Aydın'ın korona virüsü jeotermaller

Aydın'da yetersiz denetimler sonucu kontrolden çıkan şirketler, 36 yılda kasalarını doldururken, geride birçok kanser vakası bıraktı. İnciriyle, zeytiniyle bilinen bu şehirde, jeotermal ne yazık ki yer üstünde yer altında durduğu gibi durmuyor.

Abone ol

Murat Yüksel*

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de enerji durumu güncelliğini koruyor. Ülkemizde bu konuda yapılan araştırmalar sonucu, Ege Bölgesi'nin, zengin jeotermal sahalarına sahip olduğu tespit edilmiş durumda. Jeotermik enerjinin kaynağını, yer kabuğu içinde tabi bir ısıtıcının varlığıyla basınç noktasında kaynama noktasına ulaşan sıcak sular teşkil ediyor. Yeraltında yüksek ısı derecesine ulaşmış suların, çeşitli yollarla yeryüzüne çıkartılması sırasında basıncın düşmesi sonucu su ve buhar olarak ayrışmasıyla yeni ve güçlü birer enerji kaynağı elde edilir.

TRT Arşiv; ''1980 yılında Denizli'nin Sarayköy ilçesi yakınlarında bulunan Kızıldere Jeotermal Santrali" (1) haberini, kamuoyuna bu açıklamalarla vermişti. Dileyen, TRT Arşiv’in sosyal medya hesaplarına bakıp, haberin devamını izleyebilir. (TRT Arşiv)

Aydın birçok medeniyete kucak açan, filozofların ilham kaynağı olan, başta incir, üzüm ve zeytin olmak üzere zengin tarımsal alanlara sahip olan bir kentimiz. 2007 yılında çıkan jeotermal ve maden yasası ile birlikte Aydın yöresinde mantar gibi çoğalan jeotermal enerji santralleri (JES) bölgede yaşayan tüm canlıların yaşam alanlarını tehdit etmeye başladı. Aydın genelinde birbiri ardında kurulan jeotermal elektrik santralleri, ''yerli ve yenilebilir enerji'' kaynağı olarak tanıtılmasına rağmen, denetim yetersizliği ve ilgililerinin vurdumduymazlığı ile çevreyi kirleten, doğal kaynakları tahrip eden, insan sağlığını hiçe sayan bir enerji kaynağına dönüşmüş durumda. Jeotermal santral sahiplerinin, sırf daha fazla para kazanma hırsıyla hoyratça davranmaları sonucunda tüm canlıların yaşam alanları tahrip edilmekte. Jeotermallerin bu haliyle kullanılması insan sağlığına ve doğaya zarar veriyor. JES'lerin insan sağlığına verdiği zararın yanı sıra tarım alanlarına, hayvan türlerine, bitki türlerine olan olumsuz etkileri konunun uzmanları tarafından vurgulanıyor. Bölgede yaşanan balık ölümleri, arı ölümleri, zeytin ve incir bahçelerinin kuruması gibi birçok olay bunun kanıtları arasında. Bu durum, çevre ve kent hakkı ihlalleri olarak önümüze çıkıyor. Ama yetkili merciler, bir türlü gerekli adımları atmıyor.

Jeotermal enerjiden elektrik üretimine ilk olarak 1974 yılında, Kızıldere sahasında, MTA Genel Müdürlüğü tarafından 0.5 MWe gücünde pilot bir türbinde deneme amaçlı olarak başlanmış, ticari anlamda ilk elektrik üretimi ise, 20 MWe kurulu güce sahip Kızıldere jeotermal santralında 1984 yılında TEAŞ tarafından gerçekleştirilmiştir. Süreç içerisinde gerçekleştirilen, geliştirme çalışmalarıyla ortaya çıkarılan potansiyel değerleri yatırımcıların ilgisini çekmiş, özellikle jeotermal enerjinin kullanımına yönelik taleplerdeki artışların da etkisiyle yapılan yatırımlar sonucunda Aydın-Germencik, Aydın-Salavatlı, Çanakkale-Tuzla, Aydın-Sultanhisar-Salavatlı, Kuyucak-Pamukören, Germencik-Hıdırbeyli ve Germencik-Gümüşköy sahalarında kurulan santrallerde jeotermal enerjinden elektrik üretilmeye başlanmıştır. Ayrıca Kızıldere Jeotermal Santralinin atığı olan 140 °Clik jeotermal akışkandan yararlanılarak Denizli-Sarayköy'de enerji üretimi yapılmaktadır.(2) (TMMOB, JMO, Ankara-2016)

1984 yılından itibaren artan talepler neticesinde, Ege Bölgesi zengin jeotermal kaynakları barındırdığından dolayı, birçok yatırımcının iştahını kabarttı. Aydın kenti, jeotermal kaynakları bakımından ülkemizde en zengin damarlara sahip olduğu için, ilk talan edilen tarım kenti oldu. Yılın dört mevsiminde hasada elverişli olan bu kentimiz için Evliya Çelebi; “Dağlarından yağ, ovalarından bal akan memleket” demiştir. Yeşilliğini Lokman Hekim'i dahi kıskandıran bu topraklarda sonra her şey bozuldu. Son yıllarda, dağlarında ve ovalarında gözyaşı eksik olmaz oldu. Evliya Çelebi'nin dizelerinde bahsetmiş olduğu o memlekette yeller eser oldu. Dağlarında ve ovalarında bereket barındıran memleketin havasına; metan, bütan, arsenik, karbondioksit, hidrojen sülfür vb. kimyasal akışkanlar karıştı. Jeotermal elektrik santralleri, yerin onlarca metre altında çıkardığı suyu, işledikten sonra tekrardan aynı şekilde re-enjeksiyon ederek aldığı bölgeye geri göndermesi gerekirken, ne yazık ki, kimyasal akışkanın buharını havaya, suyunu ise ya Büyük Menderes'e ya da onu besleyen çaylara, derelere bıraktığı görüldü. Aydın kentinde, yetkili mercilerin yetersiz denetimleri sonucu, kontrolden çıkan şirketler 36 yılda kasalarını doldururken, geride başta solunum yollarına bağlı kanser vakaları olmak üzere, birçok kanser vakası bıraktı. İnciriyle, zeytiniyle bilinen bu şehirde, ne yazık ki jeotermal yer üstünde yer altında durduğu gibi durmuyor. Yenilebilir enerji kaynağı olarak lanse edilmiş olsa da, şirket sahiplerinin, daha fazla enerji elde etmek için uyguladıkları yöntemler sonucu, sadece toprak yüzeyi değil aynı zamanda yer altı sularının da kirlenmesine sebep oluyorlar.

İlk sondajın çakıldığı Kızıldere köyünden sonra, Aydın'ın birçok ilçesinde kuyular peşi sıra açılmaya başladı. 1984 yılından 2020 yılına kadar geçen sürede 35'e yakın santral (ki son zamanda bunların yarısından fazlasının ruhsatsız bir şekilde faaliyette bulunduğu, Germencik Çevre ve Doğa Derneği tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştı (3) ve bunların faaliyet alanının olduğu bölgelerde bin civarında sondaj kuyusu olduğu tahmin ediliyor. 2019 yılı Ağustos ayında Aydın'da 64 jeotermal arama, 7 jeotermal kaynak işletme ve 39 doğal mineralli su ruhsat sahası için ihale süreci başlatılmıştı. Aydın’da faaliyet gösteren çevre dernekleri köylülerle birlikte duruma dahil olup, hem durumu protesto etmişlerdi hem de, yeni ruhsat sahalarının ihaleye girilmesini engellemeyi başarmışlardı.

Aydınlı köylülerin jeotermal şirketlerinin pervasız hareketlerine karşı ilk ciddi kazanımı, Tekin'de oldu. JES şirketi sondaj çalışmaları sonrasında çıkarmış olduğu suyu bir gece, köyün sulama kanalına bıraktı. Kaynar su ve onun çevreye yaydığı pis koku köylüyü ayağa kaldırdı. Köylü, soluğu savcılıkta almıştı. İlerleyen süreçte mahkemeyi Tekin sakinleri kazanmıştı. Neticesinde, açılan kuyunun üzerine beton döküldü. Tekin, ismiyle müsemma bir köy olduğunu tüm Aydın'a gösterdi. Bu, büyük bir zaferdi. Bu sefer sahneye Kızılcaköy sakinleri çıkmıştı. Buradan ilham alan Aydın'ın köylüleri, daha fazla talana müsaade etmeyeceğini göstermek istiyordu. Başka bir şirket tarafından yapılması planlanan JES'e karşıda Kızılcaköy'ün sakinleri direnişe geçti. Köylerinde, güvenlik güçleri tarafından tartaklandılar, gaz yediler, cop yediler ama kendi değimleriyle, "Biz burada sağlığımız için direniyoruz, geleceğimiz için direniyoruz '' dediler. Sonra yaşanılan olayları bir tiyatro sahnesine aktardılar. Hâlâ direnen bu köy, belki de, sadece Aydın bölgesi için değil, tüm Türkiye için ilham kaynağı olmuştu. Kızılcaköy sakinlerine Pamukören/Değirmendere köyü sakinleri de, katıldı. Onlar da yaklaşık altı aydır çadırlarında, evlerinin yanı başına kurulan santrale karşı direnişe geçmiş durumda.

1984 yılından itibaren (36 yıldır) Aydın toprakları, gözlerini para hırsı bürümüş şirket sahipleri tarafından tarumar ediliyor. Bilindiği üzere Aydın bir tarım kenti ve 1 cm² tarım arazinin oluşması için ortalama 150 yıl gerekiyor. Sadece tarım arazisinin oluşması değil, aynı zamanda bu toprakları ekip biçecek, meyvesiyle, sebzesiyle ilgilenecek ve sürdürülebilirlik açısından bir sonraki nesle bilgi ve birikimini aktaracak kuşak da olması gerekiyor. Ne yazık ki son zamanlarda, hem tarım toprağı olma özelliğini yitirmesi hem de sonrasında yaşanan diğer çevre felaketleri sonucu kentimizde, çiftçilikle uğraşan insanların sayısında da azalmalar oluyor, göç gerçekleşiyor. Yüzlerce yıldır süre gelen emeği, bir gece vakti birileri çıkıp gelerek, heba ediyor.

Aydınlı köylülerin yaşamış olduğu sürece dair bir belgesel çalışmam olmuştu. (Jeotermal Yetti Gari (4)) Çekimler esnasında, tarlasında artık verim alamayan çiftçilerin ağaçlarını söktüklerine şahit oldum. Zaman zaman yine çekim yaptığım köyleri dolaşıyor ve insanlarla sohbet ediyorum. Korona virüsü sebebiyle artık her şeyi masa üstünden takip eder durumdayız. Bizler evlerimizde izole bir yaşam sürüyoruz ama çiftçinin tarlasını sürmeye ve üretmeye devam etmesi gerekiyor! Ama ne yazık ki onlar, jeotermal elektrik santrallerinin çıkarmış olduğu kimyasal akışkanlar sebebiyle, tarlalarındaki kuruyan ağaçları ve artık verim alamaz duruma gelen bağ/bahçelerindeki ağaçları kesmeye devam ediyorlar. Biz bu yaşanılan süreci çok seneler önce Manisa/Soma'dan biliyoruz.

Soma'nın bir maden kentine dönüşümün hikâyesi, yüzyılı aşkın bir tarihe dayanmaktadır. Maden ve tarımsal üretim, uzun yıllar bir arada yapılırken zamanla maden üretimi, tarımsal üretimin aleyhine bir gelişim seyretti. Soma'nın maden kenti kimliği baskın hale gelirken, bununla birlikte sosyal, kültürel, kentsel, ekolojik ve üretimin karakteristik formunda dönüşümler yaşandı. Bu dönüşümün yaşandığı tarihsel sürecin son döneminde, emekçileri güçsüzleştiren sermayeyi destekleyen neoliberal politikalar, yaşanan acıların başlıca kaynağı oldu. 1980 sonrası, militarizm yoluyla neoliberal kapitalizmin yerleşik hale getirilmesi; siyasal alanın, sınıfsal güç ilişkilerinin ve devletin buna uygun yeniden yapılandırılması dönemi oldu. (5) (Yıldırım-Umman, 2017)

Son olarak, dünyayı etkisi altına alan korona virüsü salgınının bizlere öğretmiş olduğu şey dünyanın bize ait olmadığı, bizim onun bir parçası olduğumuz gerçeğidir. Öyle ki, bu virüs; “Amazon ormanındaki izole kabileye bile ulaştı”. Her ne kadar evlerimizde de kalsak, kendimizi izole ettiğimizi sanalım. Bu virüs en yakınımıza kadar geldi ve yaşanılanların seyircisi olacağız. Aydın'ın korona virüsü jeotermal elektrik santralleridir. 40 yıla yakın süredir, bölgede faaliyet gösteren şirket sahiplerinin üretmiş olduğu elektrik, yıl bazında çok düşük rakamlarla ifade edilmektedir.(6) "Madem bu kadar küçük çapta elektrik üretiliyor ve milyonlarca dolar para harcanıyor neden bir yenisi daha yapılması isteniyor?" diye sorabilirsiniz, aslında cevabı çok basit: Dün Soma'da yaşanılan olayların, farklı versiyonu Aydın topraklarında yaşatılmak isteniyor. Tütün kenti Soma, zaman içinde maden şehrine dönüştürüldü. İnsanlar tarlalarından koparılıp, madene sürüklendi. Yürürlüğe konulan tekel politikaları sonucunda buna mecbur bırakıldı. Aydın ili, ilerleyen yıllarda tarım kenti olma özelliğini zamanla kaybedecek. JES patronlarının peşi sıra bu havzada arsa toparladığı ve ilerleyen süreçte seracılık yapacağı konuşuluyor. Yılın dört mevsiminde her türlü mahsulün alınabileceği bu topraklarda seraya ihtiyaç var mı derseniz? Elbette yok. Ama yarın o borulardan su akmayacak ve arkalarında bırakacakları çelik boruların üzerlerini, sera örtülerinin kapatabileceğini düşünüyorlar. Evet, düşündükleri şeyler bunlardan ibaret olmayacak elbette, o seralarda çalışacak olan kişiler ise dün tarlasını süren ve özgürce istediğini yetiştiren çiftçiler olacak. Tarım tek elde yönetilecek ve söz sahibi çiftçi olmayacak. Eğer kimse dur demezse ve önüne geçilmezse, Aydın'ın kaderi de tıpkı Soma gibi olacak.

Kısaltmalar ve kaynaklar

MWe : Megawatt Elektrik

MTA: Maden Tetkik ve Arama

TEAŞ: Türkiye Elektrik Arama Şirketi

(1) https://www.youtube.com/watch?v=lF1rjGQyWQo

(2) https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/5ee60fb07fcb1e1_ek.pdf

(3) https://www.aydinpost.com/germencikte-bulunan-jeotermal-elektrik-santrallerinin-hangilerinin-ruhsati-var-hangilerinin-ruhsati-yok-makale,3000.html

(4) https://vimeo.com/400302866

(5) Çizmelerimi Çıkarayım Mı? (Onur YILDIRIM&Uğur Şahin UMMAN)

(6) https://www.mmo.org.tr/sites/default/files/03_makale_turkiyedekijeotermal.pdf

*Yönetmen