört Dağ İçinde” de bu albümün icralarından biri ama şimdilik ondan bahsetmeyeceğiz.

Arif Sağ, 1945 Erzurum Aşkale doğumlu. Yetişmesinde, Erzincan’da yaşamış ve belli ki çok kıymetli sanatçıların yetişmesine emek harcamış biri var: Kumaş Dede. Kumaş Dede’nin dükkânından Davut Sulari, Ali Ekber Çiçek, Âşık Daimi gibi çok mühim isimler de geçmiş. Genç yaşında İstanbul’a vardıktan sonra Nida Tüfekçi’nin talebesi olmuş Arif Sağ. İlk dönem profesyonel işleri, şimdi bildiğimiz Arif Sağ müziğinden daha uzakta. Sonradan hem “bağlamanın kalbi” olacak, hem de kendine has (ve sanırım taklit edilmesi çok zor) bir icra yöntemine ulaşacak. Bağlama meselesinin üzerinde biraz durmak gerekiyor.

Bağlama (ve aslında “Halk Müziği” diye isimlendirilen geleneksel folklorik müzik), çok uzun yıllar yetim muamelesi görmüş bir enstrüman. Bu yetimliğin içinde elbette Osmanlı saray müziği bakiyesi ve oradaki bakış var ama icracıların da olumsuz yönde emeği var. Bağlama, sanki aşağı sınıftan olanların çalacağı ve çoğunlukla da basit bestelere eşlik etme kabiliyetine sahip bir enstrüman olarak düşünülmüş. Öyle de muamele görmüş. Kimse de (denebilir ki Arif Sağ’a dek), bu enstrümanı alıp esas durması gereken yere koyamamış, yükseltememiş. Tarihin üst yapısı, sonsuz biçimde alt yapı müdahalesiyle biçimleniyor şüphesiz. Bazen bir şeyin zuhur edebilmesi için binlerce insanın emeği gerekiyor. Ama o “biri”nin doğru zamanda, doğru yerde çıkması ve çoğunlukla da deha kumaşı taşıma gerekiyor zannediyorum.

Takvimler 1982’yi gösteriyor (albüme adını veren şarkı klişesinden sonra, takvimler gösteriyor klişesine de başvuracağım varmış). Yer, İstanbul Elmadağ. Orada Şan Tiyatrosu adında bir mekân var. Sonradan kundaklanacak ve yanacak Şan Tiyatrosu’nda, 1982 yılında Arif Sağ “Bağlama Resitali” adında bir konser verir. O güne dek bağlamanın enstrüman olarak tek başına dinlenilebileceği, virtüözite derecesinde çalınabileceği, bir “resital”in öznesi olabileceği hayal edilmemiştir. Orada, solak bir adam, saçını sallaya sallaya bir konser verir ve bin yıllık bu enstrüman, hak ettiği yere varmak için işaret fişeğini görür. Ondan sonrası okullar, talebeler, albümler, “Muhabbet” serisi, yurtdışı konserleri, büyük besteler, müthiş icralar… Denilebilir ki bir yandan bağlama mucidi olan (kısa sap bağlamayı icat eder) Sağ, 1982’de bu enstrümanın kaderini değiştirmiştir.

İçinde “gurbet” geçen türkü ve şarkılara 2002 yılından bu yana meyilliyim. Meylimin içinde şüphesiz gündelik hayatımın, gurbette olmamın, gurbetlik duygusunu üstümde atmak için pek de gayret etmememin etkisi var. Yıldırım Gürses’i bile içinde gurbet geçen bir şarkısından ötürü tanıdım. Biri eğer içinde gurbet geçen müzik eserleri üzerine konuşacaksa, bence alınlık kıymetinde bir eserdir “Gurbet O Kadar Acı ki”. Şiir Kemalettin Kamu, makamı uşşak, bestecisi Yıldırım Gürses. Velakin, içinde gurbet geçen eserlerden bahis açılacaksa, benim için “epigraf”, yazının başlığı da olan Arif Sağ eseri: “Gurbet Ben mi Yarattım”. Aslında sentaks gereği sonunda soru işareti var gibi görünen ama asla soru olmayan, retorik soru gibi yapmaya bile gönül indirmeyen bir hüküm cümlesi. Gurbeti, hayır ben yaratmadım. Çünkü yokluk beni mecbur etti. Çünkü, gençliğim aldı gitti. Çünkü, Muhlis Akarsu 2 Temmuz 1993’te yakıldı. Çünkü, her şeyime hasret kaldım. Gurbeti ben mi yarattım. Sözlerini ben yazmışım gibi yapınca bile çok tuhaf, çok güzel. O kadar çok dinledim ki ömrüm boyunca.

Şimdi gene çalıyor o müthiş solak icrası. Muhtemelen kaydedilirken saçını o bildiğimiz şekilde sallıyordu gene. “Akşam olur gölge basar” sesinin düştüğünü anladım hep ama esas, “Yokluk imkânımı keser” derken ne hissettiğini bildim yıllar içinde. Ama, halen esas kısım bu değil. Esas kısım, Muhlis Akarsu’nun mahlas beytindeki şu an: “Akarsu sılayı anma/ Bu ayrılık geçti sanma” söyleniyor, tekrar edilecek. Bir daha başlıyor, “Akarsu sılayı anma” diyerek. Ve bir es geliyor orada. Bir boşluk. Bir sessizlik. Kararsızlık mı, sözleri mi bir an unutuyor, yutkunuyor mu, söylemek mi istemiyor bir daha, 1981’den gördüğü Sivas kehanetini mi haber veriyor bilinmez. Ama orada bir suskunluk, bir es, bir boşluk, bir kararsızlık, bir kehanet var gibi geliyor bana hep. Yıllardır öyle geliyor. Ve bu icrada, en çok orayı, o kısmı bekliyorum.

“Çaresizdim, geldim amma/ Gurbeti ben mi yarattım” ile nihayete eriyor eser. Arif Sağ, bağlamanın kalbidir. Ve bizim kalbimiz onunla atıyor. Hüda ondan razı olsun.

Tüm yazılarını göster