Astsubaylık terk 'aylenizin sahafı'

Ümit Nar, 19 yılını verdiği askerlikten istifa ettikten sonra bir sahaf dükkânı devraldı. Ama kendisi henüz bir sahaf değil, ikinci el kitap satıcısı. Annesi ise maaşlı işi bıraktığı için hâlâ ona sitemkâr: "5 lira, 5 lira kitap satarak hayat mı sürdürülür!"

Abone ol

DUVAR - Günümüzde iki şey çok revaçta: Instagram ve festivaller. Her şey Instagram'da ve her şeyin bir festivali var. Sahaf festivali de bunlardan biri. Aslında işin mantığına ters; sahaflara gidilirdi, şimdi sahaflar ayağımıza geliyor.

Sahaf festivalleri tartışmalı alanlar aynı zamanda. Çünkü neredeyse hepsi belediyeler kanalıyla yapılıyor. Festival alanı kurmak için belediyeden bir yer kiralamanız ya da belediyenin size bir yer tahsis etmesi lazım. Belediye ne kadar yardım yaparsa iş o kadar siyasileşiyor ve “benim gibi düşünmeyen sahaflar burada olmasın” diyor.

'FESTİVALLER ARACILIĞIYLA BİZİ TERBİYE ETMEK İSTİYORLAR'

Hermes Sahaf'ın sahibi Ümit Nar “Yani sizi parayla terbiye etmek istiyorlar” diyor bu durum için:

“Son dönemlerde insanların mekânlara seyrek gelmesinden -mesela Beyoğlu'na, pasajlara- ve biraz da modern çağın insanı konfora yöneltmesinden kaynaklı, dükkânlara daha az insan gelir oldu. İnternet satışları bunu destekledi. O yüzden festivallere gitmeye başladım. Artık insanların ayağına gitmek zorundasın. Bunda bir sıkıntı yok. Ama bir takım belediyeler meseleye politik yaklaştığı için ayrıma gidiyorlar. İş bir yandan örtük bir şekilde parayla terbiye etmeye geliyor. Festivaller bizim için nispeten elimize toplu paranın geçtiği dönemler. Aldığımızı da gidip Havai'de tatillerde yemiyoruz. Vergi borçları var, pasajın birikmiş aidatları var, gecikmiş kiralar var. Festival düzenleyicileri bunu bildikleri için parayla terbiye etme yöntemine gidiyorlar. İşte festivallere alınmama durumu oluyor ve para kazanamıyorsun. O yüzden otokontrol ve otosansür gelişiyor ve bazı arkadaşlarımız yutkunmak zorunda kalıyor.

"Ben o tip festivallere katılmıyorum. Foucault'nun dediği gibi kendimize mikro direniş alanları yaratıyoruz. Kendi paramızla garı kiraladık mesela. Zaten garda bana kalırsa yapılabilecek tek bir festival var, o da kitap festivali. Ama makarnadan, kahveye, modadan pizzaya kadar her şeyin festivali yapıldı burada.”

Ümit Nar'la Haydarpaşa Tren Garı'nda düzenlenen ilk sahaf festivali sırasında konuştum. Yeri gelmişken bir müjde vereyim: Bu festival sonrasında garda, tren seferlerinin yapılabilmesi için inşaat çalışması başlayacak. 18 Kasım'da başlayan festival bugün (3 Aralık) itibariyle sona eriyor. Ümit Nar, Eskişehirli bir işçi ailesinin çocuğu. “Ailem devlet memuru olmanın bir gelecek kurmak ve güven kazanmak için önemli olduğunu düşünüyordu. O yüzden daha hayat hakkında bir fikir sahibi değilken ortaokul sonrası askeri liseye başladım,” diyen Nar şöyle devam ediyor:

HEM ASKER, HEM DE TENOR

“4 yıl lise okuduktan sonra 15 yıl boyunca muhabereci astsubaylık yaptım. Telsiz tamir ediyordum. Doğubeyazıt, Urfa, İstanbul'da görev yaptım. Zorunlu hizmet süresi 15 yıldı, onu doldurup istifa ettim.

“Astsubaydım ama Evrensel Müzik Korosu'nda tenordum aynı zamanda. Bakırköy'de şiir akşamları yapardık. Öyle bir hayatın içindeydim.

“O zamanlar koşullar çok daha sertti, mecburi süren dolmadan istifa edemiyordun. Firar etmeye kalksan koşulları çok ağırdı. Plajda güneşlenirken yakalanan arkadaşlarım oldu. Onlar da gözünü korkutuyordu insanın, istedikleri zaman buluyorlardı çünkü. Komşun ya da seni sevmeyen birisi ihbar ediyordu, gidebileceğin yerler belli, 'pat' diye buluyorlardı.

“Bir buçuk takvim yılı firarda kalmak zorundaydın. Bir yıl iş günü aslında ama bir buçuk yıla denk geliyor, 500 gün. Devletle hiçbir işinin olmaması gerekiyor, bitkisel hayatta gibi yaşamalısın. Yakalanan arkadaşlarım deniz kenarında bir yere gidiyor. Oradakiler ihbar ediyor. Bir gün plajda güneşlenirken bir gölge dikiliyor önüne. Bakıyor ki askeri inzibat! Böyle durumları da görünce gözüm korktu, istifa etmedim, mecburi hizmetin bitmesini bekledim.

“Lojman dışında asker olmanın verdiği hiçbir imtiyazı kullanmadım. Dolayısıyla memuriyet garantisinin yarattığı konforda gözüm hiç olmadı. 15 yıl mecburi hizmetle öngörülen ya da senden beklenen şu: Bir süre kendini toparlaman, sonra evlenmen ve çocuk yapman. İstifa ettiğimde yaşıtlarımın neredeyse hepsinin ilkokul çağında çocukları vardı, o yüzden de göze alamadılar. Ama ben evlenmiş olsam da çocuğum yoktu, istifayı göze alabildim.

“35 yaşında istifa ettim. Yolun yarısı! Köprüden önce son çıkıştı. Yani 40 yaşında olsam buna cesaret edemezdim. Eski eşim de çok destek oldu o günlerde. Bir takım zorlukları olacaktı çünkü. Ama bir gün istifamı verdim ve çıktım.”

Ümit Nar okumayı ilkokula başlamadan evvel sökmüş, dolayısıyla okumaya da erken başlamış: “Jules Verne'le tanıştım ve bir okur oldum. Onun büyülü dünyası beni çok etkiledi. İlkokula başladığımda okuma-yazma biliyordum. Teyzem Gırgır ve dönemin diğer mizah dergilerini okurdu, onlara bayılırdım.

“Mesleğe başlayana kadar iyi bir okur olduğumu zannediyordum. Mesleğe başlayınca yelpazenin ne kadar geniş olduğunu fark ettim. Tarihte, felsefede, edebiyatta birçok eksiğim olduğunu keşfettim. Bazı önyargılarım yıkıldı. Mesela, 'çağdaş Amerikan edebiyatı da neymiş, bana göre değil' derken Paul Auster'i okuyup o dünyaya girdim.”

'BEN ASLINDA SAHAF DEĞİLİM'

Kendini bildi bileli okuyan Ümit Nar, sahaf olmadan önce de sahaflara çok sık gelip gidermiş: “Ben zaten evvel ezelden kitap okuruyum. Tezgahın öbür tarafına geçtim. Memurken Aslıhan Pasajı'nın müşterisiydim. Hatta gide gele tanıdıkların yanında biraz işi öğreneyim, pişeyim diye düşünürdüm.”

Gerçi kendisi sahaf olduğu iddiasında değil, sahaflık olunan bir şey değilmiş çünkü: “Ben aslında sahaf değilim, ikinci el kitap satıcısıyım. Şimdiki aklım olsa dükkâna sahaf ismini koyma ukalalığında bulunmazdım. Zaten yıllar sonra şunu anladım ki sahaflık senin kendi kendine söylediğinde değil, başkalarını sana vereceği bir paye. Tabelaya isim koydum, oldu gibi basit bir şey değil. Nadir Kitap sitesinde 350 satıcı var. Bunlar sahaf mı, hayır. İkinci el kitap satıcısı mı, evet.

TÜRKİYE'DE 10 KADAR SAHAF VAR'

“Türkiye'de hâlâ 10 kadar sahaf var. Ankara'da Ahmet Abi var. Külüstür Turgut vardı, öldü. Yine yakın zamanda İzmir'de kaybettiğimiz bir abimiz vardı. Kadıköy'de Hasan Abi var, İmge Sahaf. Lütfi Abi var, Müteferrika; 'Papaz Lütfü' derler. Bahtiyar Abi var. Beyoğlu'da Nedret Abi var, Sahaflar Derneği Başkanı. Halil Abi var. Bu insanlar işi ilmiyle yapmış, hatta Beyazıt'taki çarşı sahaflar çarşısı iken orada çıraklık da yapmış insanlar.

“Bu işi devraldığımda dükkânda ders kitaplarından kurtuldum önce. 'Ben sahaflık yapacağım' diyen insanın satacağı kitaplar değil. Kitap ve dergi üzerinden gidiyorum.”

'SAKALINI VE KUCAĞINDAKİ KEDİYİ SIVAZLAYAN İNSANLAR DEĞİLİZ'

Ümit Nar ikinci el kitap satmaya tam on yıl önce başlamış. Ege'ye yerleşmek gibi her üniversiteli ve biraz da kitap karıştıran kentlinin bir diğer hayali de saha dükkânı açmaktır. Ümit Nar, bunun o kadar “romantik” bir fikir olmadığını söylüyor: “Sakalını ve kucağındaki kediyi sıvazlayan insanlar değiliz, dışarıdan öyle gözüküyor olabilir. Bir festivalde bile benim üzerimden 2,5 ton kitap geçiyor. Paketliyorsun, kamyonete yüklüyorsun, tezgaha yerleştiriyorsun. Mesaisi belli değildir. Gece hurdacının deposunda çamur içerisinde kitap ayıklamışlığım vardır. Mesela bir arkadaşımız, Parkinson Şeref*, çöpte kitap ayıklarken kafasına kepçe darbesi yemiş ve bir yıl yoğun bakımda yatmıştır. Kitapları alırken bir bedel ödüyoruz ama işin bir de görünmeyen emek bedeli var ki, yazdığımız fiyatlar onları karşılamaz bile.

“10 lira diye burun kıvırıp pahalı bulunan kitaplar en az dört kez elden geçiyor rafa yerleşene kadar. Önce büyük bir kütleden seçiyorum. Sonra bütçeme göre bir seçim, eleme daha yapıyorum. Sonra fiyatlandırıyorum. En sonunda da rafa yerleştiriyorum. Ve bu arada da kitabın onarılması gerekiyorsa onu da yapıyorum. Bunların üstüne, bir devlet sınırları içerisinde yaşamanın getirdiği matematik var: Kira, kiranın stopajı, gelir vergisi, katma değer vergisi gibi bir sürü kalem bekliyor seni.

“İşin sürekliliği lazım. Bir kitap sattıysan iki kitap almalısın. Bir akarı olmalı. Mesela geçen 11-12 gibi eve vardım. Sabah 4'te Dolapdere'den kitap seçtim. 6 gibi eve yeniden gelip 1 saat kadar uyudum ve gelip buradaki tezgahımı açtım. İşin bir de böyle zahmeti var.”

İŞ DEĞİL, MÜPTELALIK

Kısacası sahaflık -evet, aslında ikinci el kitap satışı ama dil alışkanlığı- öyle göründüğü ya da hayal edildiği gibi dingin ve huzurlu bir yaşam vaat etmiyor. Ama buna tam manasıyla bir iş de diyemeyiz galiba; bir müptelalık. Sadece para için yapılan bir gayret değil, başkaca takıntıları barındıran bir meslek. Mesela Ümit Nar, “Hepimizin hayalinde Müteferrika ya da Kahire Bulak Matbaası'ndan çıkma kitap bulmak vardır,” diyor. Bulunca zengin olunacağından değil, mesleki bir haz, bir mertebeye erişme duygusu adına.

Kitapların meta değerini aşan gerçek değerleri vardır. Kitapların kendisi de artık çağımızın dışına itiliyor. Pop kültür kendi “değerleriyle” kitap görünümlü matbuat “eserler” üretiyor olabilir ama onlar başka.

Sahaflık, tüketim alanın dışında kalan ve kendine has işleyişiyle süre giden bir alan. Ümit Nar'ın “Bizimkisi iki defa geldikten sonra arkadaşlığa dönüşen bir şey,” diye tariflediği gibi bir ilişki var alan ve veren arasında. Kitap almaya gelen de orada bir şeyler bırakıyor; sohbetini, dostluğunu, derdini...

İş sadece para kazanmak ya da statü elde etmek olsaydı, Ümit Nar'ın annesinin oğluna söylediği şu sözler geçerli olabilirdi: “5 lira, 5 lira kitap satarak hayat mı sürdürülür!”

* Parkinson Şeref'in lakabı, parkinson hastası olduğu için değil, Türkiye'nin ilk "death metal" müzik grubu Parkinson'un kurucularından olduğu içindir...

Esaret değil, özgürlük 'Hücre'si