Ay Işığı: Her temas iz bırakır!

‘Ay Işığı’, sarsıcı bir romanı, dokunaklı bir şiiri okumuşçasına tat bırakıyor seyircide.

Şenay Aydemir sinesenay@gmail.com

Bu yılın Oscar adaylarının bir tarafında, görkemli, şatafatlı, seyirciyi nereden yakalayıp avucunun içine alacağı konusunda maharetli “La La Land”; diğer yanda ise seyirciyi manipüle etmekten sakınan, zor meseleleri anlatmak için sağlam bir metne dayanan ve bazı sahneleriyle aklınıza kazınan “Yaşamın Kıyısında” ve “Ay Işığı” duruyor. Neyi tercih edeceklerine Akademi üyeleri karar versin ama bizim gönlümüz ikincilerinden yana.

Bu hafta sinemalarımıza konuk olan “Ay Işığı”, yükselip alçalan duygularla, seyirciyi alıp götüren anlarla değil; izleyenin içine işleyen, son ana kadar karakterine mesafesini koruyan ama finalde artık küçük bir dokunuşa izin vererek kendisini yükselten bir yapım.

Barry Jenkins için Tarell Alvin McCraney’in hikayesi ilham kaynağı olmuş. Bu hikayeye kendi deneyimlerini de ekleyen 1979 doğumlu yönetmen seyirciyi sarsmayı başaran bir filme imza atmış.

“Ay Işığı” yaklaşık yirmi yıllık bir zaman diliminde bir karakterin çocukluk, gençlik ve yetişkinlik süreçlerini üç parça halinde anlatıyor. İlk bölümde “Ufaklık” adıyla anılıyor kahramanımız. Uyuşturucu bağımlısı annesiyle zor bir hayat süren ‘Ufaklık’ içine kapanık bir çocuktur. Bu da siyahlardan kurulu bir dünyada zaten zor olan hayatın onun için giderek zorlaşması demektir. Bir gün yine kendisini kovalayan çocuklardan kaçarken sığındığı binanın sahibi Juan ile tanışmasında hayatındaki önemli gelişmelerden birisi ortaya çıkıyor. Juan, bir bakıma onun olmayan babası yerine geçiyor. Sevgilisi Terasa’da merhamet göremediği annesi. İkinci bölümde karakterimizi gerçek adıyla ‘Chiron’ olarak izliyoruz. Artık ilk gençlik döneminde. Chiron’un kendini tanımaya, neden diğer çocuklardan farklı olduğunu anlamaya başladığı bir dönem bu. İkinci bölümün finaliyle açılan kapıdan geçtiğimizde bir on yıl sonrasına gidiyoruz ve karakterimizin adı artık ‘Black’ oluyor. Fiziksel olarak ‘ezik’ hallerinden kurtulmuş ve bir kas yığına dönmüş olan Black’in olmak istediği kişinin aslında yıllar önce kaybettiği Juan olduğunu anlamamız uzun sürmüyor.

Bütün bu izlek boyunca çocukluktan itibaren yakın arkadaşı olan Kevin ile temas anlarına da tanıklık ediyoruz. Chiron’un deniz kıyısında, ay ışığı altında kendisini tanımaya en yakın olduğu anı paylaştığı Kevin ile artık birer yetişkin olduklarında karşılaşmaları bu büyüme sürecinin de en önemli durağı oluyor belki de.

“Ay Işığı” ilk bakışta Richard Linklater’in “Boy Hood”unu akıllara getiriyor ama ondan çok daha farklı bir duygunun peşinde. Barry Jenkins, bir yandan siyah bir çocuğun erkek dili, jargonuyla kurulu bir dünyada kendisini bulma mücadelesini anlatırken; Chiron’un kendine inşa etmeye çalıştığı her kimliğin bastırdığı duyguların duvarına çarpıp dağılmaya mahkûm olduğunu, ‘Black’ olduğunda bile üzerine giydiği sert kabuğun arasından nasıl da çatlaklar bulup dışarıya sızabileceğini gösteriyor seyirciye. Bedenin de bir tarihi, hafızası olduğunu; tıpkı Juan’ın bir baba gibi ‘Ufaklığı’ kucaklayıp yüzmeyi öğrettiği an gibi, Kevin’in ‘Chiron’a dokunduğu anın da Black’in bütün hayatını etkilediğini gördüğümüz finalin çarpıcılığı bile filmi unutulmaz kılıyor.

“Ay Işığı”, her kelimesi özenle yazılmış, her mizanseni ince ince tasarlanmış, oyuncularıyla bütünleşmiş bir film olarak şimdiden yılın en iyilerinden birisi olarak kayıtlara geçiyor. Sinemanın çoğu zaman gösteriş değil sadelik, ihtişam değil mütevazılık, illüzyon değil gerçeklik olduğunu bir kez daha hatırlamamızı sağlıyor. Sarsıcı bir romanı, dokunaklı bir şiiri okumuşçasına tat bırakıyor seyircide.

ORİJİNAL ADI: Moonlight

YÖNETMEN: Barry Jenkins

OYUNCULAR: Alex R. Hibbert, Ashton Sanders, Trevante Rhodes, Mahershala Ali, Janelle Monáe, Naomie Harris, Andre Holland

YAPIM: 2016 ABD

SÜRE: 111 dk.

Tüm yazılarını göster