Avrupa'da antisemitizm ve ırkçılık: Mücadele neden başarılı olamıyor?

Sorun; özgürlük, insan onurunu muhafaza, barış, eşit haklar ile vicdan ve din özgürlüğü perspektiflerinde şekillenen AB'nin kurum ve kuruluşlarıyla üstesinde gelebileceği sınırın ötesine geçmek üzere.

Abone ol

Özgür Çoban

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde 2015 yılında yaşanan Ortadoğu tandanslı göçle birlikte durulan antisemitizm tartışmaları yeniden, yoğun bir şekilde devam ediyor. Suriye merkezli son göç dalgası, İslamofobiyi yükseltirken antisemitizm kaynaklı ırkçılık ve yabancı düşmanlığının daha az görünür olduğu bir dönem yaşandı. Öte yandan, Almanya'nın Halle kentindeki sinagoga yönelik Nazi terör saldırısı, antisemitizm meselesinin bir süre uyutulduğunu fakat aşırı sağcı çevrelerde ilginin canlı bir şekilde devam ettiğini gösterdi.

Bu bağlamda, Almanya’da iç istihbarat birimi Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Thomas Haldenwang'ın, düzenlediği bir basın toplantısında kullandığı, “Antisemitizm meselesinde ülkenin içerisinde bulunduğu durum berbat. Yahudi vatandaşlarımız bize ülkeyi hangi noktada terk etmeleri gerektiğini sormaya başladı” ifadesini kullanması tartışmanın farklı bir boyuta taşınmasına neden oldu.

Bu açıklama, Nazi Almanyası tarafından yaşatılan utançları bertaraf yöntemi olarak, uzun zamandır post-faşistlerin katliam, kan ve barut kokan eylemlerini “görmezden ve duymazdan gelme” konusunda bir hayli ustalaşan Almanları epeyce rahatsız etti. Bir önceki Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı ve kıdemli kademeli aşırı sağcı Hans-Georg Maassen, elinden geldiğince neonazileri koruyup kolluyordu. Maassen'in, Chemnitz kentindeki faşist ayaklanma sırasında neonazilerin yabancılara saldırdığı görüntüleri izlerken sarf ettiği "Bunda abartılacak bir şey yok" mealinden sözleri ülkede uzunca bir süre infiale neden olmuştu. Hal böyleyken yeni başkanın çıkıp, "Neonazi terörü büyük bir sorun" demesi oldukça garip karşılandı ve rahatsız edici oldu.

Bu bağlamda, Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı tarafından yayımlanan, 2010-2020 yılları arasında gerçekleşen antisemitizm temalı saldırıların derlendiği rapora baktım. Raporda, AB üyesi ülkeler tek tek sıralanarak, antisemitik ve yabancı düşmanı temalı suçlara ilişkin rakamlar veriliyor. Raporda saldırılar; fiziksel saldırılar, politik içerikli saldırılar, sözlü tacizler, kundaklama, kundaklamaya teşebbüs, duvar yazıları, broşürler, mailler, tehditkâr tutum ve davranışlar başlıkları altında inceleniyor.

Raporun sunuş bölümünde, "Özellikle pandemi döneminde farklı ülkelerde aynı antisemitik söylemi kullananlar, Yahudileri hedef alan mitler ve komplo teorileri ertrafında bir araya geldiler. Covid-19 ile ilgili antisemitik ve yabancı düşmanı mesajlar, internet üzerinden hızla dağıtıldı" deniliyor. Yine raporda, "Online, çevrimiçi nefret Avrupa toplumlarında kök salmış durumda" tespiti de yer alıyor.

ALMANYA VE FRANSA OLDUKÇA SIKINTILI

Gelelim verilere. Genel manzarayı anlamak için Avrupa Birliği içerisinde en fazla Yahudi'nin yaşadığı iki ülkeye bakmak yeterli olur diye düşünüyorum. Fransa ve Almanya. Fransa ile başlayalım. Fransa Ulusal İnsan Hakları Danışma Komisyonu her yıl düzenli olarak ırkçı saldırıları rapor halinde kamuoyuyla paylaşıyor. Fransa'da 2010 ve 2020 yılları arasında geçen 10 yıllık sürede toplam 5 bin 764 antisemitik saldırı gerçekleşmiş. Bunlar resmi veriler. Bunların yanı sıra Yahudi cemaati tarafından oluşturulmuş sivil toplum kuruluşlarının derlediği veriler de var. Bu veriler bize saldırıların resmi rakamların hayli üzerinde olduğunu gösteriyor.

Asıl enteresan olan Yahudi kuruluşlarının, 300'e yakın saldırının plan aşamasında bizzat kendileri tarafından engellendiğini bildirmeleri. Buradan Fransa'da yaşayan Yahudilerin devletin sağladığı güvenliği yeterli bulmayıp, kendi güvenlik sistemlerini devreye aldıklarını anlıyoruz. Marine Le Pen ve Eric Zemmour benzeri ırkçı/faşist liderlerin popülaritesinin artmasına paralel olarak saldırıların yoğunlaşacağı korkusu sürekli olarak dile getiriliyor.

Almanya'da durum daha da vahim. Nazizm'in baba ocağı Almanya'da, neonazizmin bu derece taraftar topluyor olması sanırım milyonlarca masumun toplama kamplarına katledilmesinden daha küçük bir utanç değil.

1930’lu yılların geleneksel soy-sop faşizmini dışladıklarını, sadece “kültürlerine sahip çıkmaya çalıştıklarını” öne süren post-faşistlerin, yeni faşist algıyı Fransız Sosyolog ve Filozof Pierre-André Taguieff’in “farklılıkçı ırkçılık” yaklaşımına atıfla “kültürel ırkçılık” formatına dönüştürdükleri iddia ediliyor. Bu, güya daha yumuşak, içerisinde kan, barut olmayan ancak esasında faşizmin gerçek yüzünü gizlemeye çalışan bir mekanizma olarak öne çıkıyor. Ellerindeki uzun namlulu silahlar, hazırladıkları ölüm listeleri ve zaman zaman baskınlarda ortaya çıkarılan cephanelik haline getirilmiş evler de bunların son derece masum bir şekilde "kültürlerini koruma" çabası içerisinde olduklarını gösteriyor zaten değil mi? Aklı başında kimse bunların içi boş savlarına inanmıyor. Ellerine bir fırsat geçirseler neonazi torunların, nazi dedelerini ve ninelerini katliam konusunda hiç de utandırmayacaklarına ben eminim doğrusu.

ANTİSEMİTİK Mİ? ASLA!

Neonazilerin antisemitik ve saldırgan ırkçı kökenlerinden sıyrıldıklarına inanmak aptallık derecesinde saflık olurdu değil mi? Şimdilerde sırf topluma şirin görünmek ve antisemitik olmadıklarını kanıtlamak adına İsrail’e diplomatik seyahatler düzenleyen, orada yaptığı öz çekimleri sosyal medyada dağıtan Hollandalı yeni Nazi Geert Wilders’in, Hitler’in toplama kamplarında katledilen Yahudi çocuk Anne Frank’ın Amsterdam’daki evini hiç ziyaret etmemesi nasıl da yaman bir çelişki değil mi? Oradan buradan bulup partiye üye kaydettikleri, kökeniyle, geçmişiyle bağını koparmış 3-5 Yahudi genci piyasaya sürüp, "Bakın biz antisemitik değiliz" diye poz kesen Alman neonazi partisi Almanya için Alternatif'in (AfD) yöneticilerinden Björn Höcke'nin Berlin'deki Holokost Anıtı'nı "Alman tarihi için utanç verici" diye nitelemesi de iki yüzlülüğü ve gerçek niyetleri ayan beyan ortaya koyuyor.

Öte yandan, Almanya'daki saldırı rakamları ülkenin nasıl bir faşizm bataklığına doğru sürüklenmekte olduğunu gözler önüne seriyor. Ülkede 2010-2020 yılları arasında tam 17 bin 512 antisemitik saldırı düzenlenmiş. Bu rakama Afrika kökenli ve diğer etnik kökenlerden gelenlerin uğradığı saldırılar eklendiğinde korkunç bir tablo ortaya çıkıyor. Almanya'da günde 300'ün üzerinde faşist saldırı yaşandığı rapor edildiği günler oldu. Rekor arka arkaya 2019 ve 2020 yıllarında kırılmış. Aslında Suriye merkezli göçün başladığı yıl olan 2015'ten itibaren suç sayısında düzenli bir artış dikkati çekiyor. 2015'te bin 366, 2016'da bin 468, 2017'de bin 504, 2018'de bin 799, 2019'da 2 bin 32 ve son olarak 2020'de 2 bin 531 antisemitik suç kayıtlara geçmiş. Suçların yüzde 57,87'si propaganda amaçlı faşist ve antisemitik materyallerin dağıtılması olarak not edilmiş. O kadar da basite alınacak bir şey değil bu materyal meselesi. Online yollarla neonaziler saflarına her yıl binlerce terörist katıyorlar.

Almanya’da, parlamentodaki Nazi partisi AfD de AB içerisindeki türdeşlerinin uyguladığı sözde “Yahudileri çok seviyoruz” konulu tiyatroda rol kapmak için yarışıyor. Örneğin, Alman parlamentosunda konuşma yapan AfD’nin bir milletvekili, “antisemitizmin özellikle Müslüman göçmenlerden kaynaklanan bir sorun olduğunu” söyleyebiliyor. Bunu söyleyen adam, henüz 2. Dünya Savaşı sona ereli 13 yıl olmuşken, Köln’deki sinagogun duvarlarına gamalı haç çizip, “Yahudiler dışarı” diye yazanları temsil eden bir siyasi gelenek içerisinde politika yapıyor. Yersen tabi.

Almanya'da antisemitik suçlar kategorisinde 4 eyalet başa oynuyor. Bayern, Brandenburg, Berlin ve Schleswig-Holstein. 2019 ve 2020 yılları arasında bu 4 eyalette 2 bine yakın antisemitizm temalı suç işlenmiş. Faşizmin, ırkçılığın ya da yabancı düşmanlığının Avrupalıların kültürel kodlarının bir parçası olmadığı iddia edilebilir mi? Hollandalı Bakan Stef Blok'un bir açıklamasında sarf ettiği, "Bana, farklı etnik grupların yerli toplulukla bir arada barış içinde yaşadığı bir örnek gösterin. Ben bilmiyorum. Bu soruyu bakanlıkta memurlara da sordum" sözleri başka hangi argümanla açıklanabilir ki?

DEMOKRASİ VE TAHAMMÜL

İtalyan tarihçi ve gazeteci Enzo Traverso, Avrupa yeni faşizminin antisemitizm konusunda geliştirdiği sahte tutumu, “geleneksel faşist matriste hatırı sayılır değişim” olarak değerlendiriyor. Traverso, “post-faşizm” kavramını ideolojinin süregiden dönüşümüne vurgu yapmak amacıyla kullandığını belirterek, “Ancak ne olursa olsun yeni faşistlerin, geleneksel faşist matrisle olan göbek bağları yerinde duruyor” diyor. Konu bu kadar net. Burada, yeni faşist oluşumların esnetilebilme kapasitelerinin oldukça geniş olduğu tespitini de yapabiliriz. Yani “yabancılar ırkın saflığını bozuyor”dan, “yabancılar kültürün saflığını bozuyor”a uzayan bir değişim haritası. Hangisini tercih ederseniz edin sonuçta bu iki yol ileride faşizmde kesişiyor. Bu, bize görüntüde farklılık arz eden iki düşünce tarzı arasındaki analojik bağın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

Bakın 2010 ve 2020 yılları arasında geçen 10 yıllık sürede AB sınırları içerisinde yaklaşık 33 bin antisemitik/ırkçı saldırı yaşanmış. Bunun 17 bini politik temalı saldırılardan oluşuyor. Avrupalıların pek de kültürlerini koruma peşinde olmadıklarını anlamak çok da zor değil sanıyorum.

Doğu Almanya’nın yıkılması öncesinde, sosyalist sistem içerisinde bulunan Almanların büyük bir çoğunluğu, Yazar Stephan Hermlin’in deyişiyle, Nazi Almanyası’nda vatandaşların en az yarısının antifaşist olduğunu düşünerek yaşıyorlardı. Tıpkı günümüz Almanlarının, toplumun en az yüzde 80’inin anti-Nazi olduğunu düşünerek yaşaması gibi. Ne kadar optimist bir akış açısı. Özellikle AfD’li neonazi politikacıların çıkıp ortalık yerde, “Nazi Almanyası geçmişimizden utanmayı bırakın. Artık 2. Dünya Savaşı’ndaki şehitlerimiz ve gazilerimizle gurur duymanın zamanı geldi” falan diye saçmaladığı bir dönemde.

Araştırmalar, Avrupa toplumlarında Yahudilerin yüzde 40’ının kendini güvende hissetmediğini ve İsrail’e göçmek istediğini gösteriyor. Yahudiler kendilerini Avrupa'da güvende hissetmiyorlar. Sinagog kapılarından da anlaşılacağı gibi güvenlik önlemleri alıyorlar, çocuklarını kapısında polisin beklediği Yahudi okullarına gönderiyorlar, yayın organlarını kimse fark etmesin diye siyah poşetler içerisinde dağıtıyorlar.

Rönesans ve Reform sonrası oluşan modern batı uygarlığı tarihinde büyük bir dağılma olan “Yahudi soykırımı”ndan sonra dahi Avrupa'da antisemitizmin hâlâ güncel ve giderek güçleniyor olması ne kadar sarsıcı bir sorun.

Ezcümle sıkıntı büyük. Sorun; özgürlük, insan onurunu muhafaza, barış, eşit haklar ile vicdan ve din özgürlüğü perspektiflerinde şekillenen AB'nin kurum ve kuruluşlarıyla üstesinde gelebileceği sınırın ötesine geçmek üzere. AB'nin her yerinde amaçları demokrasiyi yürürlükten kaldırmak ve birliği dağıtmak olan faşist partiler güç kazanıyor. Tam bu noktada soru şu olmalı bana göre, "Demokrasiler kendilerini yok etmeye güdümlü siyasi hareketlere ne kadar tahammül göstermeli" Burada bir sınır olmayacak mı? Demokrasiye inanan, tüm farklılıkları renk kabul eden, birbirlerini yargılamayan, saygıyı ve nezaketi yücelten insanlar için hayat memat meselesi bu. Ötesi yok...