Asya’nın bereketli toprağı: Tire

Menderes Ovasını çevreleyen dağların yamaçlarında şehirler kurulmuş. Ovanın asırlar boyu en büyük şehri Tire; Evliya Çelebi’nin tabiri ile Şehri Muazzam’a. 

Abone ol

Fatih Sınar 

Kanatlı kuşlar, kazlar, turnalar,
Uzun boyunlu kuğular nasıl sürü sürü
Asya çayırlarında,
Kaystros’un (Küçük Menderes) iki yakasında…

Homer’in yukarıdaki dörtlükte bahsettiği Asya çayırlarında kıvrılarak yol alıyor İzmir’den kalkan tren. Pencereye yapıştırılmış ay-yıldız sembolünün ötesinde, zirveleri bulutlu dağlar yoldaş oluyor Anadolu’nun içlerine bir körfez gibi sokulan ovanın seyrine. Asya, ilk bu topraklara deniliyor Homer’in şiiriyle. Efes’in arka bahçesi, bugünkü ismiyle Küçük Menderes Ovası. Etrafıyla bağı artan insanoğlu, dünya haritasının sisli coğrafyalarını da keşfettikçe, önce bugünkü Anadolu’ya daha sonraları da dünyanın en büyük kıtasına armağan ediyor Asya ismini. 

Strabon, Asya çayırlarından bahsederken, Artemis’in kutsal topraklarını çevreleyen bahçe olarak tanımlar. Mitsel dönemlerde kutsal sayılan Efes’teki Artemis Tapınağı’nı çevreleyen bir ova burası nihayetinde. Anadolu’nun Artemis’i gibi doğurgan/verimli bir bölge burası, tarih boyunca insanoğlunun da yoğun yerleştiği coğrafyalardan olmuş haliyle. Ovada ve çevreleyen yüce dağların yamaçlarında şehirler kurulmuş, ticaret merkezleri oluşmuş. Bu merkezlerden birine, ovanın asırlar boyu en büyük şehri olan Tire’ye varıyorum, Evliya Çelebi’nin tabiri ile Şehri Muazzam’a. 

Tire-Genel görünüm

Tire, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde büyük bir ticaret kenti olmasının yanında, dini ve politik önemiyle de adından bahsettiren bir şehir. Bizans devrinin Anadolu’daki başlıca piskoposluk merkezlerinden biriydi. İkonoklazm zamanlarında şehir ve civarındaki İkonoklastlar ibadetlerine, Bizans tarafından yasaklanması nedeniyle Tire’nin etrafındaki mağaralarda devam etmiş. Hatta bu sebeple, Bizanslı tarihçi Pahimeris Tire’den ‘Keşişler Şehri’ diye bahseder. Fakat, Tire’nin tarihte ağırlığını hissettirdiği dönem Türk boylarının bu coğrafyaya yerleşmesiyle başlar. Aydınoğulları Beyliği’ne payitahtlık yapan şehir, bu dönemde Batı Anadolu’da önemli bir ticaret kentine dönüşür. 

Ortaçağ ve Osmanlı döneminde nüfus, ticaret, imar ve inanç anlamında Anadolu’nun önde gelen yerleşimlerinden biri Tire. Bu gelişmişlik de haliyle kozmopolit bir ruhu beraberinde getirmiş, farklı inanç ve kültürlerden oluşan sesli ve renkli bir kimliğe evrilmiş şehir. Havra, kilise, cami; Anadolu’nun çoğu şehrinde olduğu gibi Tire’de de asırlar boyu kendilerine yer bulmuş. Dağın yamacına uzanan şehri, boylu boyunca seyreylemek için yokuş çıkıyorum kıvrılan dar sokaklarında adımlayarak. Şehrin son evleriyle, dağ örtüsünün kesiştiği bir yerde soluklanıp, uçsuz bucaksız görünen ‘yeşil deniz’e dalıyorum. Ve Tire’ye. Neredeyse her sokakta bir cami olacak ki, şehrin panoramik görüntüsünde minareler hayli kendine yer buluyor bugün dahi. Bu görüntüsüyle aklıma Uludağ’ın yamacında uzanan Bursa’yı düşürüyor. Eski Bursa’yı. Sonra fark ediyorum ki, bu benzerliği kurmakta yalnız değilmişim, asırlar evvelin seyyahı Evliya Çelebi de Tire’den bahsederken şu kelimeleri kullanıyor; Doğudan batıya Bursa şehri gibi Kestane Dağı’nın eteğine kurulmuş işlek bir şehirdir.

BİZANS HATIRASINDA ÇAY VAKTİ

Tire’nin sokaklarında dolanırken, küçük bir alanda yolumuza düşen çaycının ağaç altı bir iskemlesine oturuyoruz yol arkadaşım Harun ile birlikte. Bedesteni karşıma alacak şekilde, eski binaların, camilerin arasında soluklanıyorum. Osmanlı şehri olduğunu anlatırcasına yoğun tarihi dokunun içerisinde çayımı yudumlarken, vaktiyle bu alanın, bedesten ve çevresinin, Bizans devrinde şehrin çarşısı olduğunu okuduğumu hatırlıyorum.  

Tancalı seyyah İbn Battuta’nın da yolunu Tire’ye düşürdüğü aklıma geliyor. Bağlık, bahçelik, sulak bir şehir diye bahseder.  Artemis’in kutsal topraklarını doyuran bu verimli ova Strabon’dan İbn Battuta’ya, aradan geçen onca asra rağmen, Anadolu tanrıçası gibi doğurganlığını kaybetmemiş. Öyle ki, Evliya Çelebi’nin anlatısına göre vaktinde Mısır’da kıtlık olur, bu şehirden Mısır’a tahıl gönderilir. Mısırlılar’ın Tire’ye hayır dualarıyla da bu şehir günden güne gelişir, mamur olur.

Tire’nin bugün de önemini yitirmeyen şanlı bir pazarı var. Salı günleri, dualarla birlikte açılan pazar, yerel üretici ile tüketiciyi birleştiren ender büyük pazarlardan olmaya devam ediyor. Yerelliğinin yanında son yıllarda biraz turistik ilgi de görmeye başladığı gözden kaçmıyor tabii. Asya çayırlarının bir başka beldesi Bayındır’da büyümüş arkadaşım, Sümeyye, Tire pazarından bahsederken kadınların ağırlıkta olduğunu, kendi tereyağlarını, çökeleklerini, bahçelerinde yetiştirdikleri çeşit çeşit otları sattıklarından bahsetmişti. 

ENDÜLÜSTEN KALAN OYUN

Tire’ye özgü karambol oyununu duymuştum. Bana denk gelmedi fakat, Tire’nin köklü ve kozmopolit tarihini destekleyen geçmişi var bu oyunun. Hikayesi bugünkü İspanya topraklarına kadar gider. Endülüs’ün tarihin sarı sayfalarına karışmasıyla, İspanya’dan Osmanlı topraklarına yerleşen Sefarad Yahudileri’nin buraya taşıdığı anlatılır karambol oyununu. Bugüne gelindiğinde oyun, Tire’deki şekliyle dünyanın hiçbir yerinde oynanmıyor. Tireli Yahudiler üzerine çalışan akademisyen-yazar Siren Bora, bir röportajında, şehrin Kurtuluş günlerinde turnuvalar düzenlendiğinden ve oyunun daha geniş kitlelere ulaşması için çalışmalar yapıldığından bahsediyor. 

Tire, Evliya Çelebi’nin tabiriyle Şehri Muazzam. Yüce dağların arasında uzanan Menderes’te bir efe misali bölgenin hakimiydi asırlar boyu. 18. yüzyılda şehre uğrayan Fransız seyyah Paul Lucas’ın da dediği gibi: Yolumuza ovalık bir memleketten devam ettik, çok iyi ekilmiş ve bir sürü köyle karşılaştığımız, bu güzel ovanın ucunda tüm Anadolu’nun en büyük ve en kalabalık şehirlerinden birisi olan Tire şehri bulunuyor. Nim Sofyan’dan dinlediğim Efem şarkısıyla Tire’ye veda ediyor, Asya çayırlarını geride bırakıyorum usul usul.