Arap basınında geçen hafta: 'Yaser Arafat’ı kim neden öldürdü?'

Bu hafta mevcut Filistin yönetimine ağır suçlamalar yönelten köşe yazılarından bazıları Yaser Arafat’ın zehirlenmesi iddialarının yarattığı gündeme odaklandı.

Abone ol

11 Kasım 2004 yılında şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Yaser Arafat’ın bu yılki ölüm yıl dönümü Arap gazetelerinde geniş yer buldu. Filistinlilerin efsanevi lideri ve Ebu Ammar lakaplı Yaser Arafat’ın 18. ölüm yıldönümünde Arap medyasında en fazla gündeme gelen konu yine Arafat’ın ölümünün arkasında kimin olduğuydu.

Bu hafta mevcut Filistin yönetimine ağır suçlamalar yönelten köşe yazılarından bazıları Yaser Arafat’ın zehirlenmesi iddialarıyla ilgili araştırmaların sonuçlarının resmi bir şekilde ilan edilmemesi ve buna göre resmi bir tavrın alınmamasına odaklandı. Bazı köşe yazarları ise ‘Ebu Ammar’ sonrası Filistin yönetiminin Oslo sürecine devam etmesi ve İsrail tarafının “iki devletli çözüm” anlayışından uzaklaşmasına rağmen Mahmut Abbas yönetiminin bu konudaki ‘pasif’ yönetim anlayışını eleştirdi.

'ZEHİRLENDİĞİNE DAİR İDDİALAR'

Katar merkezli El Cezire Televizyonu 2003 yılında İsviçre’nin Adli Tıp Enstitüsünde konuyla ilgili bir rapor hazırlandığını ve raporda Arafat’ın mezarından alınan toprak numunesi ile kaburgalarında polonyom miktarının normal seviyede olmadığının yer aldığını bildirdi.

Arafat’ın zehirlenmesi iddialarıyla ilgili her ne kadar İsrail baş şüpheli konumda olduysa da, Filistin içerisinde Arafat’ın öldürülmesi için çalışan kesimler olduğu yönündeki tartışmalar da devam ediyor. Arafat’ın liderliğini yaptığı Fetih Hareketi geçmişte Dubai’de yaşayan Filistinli Muhammed Dahlan’ı suçlamıştı. Bazı çevrelere göre Muhammed Dahlan, Yaser Arafat sonrası dönem için Fetih liderliğine hazırlanan isimler arasında yer alıyordu.

'COP 27’DEN ALAA ABDEL FATTAH’A'

Bu hafta Arap dünyasını en çok meşgul eden konulardan biri de Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde düzenlenen BM İklim Değişikliği Zirvesi “Cop 27” oldu. 6 Kasım’da başlayan konferans 18 Kasım’a kadar devam edecek. Ancak iklim zirvesi, bazı katılımcıların ve aktivistlerin Mısır’da uzun süredir tutuklu bulunan Mısırlı aktivist Alaa Abdel Fattah’ı gündeme getirmesiyle bir anda Mısır’daki siyasi tutuklular ve insan hakları konusuyla daha çok gündeme gelmeye başladı.

Katar destekli El Arabi El Cedid gazetesinde yer alan bir makalede iklim değişikliği zirvesindeki gündem değişikliği şu cümleyle aktarıldı: “Zirve, Mısır rejimi ile Mısır muhalefeti arasında yurtiçinde ve yurtdışında siyasi bir çatışmanın arenası haline geldi. Bu çatışma iklim meselesinden nispeten uzak, ancak demokratik iklim meselesine oldukça çok yakındır.”

'YASER ARAFAT’I KİM VE NEDEN ÖLDÜRDÜ?'

“Gariptir ki, Ebu Ammar’ın (Yaser Arafat) ölümüyle ilgili gerek uluslararası gerekse de Filistinli araştırma komisyonları için 'Sanki delilleri görmüş de peşinden gidiyor' anlamına gelebilecek bir halk deyimi çok uygun olur. Cinayetin üzerinden 18 yıl geçmesine ve bütün kanıtlara rağmen hatta İsrail'in katil ve suçlu olduğuna dair üstü örtülü itiraflara rağmen, bu araştırma komisyonları ve özellikle de Filistinli heyetler bu konuyla ilgili resmi bir açıklama yapmaktan kaçınıyor. Hatta bundan kaçınmakla yetinmiyor, Yaser Arafat’ın ölümüyle ilgili asıl suçluya yardım eden veya buna göz yuman bir Filistinli aramaya ve kamuoyunu da bununla meşgul etmeye devam ediyor. Sanki İsrail’i bu suçtan aklamaya çalışırcasına hem de.

Evet, Ebu Ammar’ın Filistinliler arasında siyasi hasımları vardı. Ona siyasi suikast için çalışan, ona çeşitli ithamlarla saldıran, yolsuzluk vs. gibi iddiaları gündem getiren kesimler vardı. Hatta bazı Arap yönetimleri ondan hazzetmiyordu ve onun siyaseten yokluğundan yanaydı. Bu bağlamda Arap liderlerinin 2002 yılında Beyrut’taki Arap zirvesine, Yaser Arafat’ın abluka altındaki evinden uydu aracılığıyla bağlanmasına izin vermemeleri ve ablukadaki son aylarda onu aramamalarını hatırlatabiliriz. Ancak bunların hiçbiri Ebu Ammar’ı fiziki olarak öldürmeyi düşünmemişti.

Yaser Arafat’ı öldürmeyi düşünen İsrail ve o dönemki başbakanı Ariel Şaron’dur. Ve hatta bunu birçok kez denediği de itiraf edilmiştir. Ariel Şaron, Camp David 2 zirvesinin başarısız olmasından sonra Ebu Ammar’ı öldürmeyi düşündü. Bu da Ebu Ammar’ın silahlı mücadeleye geri dönmeyi düşündüğünden değil, Ebu Ammar adil bir barıştan ve Oslo süreci saçmalığına devam etmeyi istemediğinden dolayıdır. Ayrıca Ebu Ammar, ulusal birliği sağlayabilecek ve bölünme planlarının karşısında durabilecek tek kişiydi. (İbrahim Abraş / Rai Al Youm Gazetesi)

'YASER ARAFAT SONRASI FİLİSTİN YÖNETİMİ'

“Hemen hemen her yıl ve özellikle de Yaser Arafat ‘Ebu Ammar’ ın ölüm yıl dönümü (11.11.2004) yaklaştığında suikastına dair dosyalar tekrar açılmaya başlar. Hem de ona o dönemlerde yakın olanların zehrin Yaser Arafat’a nasıl ulaştığına dair tanıklıklarla beraber. Hatta kendisi de vefatından birkaç gün önce bunu idrak etmiştir.

Gerek Filistin topraklarında yaşayan gerekse de topraklarından uzaktaki Filistin halkının hepsi, Yaser Arafat’ın suikasta kurban gitmesinden faydalanacak olanların hedefini çok erken idrak etmeye başlamıştır. Bu suikastın ardında gerek İsrail olsun gerekse de liderliği hayal eden ve ABD’nin içi boş ‘siyasi çözüm’ evhamını taşıyanlar olsun.

Arafat’ın zehirlenmesiyle ilgili 18 yıllık bilmeceye dair araştırmalarda, Arafat’ın kuşatma sahnelerinden tanıklıklar, suikastın sonuçları ve hedefleri, Filistinlilerin 2004'ten bu yana yaşadıkları gerçekler... İşgali sona erdirmek için arabulucuların sıfır toplamlı çabaları da bir şeyi değiştirmedi. Tartışmaların çoğu Mahmud Abbas’ın halefinin kim olacağıyla sınırlıydı.

İşgalci taraf yönetimdeki bazı roller ve sandalye değişimleri için her seçim yaptığında bile, Filistin Sahası’nda Filistin halkının Ebu Ammar sonrası süreçte sürekli ertelenen lider seçimi hakkı konusu yine cevapsız kalıyor.

İşgalci taraf 1995 yılında İzak Rabin’in öldürülmesinden sonra her hükümet değişiminin iki devletli çözüm fikrinden kaçmak için kullandığı bir zamanda, Filistin resmi politikası ise yıllar boyunca başarısızlığı kanıtlanmış uzlaşmalara ve sabit politikalara bağlı kalmaya devam ediyor. (Naser El Sahli / El Arabi El Cedid Gazetesi)

'SİYASİ MAHKÛMLARA DEĞİL, İKLİM KRİZİNE BAKALIM'

“Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şükri, BM İklim Zirvesi 'COP27'ye katılanları, açlık grevcisi Alaa Abdel Fattah meselesine değil, iklim değişikliği ve küresel ısınma konularına odaklanmaya davet etti.

Sameh Şükri’ye göre, uluslararası sivil toplum iklim krizinin yarattığı varoluşsal zorluklara odaklanmalı zira zirvenin ana gündem başlığı olmayan konular temel konulardan uzaklaşılmasını beraberinde getirir. Sameh Şükri söz konusu konuşmasında küresel meydan okuma ve konferansın başında kabul edilen ve iklim değişikliğinden dolayı ağır kayıplara uğrayan yoksul ülkeler için tazminat konusunu gündeme getirmekle ilgili olan ilkesel anlaşmaya işaret etti. Bu da, deniz seviyesinin yükselmesiyle Nil Deltası'ndaki verimli toprakları tehdit altında olan Mısır'ı çok yakından ilgilendirmektedir.

Peki, gezegen üzerindeki çatışma bağlamında, Alaa Abdel Fattah adında açlık grevindeki bir siyasi eylemcinin kaderinin ne önemi var?

Mısır Dışişleri Bakanı’nın açıklaması, bir yandan dünya gezegeninin varoluşu ve diğer yandan bizim bir kişinin kaderiyle ilgilenmemiz arasında bir denge kurmak değil. Daha ziyade, Mısır rejiminin iklim değişikliği başlığı altında zengin ülkelerden almayı umduğu para ve ekonomik destek fikrine odaklanma arzusu ile Mısır rejimiyle Mısır vatandaşı arasındaki krizden uzaklaşma dengesidir. Sonuçta Alaa Abdel Fattah, Mısır’da on binlerce siyasi mahkûm açısından bir semboldür.

Arap rejimleri her zaman için “egemen rejimin vücut bulmuş hali olarak vatan fikrini” sahaya sürerler ve bunu kullanırlar. Diğer yandan ise vatanın her şeyden önce vatandaşlar olduğunu görmezden gelirler.” (Londra Merkezli Kuds El Arabi Gazetesi / Başyazı )