Araştırma: ‘Hobbitler' Endonezya’da saklanıyor olabilir

‘Hobbit’ de denilen Homo floresiensis uzmanları, söz konusu iddialara şüpheyle bakıyor.

Abone ol

Stephanie Pappas

Yaklaşık 700 bin ilâ 60 bin yıl önce, çok küçük bir ilkel insan, günümüzde Endonezya’ya bağlı olan Flores adasında geziniyordu. Sadece yaklaşık 106 santimetre boyunda olduğu için ‘Hobbit’ lakabı yakıştırılan Homo floresiensis, küçük beyinli ve büyük ayaklı bir alet üreticisiydi ve henüz kimse nereden evrimleştiğini bilmiyor.

Ve şimdi, bir antropolog, H. floresiensis’in neslinin tükenip tükenmediğini ve günümüze kadar yaşayıp yaşamadığını kimsenin gerçekten de bilmediğini iddia ediyor. Yayınlanan yeni bir kitapta, Alberta Üniversitesi’nden emekli bir antropolog olan Gregory Forth, Flores’te bir ‘maymun adam’ bulunduğunu aktaran haberlerin, bugün hâlâ varlığını devam ettiren ilkel insan atasının görüntüleri olabileceğini ileri sürüyor.

Forth, Live Science’a verdiği demeçte, “Bu türün soyunun ne zaman yok olduğunu bilmiyoruz ya da gerçekten söylemeye cesaret ettiğim üzere, soyunun yok olup olmadığını dahi bilmiyoruz” diyor: “Kısacası, hâlâ hayatta olma ihtimali söz konusu.”

Söylemeye gerek bile yok ama bu heyecan verici bir iddia ve H. floresiensis’i inceleyen uzmanlar bu konuda şüpheci. ABD’nin Madison kentinde bulunan Wisconsin Üniversitesi’nde bir paleoantropolog olan John Hawks, “Flores, Connecticut’la aynı büyüklükte ve günümüzde üzerinde iki milyon insanın yaşadığı bir ada” diyor. Nüfusun ada genelinde yayıldığını sözlerine ekliyor. Hawks, Live Science’a verdiği demeçte, “Gerçekçi bakarsak, varlığını devam ettiren bir topluluk içerisinde hayatta kalan ve ada üzerinde gözlemlenemeyen büyük bir primatın var olduğu fikri, neredeyse imkânsıza yakın” diyor.

UZUN ZAMANDIR KAYIP OLAN BİR AKRABA

Forth ise meseleye farklı bakıyor. 1984’ten bu yana ada üzerinde antropolojik saha çalışmaları gerçekleştiriyor ve o dönemden beridir ormanda yaşayan küçük, tüylü ve insansı yaratıklarla ilgili yerel hikayeler duyuyor. H. floresiensis kalıntılarının keşfedildiği 2003 yılına kadar süren araştırmasında bu hikayeleri de aktardı. Live Science’a, aradaki bağlantıyı o zaman kurduğunu söylüyor.

Forth, “Lio adlı bir bölgede, hâlâ hayatta olduğu söylenen küçük, insan benzeri yaratıkların hikayelerini duydum; insanlar nasıl göründüklerini anlatıyorlardı” diyor. “Between Ape and Human: An Anthropologist on the Trail of a Hidden Hominoid” (Maymun ve İnsan Arasında: Gizli Bir İnsansının İzinde Bir Antropolog) adlı yeni kitabında Forth, ne maymun ne de bir insan olan, vücudunda düz, açık renkli tüyler, güzel biçimli bir burun ve bir kuyruğu olan bir yaratığın cesedine rastladığını söyleyen bir adamla yaptığı röportajı aktarıyor. Forth, yıllar içerisinde H. floresiensis tarifine uyan yaratıkları gören 30 tanıkla görüşmüş.

Elbette, Kanada’daki Simon Fraser Üniversitesi’nde evrimsel antropolog olan Mark Collard, Kuzeybatı Pasifik ve Britanya Kolombiyası’nda anlatılan Sasquatch [‘Koca Ayak’] gibi dünyada gezinen gizemli yaratıklarla ilgili birçok tanık ifadesi olduğunu söylüyor. Collard Live Science’a verdiği demeçte, insanların hikayeler anlatmakta ve bunlara inanmakta usta olduklarını ve bu hikayelerin kolayca insanların inançlarının merkezine oturabileceğini ifade ediyor. Forth, Flores’te görülen bu “maymun adamlarla” ilgili hikayelerin Kuzeybatı Pasifik’teki Koca Ayak’ınkinden farklı olduğunu savunuyor; zira Kuzey Amerika’da hiç insan harici maymunlar yaşamadı. Buna karşın, Flores adasında H. floresiensis’in kesin olarak var olduğunu söylüyor.

Peki ne zamandan beridir buradalar? H. floresiensis kemikleri ilk kez 2003 yılında Flores’teki Liang Bua Mağarası’nda ortaya çıkarıldı. Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nden türleri inceleyen bir zooarkeolog olan Elizabeth Veatch, mağarayı kullanan hobbitlere ait en erken kanıtların 50 bin yıl öncesine dayandığını söylüyor. Veatch, Live Science’a verdiği demeçte, günümüzden 47 bin yıl öncesine dek Flores’te modern insan kalıntılarının görünmediğini ve bu iki türün Liang Bua Mağarası’nda karşılaştığına ilişkin hiçbir kanıt bulunmadığını ifade ediyor. Aslında, H. floresiensis’in, bu yerleşim alanını 60 bin yıl öncesinden sonra pek kullanmadığını sözlerine ekliyor. Veatch, “Faunal kanıtlara dayanarak, günümüzden yaklaşık 60 bin yıl önce yaşanan, Liang Bua çevresindeki manzarayı değiştiren ve Homo floresiensis’in daha uygun habitatlarda yiyecek aramak amacıyla adanın diğer yerlerine göç etmesine yol açan çevresel bir değişimin yaşanmış olması muhtemel görünüyor” diyor.

Arkeologlar, 2014 yılında, Flores adasındaki Mata Menge’de, yaklaşık 700 bin yıl öncesine dayanan bir hominin fosilinin alt çenesi ve dişlerinin keşfedildiği başka bir yerleşim alanını ortaya çıkardılar. Bu kemiklerin çok daha eski bir H. floresiensis topluluğundan kaldığı düşünülüyor. Bölgede taş aletler de bulundu. Bu bulgular H. floresiensis’in Flores adasında uzun bir geçmişe sahip olduğunu gösteriyor (bu tür, başka hiçbir adada bulunamadı). Buna karşın, antropologlar ve arkeologlar, hobbitin modern insanlarla birlikte yaşadığına dair hiçbir kanıta rastlamadılar.

Thompson, bir süre için burada yaşamış olmalarının mümkün göründüğünü söylüyor. Şayet durum böyleyse, belki de Flores’in Lio bölgesinde anlatılan hikayeler çok derin bir kültürel anıdır. Avustralya’da, yerli halkın ürkütücü bir meteor çarpması da dahil olmak üzere, açık biçimde binlerce yıl önce yaşanan gerçek olaylara karşılık gelen hikayeleri var. Thompson, Flores’te de bunun gibi bir şeyin söz konusu olabileceğini ifade ediyor. Live Science’a verdiği demeçte, “Karşı karşıya olabileceğimiz şey, [H. floresiensis’in] varlığının mitolojide gerçekten de uzun süre boyunca potansiyel olarak devam ettiği bir durum” diyor.

Bununla birlikte, Thompson da, Flores’te yaşayan yaklaşık 1 metrelik bir primatın bugüne dek büyük oranda göze batmadan varlığını sürdürebileceğinden şüpheli: “Bilim alanında soyunun tükendiğini düşündüğümüz türler birden ortaya çıkıyor, bu oluyor” diyor: “Fakat bunlar küçük şeyler. O kadar da göze çarpacak şeyler değiller.”

Collard bunu kabul ediyor ve “Yalnızca sözlü tarih hususunda çok dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum” diyor: “Bence bir değeri var ama yine de şüpheci yaklaşmak gerek.”

ESRARENGİZ ATA

Bu durum, H. floresiensis’in bir gizem taşımadığı anlamına gelmiyor. Primattan kalan kemikleri ve aletleri içeren iki kazı alanı birbirinden yüzbinlerce yıl öncesine dayanıyor ve aralarında büyük bir tarihsel boşluk mevcut. Hawks, araştırmacıların, ‘hobbitlerin’ ince ve keskin taş tabakalarını bitki ya da et kesmek veya başka tahta aletler üretmek amacıyla kullanılabilen bıçak benzeri aletler yapmak doğrultusunda kullandığını bildiklerini ifade ediyor. H. floresiensis’in ateş kullanıp kullanmadığı ya da büyük bir hayvanı avlayıp avlamadığı hâlâ bilinmiyor.

Belki de H. floresiensis hakkındaki en büyük soru, türlerinin kaynağı. Anatomik bağlamda, “hobbitin”, Homo erectus ve Homo sapiens gibi diğer Homo [insansı] türlerininkilere çok benzeyen dişleri var. H. floresiensis’in yaklaşık 700 bin ilâ 800 bin yıl önce Endonezya’da görülen varlığı, H. sapiens’in buraya gelişinden büyük bir farkla daha eskiye dayanıyor. Bununla birlikte, H. erectus, günümüzden 1.8 milyon yıl önce Afrika’dan ayrıldı ve fosil kayıtlarında, H. floresiensis’ten daha önce bugün Java adını verdiğimiz adada ortaya çıktı. Bu durum, hobbitin H. erectus soyundan gelme ve belki de ‘ada cüceliği’ adı verilen bir olguyu, ada yaşamının bir sonucu olarak küçük bir beden yapısı geliştirme ihtimalini artırır.

Yine de bu hipoteze dair bazı sorunlar söz konusu. İlk olarak, Thompson, Live Science’a verdiği demeçte, H. erectus’un Güneydoğu Asya’da bulunan diğer adalarda yaklaşık 115 bin yıl öncesine dek her zamanki beden büyüklüğüyle yaşamını sürdürdüğünü ve ada cüceliğinin yalnızca Flores’te görülürken yüzbinlerce yıl boyunca başka hiçbir yerde ortaya çıkmasının garip olduğunu söylüyor. Bunun yanı sıra, H. floresiensis’in omuzlar ve bilekler gibi Homo kuzenlerine daha az ve Australopithecus gibi daha önceki insan atalarına daha çok benzeyen pek çok anatomik özelliği mevcut. Hawks, “Anatomi bunu açıklığa kavuşturamıyor” diyor.

Collard, anatomik kanıtların, H. floresiensis’in H. erectus’tan daha önce Afrika’dan ayrılan bir insan atasının soyundan gelebileceğini düşündürdüğünü ifade ediyor. Şayet böyleyse, bilim insanları şu ana dek o ataların kimler olabileceği ya da kıtadan ne zaman ayrıldıklarına dair arkeolojik bir kanıta ulaşamadılar.

Bu yolculuğun hikayesi ne olursa olsun, inanılmaz olmalıydı. Ufak tefek H. floresiensis veya onların ataları öyle ya da böyle kıtaları ve çalkantılı açık denizleri aşarak Flores adasına ulaştılar. (Collard, deniz seviyesinin yüz binlerce yıl boyunca yükselip düşmesine karşın, o bölgede daima açık sular olduğunu ifade ediyor.) 2019 yılında Filipinler’in Luzon adasında keşfedilen Homo luzonensis gibi diğer ilkel homininlere dair kanıtlar, insanların atalarının antropologların ve arkeologların muhtemel olduğunu düşündüğü şeylerden çok daha fazlasını yaptığını gözler önüne seriyor. Collard, “Kazara bir sürüklenme durumu muydu? Yoksa kasıtlı bir yolculuk muydu?” diye soruyor: “Pek olası görünmese de tekne kullanma becerileri var mıydı?”

BİRBİRİNE KARIŞAN TOPLULUKLAR MI?

İnsanların kökenlerini araştıran bilim insanlarının şimdi öğrendiği şey, Homo türü ilkel topluluklar arasında gerçekleşen etkileşimlerin olağanüstü düzeyde karmaşık olduğu. Günümüzde, Homo sapiens ve Neandertallerin iç içe geçtiği ve Neandertal DNA’sının modern insanlarda varlığını sürdürdüğü, yaygın bir bilgi. Okyanusya ve Doğu Asya’da yaşayan insanlar, hakkında pek az şey bildiğimiz bir diğer insan atası olan Denisova topluluklarıyla da birbirine karışmıştı. Dikkat çekici biçimde, Hawks, Denisova genlerinin varlığını doğu Endonezya’da yaşayan topluluklarda devam ettirdiğini ve bu insansı akrabaların da bu adalarda yaşadığını düşündürdüğünü dile getiriyor. Bununla birlikte, şu ana dek doğu Endonezya’da yaşayan Denisovalılara ilişkin hiçbir fosil kaydına ulaşılamadı. Kayıtlarda bulunan en eski mağara sanatı örneği de 45 bin 500 yıl önce Sulawesi adasında kırmızıya boyanan bir domuz biçiminde Endonezya’da keşfedildi. Bu eser Homo sapiens eliyle yapılmış olabilir.

İnsanların ve H. floresiensis’in birbirine karıştığına ilişkin hiçbir delil mevcut değil. Bilim insanları, modern Endonezya gen haritasında, bu küçük homininle ilişkilendirilebilecek bilinmeyen bir gene rastlamadılar. Hawks, bulunan fosillerin zamanlamasının, hobbitin, modern insanlar ortaya çıkıp onu isteyerek ya da istemeyerek yok edene kadar Flores adasında mutlu bir şekilde yaşayabileceğini düşündürdüğünü dile getiriyor. “Modern insanların, bu türün soyunun tükenmesinden sorumlu olması akla yatkın görünüyor” diyor.

Yahut, belki de iki Homo türünün birbiriyle iç içe geçtiğini ispatlayacak yeni H. floresiensis fosilleri bulunmayı bekliyordur. Hawks, son on yılın, Endonezya arkeolojisi ve yerel bilim insanları ile dünyanın geri kalanı arasında kurulan uluslararası işbirlikleri açısından altın bir çağ olduğunu dile getiriyor. Daha fazla keşfin yapılacağıysa neredeyse kesin görünüyor.

Yazının orijinali Live Science sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)