Arap basınında geçen hafta: 'Siyasette çıkarlar ilkelerden daha önemlidir'

Arap basını, Erdoğan’ın Kur'an'ın yakılmasından hemen sonra İsveç'in NATO üyeliğini onaylamasını "siyasi literatüründe ilkelere yer yok. Hedefleri için karar almakta tereddüt etmez." diye yorumladı.

Abone ol

Geçtiğimiz hafta Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta düzenlenen NATO Liderler Zirvesi, İsveç’in NATO’ya kabulü ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna Lideri Zelenski’ye  Azov taburu komutanını teslim etmesi geçtiğimiz hafta Arap basınında gündemi oldukça meşgul etti.

Özellikle de Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması ve Ukrayna’nın NATO üyeliğine destek vermesi bazı Arap yazarlar tarafından Putin’in sırtından bıçaklanması şeklinde yorumlanırken, bazı yazarlar da bunun bu şekilde değerlendirilemeyeceği görüşünde. Ancak Arap medyasındaki genel kanıya göre özellikle Türkiye-Suriye uzlaşması başta olmak üzere Rusya bazı konularda siyaset değişikliğine gidecek.

Ortadoğu Arap Dünyası’nın bir minyatürü konumundaki Lübnan’da belirsizlik devam ediyor. Ülkedeki birçok kesim dış müdahale olmadan başta cumhurbaşkanlığı meselesi olmak üzere ülkede bir çözümün mümkün görünmediğini düşünüyor. Etkili ülkeler ise şu an için Lübnan’la ilgilenmeyi pek düşünmüyor. Tabii Lübnan’daki durum İsrail’in güvenliğini etkilemediği sürece.

İç savaşın dördüncü ayına girdiği Sudan’da ise çatışmaların dozu giderek artıyor. Özellikle geçtiğimiz hafta sivillerin hedef alındığı saldırılar dünya kamuoyunda endişeyle izlendi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres ve Sudan'daki temsilcisi, Sudan'daki çekişmenin “acımasız bir iç savaş” aşamasına geçtiğini açıkladı.

Bu hafta Gazete Duvar okurları için Arap Gazetelerinden derlediğimiz bazı başlıkla şu şekilde:

'EN ÇOK KAZANÇLI ÇIKAN YİNE ERDOĞAN OLACAK'

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sopayı ortadan tutma politikasına son vermesi ve İsveç'in NATO'ya üyeliğine yeşil ışık yakması şaşırtıcı olmadı. Bu önemli gelişme için gerekli adımlar, Erdoğan’ın üçüncü dönem için cumhurbaşkanlığı koltuğunu kazandığının duyurulmasından önce atılmıştı. ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Michael McCaul, Washington'un Türkiye'nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra İsveç'in NATO üyeliğini kabul etme taahhüdünü aldığını o dönemlerde belirtmişti. Peki Erdoğan'ın izlemeye başladığı politika ve onu Washington'a yakınlaştıran anlaşma Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl etkileyecek?

Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline ilişkin Türkiye'nin tutumu, Türkiye'nin Rusya ile stratejik ve ekonomik çıkarlarını dengede tutarken, başta NATO üyesi olmak üzere Batılı ülkelerle çıkarlarını koruduğu temellere dayanıyordu.

Türkiye'nin İsveç'e yönelik son tutumu Putin'in sırtından bıçaklanması olarak değerlendirilemez. Çünkü Türkiye hiçbir zaman Rusya'nın klasik bir müttefiki olmadı ve tarih, iki ülke ilişkilerinin her zaman inişli çıkışlı olduğunu göstermektedir. Üstelik Putin, İsveç'in ve ondan önce Finlandiya'nın üyeliği konusunu en başta Washington'ın tedavüle soktuğunun ve Türkiye'nin, İsveç garantilerini ve Amerikan teşviklerini aldıktan sonra artık manevra yapacak vaktinin kalmadığının farkında.

Şimdiye kadar Kremlin, Erdoğan'ın sözünü ettiği Putin'in Ankara ziyaretini teyit eden veya ertelendiğini belirten bir yanıt vermedi. Ancak Rusya'nın Türkiye ile ilişkilerini artık yeniden şekillendirmeye başladığı açık. Özellikle İsveç’in NATO'ya üyeliği kartının Türkiye'nin elinden alınmasıyla biryandan Batı'yı diğer yandan Rusya'yı idare ettiği maskesi düştükten sonra. 

Dolayısıyla Rusya'nın Türkiye ile Suriye arasında üstlendiği arabuluculuktan elini çekmesi ve düşman ülkelerle muhatap olduğu için tüm Rus doğalgazını ruble üzerinden ödemeye zorlaması da ihtimal dışı değil. Ancak yine de bu yaşananlardan Erdoğan en büyük kazanan olarak çıkacak. Özellikle de Ukrayna savaşının kendisine Batı'yla pazarlık fırsatını vermesi ve elini güçlendirmesinden sonra.  (Fadel El Munasafa / Londra merkezli El Arab Gazetesi) 

EL Arabi El Cedid Gazetesi, İmad El Haccac

'SİYASETTE ÇIKARLAR İLKELERDEN DAHA ÖNEMLİDİR'

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ukraynalı mevkidaşı Vladimir Zelenski'yi İstanbul'da kabul etmesi, Rusya ile yapılan esir değişimi anlaşmasına aykırı olarak Nazi Azov milislerinin beş liderini teslim etmesi, Türkiye'nin ABD'ye ve önemli bir unsuru olduğu NATO'ya geri döneceğini açıkça gösterdi. Buna Türkiye cumhurbaşkanının Ukrayna'ya NATO'ya katılımını destekleme sözü vermesini ve Bayraktar Sihaları teknolojisini hediye etmesini de ekleyebiliriz. Ayrıca daha önce bazı taleplerini kabul ettirmek için bir baskı aracı olarak kullandığı Rusya'ya kısmi veya külliyen sırtını döneceğinin de göstergesi oldu. 

Erdoğan'ın Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı bir koz olarak kullandığı Rusya meselesi, Erdoğan'ın 14 Mayıs'taki seçimlerde tekrar kazanmasından sonra önemini yitirdi. Zira bunu oldukça etkili ve kendisi açısından kazandıracak başka bir dosyayla değiştir ki bu mesele İsveç'in Türkiye'nin onayıyla NATO'ya kabul edilmesiydi. 

İktidara gelmesinden bu yana Wagner liderinin isyanı ve NATO ile olan açık savaş dolayısıyla en zor günlerini yaşayan Rusya lideri Putin, Türkiyeli dostu Erdoğan tarafından ölümcül bir şekilde sırtından bıçaklandı. Aynı durum daha az tesirli olan İran'la ilişkileri açısından da geçerli. Ancak sözcüsü Peskov, bu şokun etkisini hafifletmeye çalışarak, 'İsveç'in NATO'ya kabul edilmesinin ülkesi açısından olumsuz sonuçları olacağını ve Türkiye'nin ABD'nin taleplerine boyun eğmesini anlayışla karşıladıklarını' söyledi. 

Erdoğan'ın şahsi çıkarları onun önceliklerinin başında gelir. Türkiye'nin çıkarları daha sonra gelir. Siyasi sözlüğünde ilkelere yer yok. Bu iki hedef için herhangi bir kararı almakta tereddüt etmez. Bu gerek içişlerinde gerekse de dışişlerinde olsun. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'in yakılmasından haftalar sonra İsveç'in NATO'ya kabul edilmesini onaylamasını garipsemiyoruz. Çıkarlar ilkelerden, inançlardan ve ittifaklardan önce gelir ve bu bağlamda yaklaşan sürprizler daha da büyük olacaktır. (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm Gazetesi).

'SUDAN'DA VAHŞET AŞAMASINA GEÇİLDİ'

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki çatışmalar, sivillerin kasıtlı olarak hedef alınmaya başlamasıyla yeni bir noktaya evrildi. Önceleri vatandaşların evlerine el konularak yağmalanması, bireysel saldırılar ve tecavüzler, ardından canlarına kastedilen hava saldırıları ve saatlerce süren bombardımanlara geçildi. Geçtiğimiz Pazartesi günü başkent Hartum'un batısında bulunan Um Durman bölgesi bombalandı. 22 kişinin hayatını kaybettiği ve onlarca kişinin yaralandığı bu saldırıyı bir halk pazarının 4 saat süren aralıksız bombalanması izledi. 

İlk saldırı, Sudan ordusundan bir temsilcinin, Sudan silahlı kuvvetlerinin, vatandaşların evlerini ve hastanelerini korunmaya çalışmasa "Hızlı Destek Kuvvetleri"nin isyanını hızla bitirebileceği açıklamasının ardından geldi. Ülkede hava kuvvetleri, zırhlı silahlar ve toplar hala Sudan ordusunun kontrolünde. Dolayısıyla sivillere yönelik saldırılar konusunda ithamlar daha önce Hızlı Destek Kuvvetleri'ne yönelik iken şu an Sudan ordusuna yöneltilmeye başlandı. 

Bu son gelişmeler, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres ve Sudan'daki temsilcisinin, Sudan'daki çekişmenin “acımasız bir iç savaş” aşamasına geçtiğine ilişkin açıklamalarını beraberinde getirmiş, uluslararası tepkilere de yol açmıştır. Hartum'daki ABD Büyükelçiliği de son zamanlarda yaşanan saldırıları "Sudan'daki en tehlikeli savaş saldırısı" olarak değerlendirdi. 

Son yaşananlar gösteriyor ki her iki taraf da sivillerin tehlikeli bir şekilde hedef alınması konusunda sorumludur. Ve her iki taraf da askeri olarak bir zafere ulaşmak için insanların hayatı ve oluşan enkaza rağmen diretiyor. Bu durum her iki taraf üzerinde baskı kurabilecek dış tarafların inadında da görülmektedir. (Kuds El Arabi Gazetesi / Başyazı)

'LÜBNAN İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ MESELESİNDEN İBARET'

2019 yılının 17 Ekim'inden bu yana tüm Lübnanlı taraflar, ülkede çözüme yol açacak bir dış müdahaleyi bekliyor. Bunun da nedeni, kendilerine göre krizin temelinin bölgesel ve uluslararası geçmişe sahip olduğunu düşünmeleridir. Ülkede cumhurbaşkanlığı krizinin başlamasından sonra bu durum onlara göre daha netleşmiş oldu. 

Şimdiye kadar eldeki bütün veriler, Lübnan konusunda etkili dış güçlerin çoğunluğunun Lübnan dosyasıyla ciddi anlamda ilgilenmediğini gösteriyor. Çözüme ulaşmak için gerekli çabaların bu etkili güçler tarafından yoğunlaşmaması da bunu doğruluyor. Ancak bu durumun güvenlik ve istikrarı etkileyebilecek durumda olduğu görülürse harekete geçmekten çekinilmez. Özellikle de bu güven sorunu güney cephesiyle alakalı olursa.

Bu bağlamda bilgi veren bazı önemli kaynaklar, Lübnan'da bir dış müdahale olmadan ufukta herhangi bir çözüm görünmediği söylüyor. Bu da Lübnanlı birçok tarafın ülkede uzun vadeli bir cumhurbaşkanlığı boşluğu olacağını düşünmesine neden oluyor. Ancak Fransa'nın Lübnan'ın özel elçisi Jean-Yves Le Drian yeni bir uzlaşma önerisiyle gelmezse ki görünürde mevcut durumda elinde böyle bir planı da yok. 

Lübnan'ı takip eden kaynakların okumasına göre etkili dış güçler, ülkede yakın zamanda çözümü getirecek bir süreçle ilgilenmiyor. Ancak bunun yanında içerideki durumun bir patlamaya neden olacak dereceye varmasını da istemiyor. Özellikle de bunun İsrail'in güvenliğine etki edecek olmasından dolayı. Deniz sınırlarının belirlenmesi anlaşması süreci de bunu açık bir şekilde gösterdi. Zira ABD, bu konuda bir çözüme ulaşılmasına ve bu konuda Lübnan askeri ve güvenlik güçlerinin maddi olarak desteklenmesine de büyük önem verdi." (Mahir El Hatip / Lübnan El Nashra Gazetesi)

NOT: Makaleler kısaltılarak Arapça’dan çevrilmiştir.