'Bachçede Yaz'da sahne Stabat Mater'indi

Ailesinin manastıra kapattığı bir kızın onlara özlemini anlatan parçayı “Yüksek Yüksek Tepelere”ye benzetmesi ya da dönemin eserlerindeki hüzün ve sitemi, arabeskle karşılaştırması dinleyicilere keyifli anlar yaşattı.

Abone ol

DUVAR - 1998’den bu yana İstanbul’da düzenlenen 'Bach Günleri', 5 Ağustos’taki ilk konserle açılışını yaptı. Sondan bir önceki konserine gitme şansı yakaladığımız bu güzel organizasyon Hakan Erdoğan ve arkadaşlarının çabası ile ortaya konuyor.

Emirgan’da yer alan Sakıp Sabancı Müzesi’nde açık havada düzenlenen konser serisi bu yıl “Bachçede Yaz Festivali” olarak adlandırılmış, Johann Sebastian Bach’a ithafen. Serinin dün gerçekleşen konseri ise “Stabat Mater”di. İklim Tamkan’ın kurduğu, Nihan İnan ve Senem Demircioğlu’nun soprano ile mezzosoprano olarak yer aldığı ensemble, festival kapsamında sahneye çıkan ilk Türkiyeli gruplardan biri olma özelliği taşıyor.

Konserde, Barok ile Rönesans yani 16’ncı ve 18’inci yüzyıllar arası gidip gelen J. Duphly, A. Vivaldi ve G.B. Pergolesi’ye ait olan eserlere yer verildi. Bu eserlerle ilgili minik bilgileri ise ekipten Ozan Karagöz dinleyicilerle paylaştı. İlk parça çalınırken, Karagöz, 16’ncı yüzyıla ait olan “pavan ve gaillard” danslarından birkaç figürü de dinleyicilere sergileyerek, bizi o zamanların Avrupa’sına götürdü… Daha sonra da ‘pavan’ın genelde çift olarak yapıldığı, 'gaillard'ın ise 'bol zıplamalı ve erkeklere özgü olduğu' bilgilerini aktardı. Kafamda canlanan bir sürü Rönesans tablolarından fırlamış, bembeyaz tenli, kırmızı yanaklı, etrafta zıplayan Avrupalı erkek görüntüsünü yok etmek için küçük bir mücadele verdim…

Sakıp Sabancı Müzesi’nin konsere ev sahipliği yapan Fıstıklı Teras’ı harika, tam anlamıyla boğaz ayaklarınızın altında hissi veren bir yer. Fakat festival ekibinin de belirttiği gibi, ‘burası çok güzel bir yer ama konser dinletileri için çok da uygun değil’. Sahil yolundan geçen ‘hızlı ve öfkeli’ şoförleri ile lüks arabaların motor, korna sesleri ya da başka araçlardan yükselen müzikler, gemilerin tok uyarıları biraz dikkat dağıtıcıydı. Sanatçılar, tam yeni parçaya başlayacakken gelen ani ezan sesi de, konsere minik bir arayı zorunlu kıldı, bu da heyecanlı dinleyicilere bir içecek molası oldu.

YÜKSEK YÜKSEK TEPELER...

Ozan Karagöz’ün parçalar arası yaptığı küçük konuşmalar, sanki müziğin ağırlığını, yani o Rönesans ve Barok havayı kırmak açısından, veya benim gibi ‘klasik müzik konserine gidiyoruz, ciddi ve havalı olmalıyız, en azından bu gecelik’ gibi kendine kural koymaya çalışanları, “yok canım, o dönemde değiliz artık” diyerek rahatlatır gibiydi! Ailesinin manastıra kapattığı bir kızın onlara özlemini anlatan parçayı “Yüksek Yüksek Tepelere”ye benzetmesi ya da dönemin eserlerindeki hüzün ve sitemi, arabeskle karşılaştırması dinleyicilere keyifli anlar yaşattı.

Pergolesi’nin Stabat Mater’ini seslendirmek üzere sahneye Nihan İnan ve Senem Demircioğlu çıkmasından önce, Hakan Erdoğan birkaç cümle söyleyerek, parçanın bu gece dinleyiciler için ne anlam ifade edeceğini değiştirdi. “Bugün aramızda Stabat Mater’deki acıların benzerini yaşayan bir arkadaşımız var” diyen Erdoğan, ‘mezzosoprano Senem Demircioğlu’nun bugün babasını kaybettiğini’ dinleyicilerle paylaştı. Demircioğlu’na alkışlarla destek vermeye çalışan dinleyiciler, Orta Çağ’da yazılmış olan, Meryem’i çarmıha gerilmiş oğlu İsa’yı seyrederken tasvir eden Stabat Mater’i, ailesinden birini çok yeni kaybetmiş Demircioğlu ve Nihan İnan’ın sesiyle dinlediler… Demircioğlu’na baş sağlığı dileyelim biz de bu vasıta ile…

Festivalin organizasyon ekibinden Gizem Kaymakçı ile de ettiğim sohbet sonrasında, düşüncelerim pekişti. Kaymakçı ‘organizasyonun Hakan Erdoğan ve arkadaşları tarafından, samimi bir şekilde ortaya konduğunu’ anlattı ve bu sene gösterilen ilginin de arttığından bahsetti. Festival güzel, müzik güzel, manzara güzel! Keyifli bir gece ve müzik dinletisi için, festivalin son konseri The Barock Moscow Ensemble’ı 5 Eylül’de kaçırmayın derim.