Hakikat, uyanış ve astroloji üzerine

Beşerden insan olmaya ve bu vasıtayla hakikati kavramaya giden yolculukta ayağa kalkmamızı sağlayan şey madde değil, onun ardında tezahür edeni görmek için kapalı olan perdeleri açma becerimizdir.

Abone ol

Buse Sarıahmetoğlu*

Son dönemde çok duyduğumuz iki kelime var: Uyanış ve hakikat...

Bizler bir simülasyonun içerisinde miyiz? Eğer öyleyse, bu oyundan nasıl çıkabiliriz? Astroloji buna ne kadar tesir edebilir? 

Var olduğumuz günden bugüne her birimize dayatılan materyalist bakış açısına rağmen, son dönemde yaygınlaşan neo-spiritualizm ile birlikte maddenin kabuğunu kırıp ondan bağımsızlaşmak için çabalayanların sayısı gün geçtikçe artıyor. 

Madde ve manayı ayrı olarak idrak edebilmek çoğu zaman oldukça zor olsa da, bizler kodlamalarımız dolayısıyla hayatlarımıza istemsizce "çentikler" atıyoruz. Yaşadığımız alemde, bu çentikler genellikle ruhsal sancılar ya da büyük kırılmalar eşliğinde geliyor ve bizleri sorgulamaya itiyor. Bu sorgulama ise yolumuzdaki rüzgara ters yürüdüğümüzü anlayana kadar devam ediyor.

Rüzgarın şiddetini daha fazla hissettiğimiz anda 'suçlu' ya da 'düşman' olarak işaret ettiklerimizin de aslında bizim yansımalarımız olduğunun farkına varıyoruz. Bu sayede de "Benden bana" sistemiyle ilerleyen yola ilk adımımızı atıyoruz.

Kendimizi sorgulayacak derinliğe geldiğimizde çok farklı nedenlerle karşılaşıyor ve Lacan'ın deyimiyle "bir başkasının arzusunu arzuladığımızı" kavrıyoruz. Üstelik arzularımızı dile getirdiğimizde farklı bir gerçeklik yaratamıyor, arzunun hakikatini tam olarak dile getiremiyoruz. Bu nedenle, sahip olduklarımız hızla değerini yitiriyor ve bizler yaşadığımız samsara döngüsünde kendimizi yeni bir nesneye sahip olma çabası içerisinde buluyoruz.

Sürekli daha fazla şeyin sahibi olmaya çalışan bizler; holografik olarak tanımlanan bu alemde, beş duyumuzla algıladığımız ve madde olarak gördüğümüz formlara (Pauli Dışlama İlkesi gereği) aslında atomsal düzeyde dahi temas edemiyoruz. 

İçinde bulunduğumuz astrolojik döngü bu sorgulamanın asıl tetikleyicisi rolünü üstlenirken, zamanı gelen tüm bilinçlerde kırılma etkisi yaratıyor. Artık, başkasının arzu nesnesi olmak yerine, ruhsal özümüzü aramanın gerekliliğini kavrarken, gerçek ve hakikat arasındaki farkı daha derinden irdeliyoruz.

Gerçek ve hakikat daima birbirinin muadili olarak kullanılmış olsalar dahi, aslında aynı anlama gelmeyen iki kavramdır. Gazali bu farklılığı "Kabuğu kırıp da içine inemeyenler, bütün bir cevizi kabuk zanneder" şeklinde tasvir etmiştir. Çünkü hakikat, nesnel gerçeğin düşüncemizdeki yansımasına verilen isimdir. Gerçek, nesnel varoluşu yani maddesel varlığı, hakikat ise bu nesnel varoluşun zihnimizdeki öznel yansımasını anlatan kavramdır.  

Hakikat bilinci, kozmik bilincin beşer boyutundaki tezahürüdür. Alt bilince indirgendiğinde potansiyel haline zeka, kullanılmış haline ise akıl denir. Akıl "kla" kökünden türeyen bir sözcüktür. Anlamı bağlantı kurmaktır. Dolayısıyla madde ve mana yüksek bir akıl ile kaynaştırılamadıkça her şey perdeli hale gelir. İlk sûfîler hakikat terimini daha çok "ilahi gerçeklere ve sırlara aşina olmak, Hakk'ın tecellilerini temaşa etmek, her şeyin ardında O'nu görmek" anlamında kullanmışlardır. 

Peki nedir bizi 'hakikate' ulaştıracak olan yol?

Hakikate ulaşmamızın ve dolayısıyla uyanmamızın tek yolu Ay altı alemi (Sub Lunar) aşmaktır. Çeşitli tradisyonlarda "kalp kapısı" olarak isimlendirilen bu alan hakikatlere vasıtasız ulaştığımız geçittir.

"Ne sen varsın, ne ben, her şey O'dur!" anlayışı burada gizlidir. 

Farabi'nin Aristotelesçi akıl görüşü üzerine inşa ettiği Sudûr teorisi, bu bağlamda felekleri (gezegenleri) sınıflandırmıştır. 
Bu teoride Farabi, her aklın altına bir göksel feleği yerleştirir. Buna göre birinci aklın altında birinci sema; ikinci aklın altında sabit yıldızlar küresi; üçüncü aklın altında Satürn/Zühal feleği; dördüncü aklın altına Müşteri/Jüpiter feleği, beşinci aklın altına Merih/Mars feleği, altıncı aklın altına Güneş küresi, yedinci aklın altına Zühre/Venüs feleği, sekizinci aklın altına Utarid/Merkür feleği, dokuzuncu aklın altına Ay feleği karşılık gelmektedir. Farabi'ye göre Ay altı alemdeki mevcutların mertebeleri değersiz olandan başlayıp değerli olana doğru gider (ilk ortak madde, dört unsur, madenler, nebatat, akılsız canlılar ve insan). Ay feleği, Ay üstü alem olarak isimlendirilen göksel varlıkların bulunduğu alan ile Ay altı alem olarak ifade edilen Dünya arasında bulunur. Feleklerin yapısı beşinci unsur kabul edilen esirden oluştuğu için onlarda Ay altı alemdeki gibi oluş ve bozuluş söz konusu olmamaktadır. 

Farabî'nin Sudûr teorisi

Ay üstü alemde ise mertebelenme en değerli olandan başlar ve daha az değerli olana doğru gider, yani Ay altı alemin ters aynalamasıdır. (En yüksek mertebe birinci akıldır). Onların erdemli ve kusursuz olanı önceliklidir; sonra cisim olmayan ve cisimde de bulunmayan akıllar en sonra ise felekler gelir. En erdemli olan akıl birinci akıl, en kusursuz olan sema birinci semadır.

Aristoteles hareketi bütün göksel kürelere iletmek için birtakım mufârik (ayrık) akılların olması gerektiğini belirtir. Meşşâî Hareket teorisine göre göksel bir cismin hareketi bu unsurlarla açıklanır. Buna göre sürekli ve dairevi hareket eden her bir cisim için en temelde üç bileşeni bulunan standart bir mekanizma geliştirilmiştir: Hareketi başlatmak ve feyiz süreciyle varlığa gelen cisimlerin iştiyakına özne olmak üzere mufârik bir akıl; hareketin kaynağını oluşturmak üzere bir nefs; hareketin istikametini belirlemek ve biçimini (dairevi) sürekli kılmak için de bir irade tayin edilmiştir. Bu nedenle, Farabi'nin evvelden sonra mufârik akılların sayısı ondur; semavi cisimler dokuzdur dolayısıyla toplamı on dokuzdur. Yani ilk ilkeden sonraki göksel varlıkların sayısı 10 akıl ve 9 felek olmak üzere toplam 19 olmaktadır.

Birinci akıl ve ilk semayla başlayıp faal akıl ve Ay feleğiyle nihayete eren kozmolojik sistemde, göksel varlıklar tabiatları gereği dairevi hareket ederler. Yine sürekli bilfiil olan ilk ilkeden dolayı akılların, akıllardan dolayı da ilgili oldukları semavi varlıkların bu dairevi hareketi sürekli olmaktadır. Hareket sürekli olunca oluş ve bozuluşa konu olan Ay altı alemde keyfiyet, özsel ve hareket anlamında değişim söz konusu olmaktadır.

Farabî varlıkları sınıflandırırken, hiyerarşinin en üst noktasına, insan aklının erişebildiği Tanrı’yı yerleştirir. İkinci sırada ise Farabi'nin ikinciler veya maddeden ayrık akıllar adını verdiği, sayıları gök kürelerin sayısına karşılık gelen ve dokuz akıldan oluşan varlık alanı yer alır. Sıralamanın üçüncü düzeyini ise Tanrı ve Ay-altı evren arasında aracı durumda bulunan faal akıl oluşturur. Dördüncü düzeyinde ise basit ve tinsel bir madde olan nefs (ruh) bulunur. Farabi'de nefs (ruh) kavramı, gök cisimlerindeki dairesel hareketi; insan, hayvan ve bitkilerde ise biyolojik, fizyolojik, psikolojik hareketleri ifade eder. Beşinci ve altıncı varlık düzeyinde ise form ve madde bulunur. Form ve maddeyi ayrı düşünmek mümkün değildir. Birisinin varlığı diğerinin var olmasını gerektirir. Form etkin ve şekil verici, madde ise pasif ve şekil alıcıdır.

Farabi dünyamıza en yakın küre olan Ay’ı, bir eksen olarak kabul eder. Eksenin üst bölümünü Ay-üstü evren, alt bölümünü ise Ay-altı evren olarak adlandırarak evreni iki bölümden oluşmuş olarak tasarlar. Madde ve formun birleşmesi ile Ay-altı evrende öncelikle toprak, hava, su ve ateş oluşur. Maddi varlık alanının yapı taşları olan bu dört kök maddenin her birinde soğukluk-sıcaklık, kuruluk-yaşlık gibi dört karşıt nitelik bulunur. Bu niteliklerden ikisinin karışımıyla ilk somut madde veya cisim olan inorganik varlıklar, daha sonra ise organik varlıklar oluşur. Ay-altı evren; toprak, su, hava ve ateşten oluşan dört unsurdan sonra, sırasıyla madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan meydana gelir. 

Beşerden insan olmaya ve bu vasıtayla hakikati kavramaya giden yolculuğumuzda astroloji, bize içinde bulunduğumuz alem hakkında öncelikle natal (doğum) haritalarımız vasıtasıyla bilgi verir. Ruhsal benliğimiz yani hakikat planındaki tezahürümüzü ise draconic haritalarımız anlatır. 

Natal harita diye isimlendirdiğimiz doğum haritamız, madde planımızı yani gerçekliği kavramamıza yardımcı olurken, oynayacağımız oyunun tüm içeriği buradadır ve hazırdır. Sınanacağımız konular, ebeveynlerimiz, sağlığımız, dış görünüşümüz, koşullanmalarımız, ham bilincimiz, bilinçaltımız, maddi durumumuz, kariyerimiz, eşimiz, çocuklarımız, sağlığımız, maddi durumumuz, arkadaşlarımız vb. gibi konular buradaki sisteme dahildir. Tabii ki hiçbir şeyin durağan olmaması gibi, bu döngüler de matematiksel hesaplara dayanan bir sistem içerisinde değişir ve dönüşürler. Bu dönüşümü, başlıca secondary progress ve solar arc gibi ilerletim haritaları üzerinden izleriz. Bizi bu plana bağlayan tüm tesirler burada gizlidir fakat deneyimlerimizi zihinsel olarak yönlendirmek için gerekli olan koşullar da buradadır. Bu nedenle, oyunun içindeki koşulları ve avatarımızın karşılaşacağı durumları buradan takip ederiz.

Draconik haritalarımız ise tamamen varlığımızın özü ile ilgilidir. Ruhumuzun tekamülü için gerekli motivasyonlar burada gizlidir. Lacan'ın "arzunun hakikati nedir" sorusu yanıtlamak için gerekli cevapları aradığımız noktadır. Burası, kendimize ilk olarak "Ben kimim?" sorusunu sorduğumuz alandır.

Ruhsal haritamızı incelemek, kendimizle doğrudan yüzleşmek demektir. Fakat, bir noktada karşımıza "düalite" kavramı çıkar. Çünkü, maddi dünyamızın parçası olan konuları ve doğum haritamızın bize tayin ettiği "karakteri" ele aldığımızda, draconic haritamızdaki doğal arzularımızla aksi istikamette işleyen parametreleri daha yakından görme fırsatını elde ederiz.

Bu noktada ise "uyanış" başlar. Yani, oyunun kodlarını yakından kavramaya başlarız.

Apocalypse, Yunanca" ἀποκάλυψις "ortaya çıkma" ve "örtü" manasına gelen καλύπτειν kelimelerine dayanan, Türkçe'de ise "kıyamet" olarak karşılık bulan bir terimdir. Kıyam etmek ise "ayağa kalkmak" demektir. 
Bizleri, uyanış yolculuğumuzda en çok zorlayan kısım ise burasıdır. Çünkü, bu yolculukta ayağa kalkmamızı sağlayan şey madde değil, onun ardında tezahür edeni görmek için kapalı olan perdeleri açma becerimizdir. Bunu yapmak ise tek defaya mahsus değildir.
Farkında olmasak da bizler, yaşam içerisinde kendi ölüm ve doğum döngümüze defalarca tanıklık ederiz. Bu yolculukta, sistem tarafından neye sahip olmak istediğimize değil, hangi koşullardan vazgeçeceğimize dair kozmik bir teste tutulduğumuzdan, defalarca eski bilincimize veda ederiz. Tıpkı bir matruşka gibi kendi içimizdeki boyutlarla yüzleştikçe hakikati görmenin, sadeleştikçe mümkün olduğunu anlarız. 

Hermes Trismegistus'un Corpus Hermeticum adlı eserinde bahsettiği gibi "Bir her şeydedir, sadece keskin olarak belirlediği veya özel olarak yarattığı bir şeyde değildir. Tüm evren ondan doğar ve onu taşır." Bizler kendi özümüzde "Tanrı parçacığını" taşıyan varlıklar olarak,  acziyetimize değil yaratım gücümüze odaklandığımızda tüm oyun değişecektir. Ruhsal ve bedensel planlarımızı tek düzlemde buluşturabildiğimizde "kalp kapısı" bizler için açılacaktır. Kalp kapısını açmak ve bilinç seviyemizi üst boyutlara taşımak için de astroloji önemli bir rehberdir.

*Astrolog