Âşık Mahsuni ve 'İbom Ölüyor'

Âşık Mahsuni üç yıl önce bugün aramızdan ayrıldı. Gelenekselden modernizme Mahsuni'nin hayatı...

Abone ol

Orhan Gazi Ertekin

.

Bugün Âşık Mahsuni'nin ölüm yıldönümü, yarın ise işkenceyle öldürülen İbrahim kaypakkaya'nın...O halde Mahsuni'den İbo'ya dair 45'lik plaktan bir türkü dinleyelim... Ve bir de uzun zaman önce yazdığım bir Mahsuni yazısı...

Mahsuni'nin hayatı “gönülden” söyleyişle müşteriye hitap etme arasında Türkiye’nin geçirdiği uzun kültürel mesafeleri içermektir.

Mahsuni'nin hayatının Türkiye’de yerel söylencelerden magazin dünyasına dönüşüm süreci ile ilgili bir başka ilginç yanı daha vardır. Bu onun Suna’ya olan aşkı ile ilgilidir. Mahzuni’nin çok mağdurlu bir kişisel drama dönüşen gençlik aşkı, acıları, ayrılıkları ve bir bütün olarak trajedisi, taşranın birbirini tanıyanlardan oluşan yerel dünyalarını aşmış, yoksul halk kesimlerinin merak-ilgi-acıma ve dayanışma duyguları içinde geniş bir dolaşıma girmiş ve bu yanıyla halkın içinde sözlü olarak yaşayan bir ulusal "medya" alanı sağlamıştı. Taşra ve kent yoksullarından oluşan bir halkın ilgisi antik bir dramın bu çok gerçek ve sahici sahnesini uzun süre takip etmiştir.

Mahsuni özel sohbetlerinde kendi misyonunu Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli gibi kolonizatör derviş örgütlenmesinin sembol isimleri ile tarif etmekten hoşlanırdı. Ben ise, Mahsuni’nin üzerinde bu geleneğin ifade ettiği denli geçerli olmadığını düşünüyorum. Onun asıl misyonu Pir Sultan-Karacaoğlan geleneğinde saklıdır. Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli; göçebe-kandaş kabilelerin ideolojik tutunum ihtiyaçlarına yanıt veren dervişlerdi. İçe dönük ve telafi ediciydiler, tasavvufi eğilimleri hakimdi. Pir Sultan ve Karacaoğlan ise yerli, sürdürülebilir ve toprağa bağlı duyguları taşıyorlardı. Dışa dönük, iddialı ve yapıcıydılar

AŞIK MAHSUNİ ŞERİF : GELENEKLE MODERNLİK ARASINDAKİ SON BAĞIMIZ

Mahsuni Şerif’in ölümünün ardından üç yıl geçmiş olmasına karşılık, onun biyografisi, misyonu ve kültürel-sanatsal eğilim ve örgüleri üzerine hala ciddi bir anlama ve analiz çabasının ortaya çıkmaması üzücüdür. Afşin’in Berçenek Köyünden başlayıp Hacıbektaş ilçesinde toprağa dönen asıl adıyla Şerif Cırık’ın yaşamı her açıdan Türk kültür ve politika tarihinin dönüşümlerini yeniden okumaya, anlamlandırmaya ve yorumlamaya çok uygun bir zenginliktedir.

Son dönem kültürel-politik geçiş süreçlerimizi kendi yaşamında tecrübe etmiş,onun biyografisine ait dönemler Türkiye'nin geçirdiği toplumsal-politik geçişlerimizle iç içe geçmiştir;

Mahsuni'in hayatını, geçimlik bir ekonomik dünyada doğmuş bir geleneksel ozanın modern piyasa ile karşılaşması süreci arasındaki gerilimle geçişlerde okuyabiliriz. Bu süreç “gönülden” söyleyişle müşteriye hitap etme arasında Türkiye’nin geçirdiği uzun kültürel mesafeleri içermektedir.

Mahsuni'nin hayatını; gelenekselden modernliğe geçiş süreci içinde de okuyabiliriz. Mahsuni bu geçiş sürecinde bir son halka idi. Her iki alanda da bulunması tarihsel bir dönemi bir öteki döneme taşıma başarısını kazandırmıştır ona. Bu kadar çok sevilmesi ve son uykusuna onbinlerce insanın ellerinde taşınmasını da uzun ve heybetli bir tarihi dönemi kendisiyle beraber bitirmiş olmasına bağlamak gerekir.

Mahsuni'nin hayatını; Türkiye’nin 1950 - 60’lardaki taşrasının kendine ait felsefi örgüsünden 1970’lerde politika ve bilime doğru bir geçiş süreci olarak da okuyabiliriz. O, taşranın dinsel, katı ve kapalı felsefi örgüsünün içinden sıyrılan sorgulayıcı ve asi bir damarın içinde doğmuş ve büyümüş ve kaçınılmaz olarak olgunluk sürecini politikanın içinde geçirmiştir.

Mahzuni Şerif’in hayatı ile Türkiye'nin toplumsal-tarihsel geçiş süreçleri arasındaki ilişkilerin örgülenebileceği bu başlıkların her biri özgül bir çalışma alanını gerektirmektedir ve Mahzuninin özgün bir biyografisinin oluşturulmasını zorunlu kılar. Bununla beraber, ne yazıkki, Mahsuni'nin biyografisi ve kültürel süreçler içindeki yeri henüz derinliğine çözümlenebilmiş değildir. Şerif, ciddi ve yetkin akademik ilgileri hak etmekle beraber henüz teorik bir konuma ve yeterli kavramlar setine sahip bulunan bir araştırmaya konu olamamıştır. Var olan çalışmalar güncel ve popüler toplamalardan ileriye gitmemektedir.

MAHSUNİ ŞERİF VE BİYOGRAFİK DÖNEMLERİ

Mahsuni’nin hayatı kabaca üç ana döneme ayrılabilir. İlk dönem neredeyse hiç bilinmemekte, ya da, herhangi bir biçimde merak konusu yapılmamaktadır, ikinci ve üçüncü dönem ise nispeten ilgi konusu yapılmıştır.

.

İlk Dönem( l939 - l960) : Din içi Sorgulamalardan Felsefeye Doğru

Mahzuninin ilk gençlik dönemi onun en az bilinen ve bütün biyografisi açısından-çok yanlış bir biçimde “tarihöncesi” gibi görülen bir evreyi içerir. Bu durum aslında Türk kültür tarihi araştırmalarının genel bir zaafını da oluşturmaktadır. Kültür ve politika araştırmalarında Türkiye’nin l960 öncesi sanki bir “tabular asa”(boş levha) gibidir. Aynı sorun Mahzuni Şerif’in hayatı açısından da geçerlidir.

Oysa, onu ozanlığa götüren yolun bütün taşları bu evrede döşenmiştir. Mahzuni, bu evrede, yetişmesinde katkıları bulunan Şakir Baba, Cırık Baba ve arzuhalci Yemliha’nın (ERTEKİN-babamdır vesselam-); İslam dininin kendi içinde başlayan sorgulamalarından giderek daha geniş ve evrensel bir felsefi dile doğru ilerlettikleri bir söylemi devralır.

İslam içi mezhep sorunlarından evrensel nitelikteki felsefi sorunlara doğru ilerleyen bir çizgiyi bu kişilerden itibaren takip eden Mahzuni, Hacı Bektaşı Veli, Pir Sultan ve Karacaoğlan’ın edebi-felsefi dünyasıyla da bu dönemde tanışmıştır. Taşra dinselliğinin sorgulanması, ona yeni ve daha ilerici temalar eklenmesi, yeni sorular kazandırılması ve evrensel bir bilim ve felsefe dünyasına doğru taşınma bu dönemdeki düşünsel beslenmelerinin asli eğilimini oluşturur.

Mahzuni Şerif’i anlamak için bu dönemini iyi incelemek,beslenme kaynaklarına inmek bir zarurettir. Oysa bugün, bu dönem mahzuninin hayatında yok gibi görünmekte ya da gösterilmektedir.

İkinci Dönem(1960 - l980): Felsefeden Politikaya

Bu dönem; Mahzuni’nin ozanlık tecrübesini giderek kentlere doğru taşımaya başladığı bir yandan Aşık Veysel, Davut Sulari vb. gibi ulusal düzeydeki “halk ozanları” arasına girerken, diğer yandan da taşradan kent yoksulları ve gençlik hareketlerine doğru gelişen bir toplumsal ittifakın içinde giderek politize olduğu bir evreyi içerir.

İlk dönemdeki din ve felsefeye ait aykırı sorular, bu dönemde toplumsal-tarihsel çözümlemelere ve politik itirazlara dönüşür. Bununla beraber ilk gençlik dönemindeki felsefi çizginin sorgulayıcılığı, isyankarlığı politikleşerek sürmüştür. Etkin, iddialı, yapıcı ve kurucu bir tavra doğru ilerler.

Üçüncü Dönem(1980 - 2002) : Piyasa ile Karşılaşma

Bu dönemi; bütün toplumsal yaşamın piyasanın giderek genişleyen hakimiyet alanına dönüşmesine paralel olarak değerlendirmek gereklidir. Mahzuni’nin bir müzik piyasası ile karşılaşması ve bir ozan olarak onun “yaratma gerilimi” ile piyasanın nesnel ve soğuk dünyası arasındaki çatışmalar bu evreyi belirler. Sözkonusu çatışma bu süreçte, bir iç gerilim olarak geleneksel meslek ve sanat ortamlarının hemen hepsinin bünyesinde taşınmıştır. Bir geleneksel ozan için bu durum iki çelişik sonuç getirir.

Birincisi dramatiktir. Aşık’ın irticalen, gönülden meşketmesine karşılık yeni dönem seri üretim istemektedir. İkincisi ise geleneğin (bu arada ozanlığın) modern piyasanın içinde yeniden üretilmesinin başlatılmasıdır. Mahzuni bir ozan olarak dönemin gelişmelerinden olumsuz etkilenmiştir. Fakat, yeniden keşfedilen bir ozan olarak “halk müziği”nin popüler bir teması haline de gelmiştir.

Mahzuni Şerif’in yaşamının bu çok genel ve kaba düzeydeki biyografik geçişlerinden kültürel-politik birer araştırma gündemi olarak öğrenebileceğimiz çok şey vardır. her şeyden önce Türkiyede l940-60 yılları arasındaki taşranın kültürel dünyası konusunda bize ipuçları verecektir. Arkasından l960’lardan sonraki politikleşme sürecinin taşra ve kentlerdeki kökleri ve derinlikleri hakkında bilgilerde sağlayacaktır. Ayrıca Türkiye’de aşık geleneğinden “halk müziği” formülasyonlarına geçiş süreci de Mahzuni Şerif gündemi yoluyla takip edilebilir.

MAHSUNİ ŞERİF VE GELENEĞİ

Mahzuni özel sohbetlerinde kendi misyonunu Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli gibi kolonizatör derviş örgütlenmesinin sembol isimleri ile tarif etmekten hoşlanırdı. Ben ise, Mahzuni’nin üzerinde bu geleneğin ifade ettiği denli geçerli olmadığını düşünüyorum. Onun asıl misyonu Pir Sultan-Karacaoğlan geleneğinde saklıdır. Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli; göçebe-kandaş kabilelerin ideolojik tutunum ihtiyaçlarına yanıt veren dervişlerdi. İçe dönük ve telafi ediciydiler, tasavvufi eğilimleri hakimdi.

Pir Sultan ve Karacaoğlan ise yerli, sürdürülebilir ve toprağa bağlı duyguları taşıyorlardı. Dışa dönük, iddialı ve yapıcıydılar. Kuşkusuz ki, Mahzuninin üzerinde Yesevi ve Hacı Bektaş Veli’nin tasavvufi eğilimleri etkili olmuştur. Özellikle yaşamının ilk döneminin isimleri olan Cırık Baba, Şakir Baba ve Yemliha Ertekin’lerin düşünsel vurguları; insanlık, iyilik, iç denge, huzur vb. gibi kavramlarda saklıydı. Buna karşılık onun ilk ve ikinci döneminin geçiş noktası ve ikinci döneminin belirleyiciliğini sağlayan ikinci eğilim olmuştur.

Mahzuni’nin büyük başarısının arkasında da l960 - 70’lerde ortaya çıkan yeni ve iddialı toplumsal-siyasal öznelerle, onun taşıdığı Pir Sultan-Karacaoğlan geleneği arasındaki açık uyum vardır.