Anter Davasında müruru gölge

"Anter’i bu kararla ikinci kez öldürdük" dedikleri yerde dava ve mücadele devam edecek. Onların 'müruru zaman' dediği yerde Kürdler 'müruru gölge' diyor.

Abone ol

Mehmet KAYA*

Bir cismin ışığın olmayan bir alanında karanlığa yansımasıyla mesaj verilmesi sürecini ifade etmek amacıyla tiyatroda gölge oyunu terimi kullanılır. Bu nadir uygulanan bir tekniktir. Genelde seyirci karşısında canlı oynama performansıdır, tiyatro. Devletlerde de eylem ve işlemler, bu iki tür tiyatro oyunu gibidir. Yasal işlem ve eylemler, aleni ve şeffaf yapılır. Hukuk dışı işlem, eylem ve mesajlarda ise gölgeler devreye girer. Türkiye devletinin Kürdlerle tarihsel ilişkileri ve güncel realitesi gölgeler üzerine kuruludur.  Ķürdleri ilgilendiren her karar (politik, idari, hukuksal hatta ekonomik konular bile) kapalı kapılar ardında alınır; genellikle aynı gizlilikle uygulanır; belgeleri ise kozmik odalarda tutulur.  Kürdün bundan haberi olmazdı, hiçbir zaman. Ama faturayı ödetenin Ankara olduğunu da bilirdi. Ķürde gölge oyununu alışkanlık edinen devlet, ağır faturalarla Ķürde mesaj vermeye hala da devam ediyor. Bunun son örneği Musa Anter Cinayeti ve Davası oldu.

Musa Anter, yaşlı Kürd çınarı, bilgesiydi. Öldürülmesinin Kürdlerde büyük bir korku, panik ve endişe yaratacağı ve nihayetinde bu ölümün Kürdleri sindireceği düşünüldü. Gölge oyununda olduğu gibi, 90’lı yıllarda devlet Kürd coğrafyasını daha çok karanlığa boğmuştur. Devlet içine yuvalanan illegal güçlere verdiği ışıkla, güçle ve göz yummayla ölümler üzerinden mesaj veriyordu Kürdlere. Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu'nda; Ankara’daki karar vericilerin Musa Anter’in katledilmesine karar verdiğinin altı kalın çizgilerle çiziliyor. Raporda da belirtildiği gibi cinayete güç, destek ve karar veren Ankara, devlet içindeki karanlık güçleri kullanmıştı. Ama cinayet devletin arzuladığı sonuçlara yol açmadı. Devlet açısından beklenmedik şekilde ters sonuçları oldu. 

‘PLAN ANKARA’DA YAPILDI’

Davanın avukatı Selim Okçuoğlu’na göre Musa Anter, dönemin Diyarbakır Belediyesi’nin organize ettiği Kültür Festivali etkinliği bahanesiyle ikna edilerek Diyarbakır’a getirtilir. Dönemin JİTEM Ankara Gruplar Komutan Vekilliği görevini yapan Binbaşı Cem Ersever ise Ankara’da alınan kararı hayata geçirmek için yanında PKK itirafçıları Neval Boz ve Mustafa Deniz ile birlikte Diyarbakır’a gelir. Diyarbakır JİTEM mensupları ve PKK itirafçıları tarafından organize edilen bir plan dâhilinde, 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından tuzağa düşürülerek 20 Eylül 1992 yılında bir akşam karanlığında katledildi, Musa Anter. Cinayetin hem bu özeti hem de sonrasında ortaya çıkan bilgi, belge ve tanık anlatımları cinayetin işleniş şekli, amacı, failleri ve bağlantılarını ortaya koyarak gölgeleri dağıtsalar da devletin büyük gölge olan eli, davanın her aşamasında boş durmadı.

Samuel Beckett, ‘‘Godot’yu Beklerken’’ oyununda kötülerin komutanı Pozzo'nun ruhtan ve akıldan yoksun dünyasını resmeder. Anter davasında cinayetle salınmak istenen korku Pozzo’nun dünyası gibidir. İnsana ait hiçbir özellik taşımayan karar verici Ankara’nın bu dünyası, cinayeti gerçekleşmekle yetinmedi. Sonrasında suçun üstünün örtülmesi ve faillerin korunması için her an devrede olundu. Soruşturma dosyası yıllarca Diyarbakır DGM Başsavcılığı’nın tozlu raflarında hiçbir işlem yapılmadan bekletildi. Cinayetin aydınlatılmasında devletin açık isteksizliği üzerine Anter ailesi, AiHM'e başvurdu. Davada yaşam hakkını ihlal ettiği ve iç hukuk yollarının etkisiz olduğu gerekçesiyle mahkûm olan Türkiye, karar nedeniyle tozlu raflardan dosyayı indirdi ve davayı açtı.

‘SUÇ İSPATLANDI AMA DAVA BİTİRİLMEK İSTENMEDİ’

Dava açıldıktan bir süre sonra koşulları gerçekleşmediği halde dava kamuoyunun ilgisinden kaçırılmak amacıyla Ankara'ya nakledildi. Nakil işleminde de devlet muradına eremedi. Zira başta Kürdler olmak üzere insan haklarına, hukuka duyarlı kamuoyunun ilgisi hiç eksilmedi. Bu arada Abdülkadir Aygan'ın itirafları davaya yeni ivme kazandırdı. Dava da Abdülkadir Aygan tarafından belirtilen ve teşhis edilen korucu Hamit Yıldırım tutuklandı.  Aralarında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım, o dönemde JİTEM’de yüzbaşı olarak görev yapan Savaş Gevrekçi ile PKK itirafçısı olup JİTEM elamanı olarak çalışmış olan Abdülkadir Aygan, Cemil Işık, Ali Ozansoy, Mustafa Deniz hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. Devletin gizli eli bu aşamada yine devreye girdi. Ama ne yapıldıysa avukatların ve ailenin mücadele azmi kırılmadı.

Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledilen davada birçok kurum ve kuruluşa yazılar yazıldı. Çok sayıda kişi tanık olarak dinlendi. Tanık olarak dinlenenler arasında Susurluk Raporu'nu hazırlayan Kutlu Savaş, MİT eski daire başkanı Mehmet Eymür, dönemin OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan, eski Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar ve Zeki Çatalkaya, eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin de vardı. 'Diyarbakır JİTEM Ana Davası' ve Dersim’de kaçırılıp katledilen Ayten Öztürk’ün öldürülmesine ilişkin dava Anter Davası ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle birleştirildi. Bu arada davada beş yıllık tutukluğu biten Korucu Hamit Yıldırım serbest bırakıldı. İsveç’te yaşayan Abdülkadir Aygan’ın ifadesinin alınmaması nedeniyle dava tıkandı ve yıllarca bu ifade için bekletildi. Dosyadaki bilgi, belge ve deliller cezalandırma için her türlü şüpheden uzak, yeterli ve inandırıcı olduğu halde bir karar verilmede isteksiz davranıldı.

Her türlü isteksizlik ve engellemeye rağmen dava; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden yola çıkılarak değerlendirildiğinde, cinayetin kim ya da kimler tarafında nasıl, ne şekilde, hangi amaçla işlendiği her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı delillerle ispatlandı. Av. Selim Okçuğlu’nun ifadesiyle ‘‘Musa Anter cinayeti kanıtlanmış olan bir suç ve yargılanmasının bitirilmekten kaçınılmış"tır. Faillerin belirlendiği, suçun delillerle ispatlandığı koşulların ortaya çıkmasıyla birlikte zamanaşımı müessesesine sarıldılar. Dava bilinçli olarak kaplumbağa hızıyla işleme alındı. Suç neden ama?...

SUÇÜSTÜ YAKALANINCA HİLE VE KURNAZLIĞA BAŞVURDULAR

Devletler hukuk dışı eylem ve işlemlerinde (Anter davasında görüldüğü gibi) kimi zaman yakayı ele verir. Bu tür hallerde ne mi yaparlar? Oyalama ve engelleme faaliyetleri ile zamana oynarlar. Öyle bir oynama hali ki zamana oynamanın en iyi oyuncusudur, devlet. Yeni neslin zamanaşımı olarak bildiği bu zamana oynamaya, eskiler müruru zaman derlerdi. Zamanın sonu anlamına gelen müruru zaman daha doğru kavram sanki. Çünkü devletin hukuksuzluğundan doğan bir sonucu aşmak, unutmak mümkün değil. Elbette hukuksuzluk sona erdirilip adil bir karar verilebileceği gibi hukuksuzluk mahkeme eliyle de sürdürülüp dava bir şekilde neticesiz bırakılabilir. Özcesi ya devlet gereğini yaparak hukuksuzluğu sonlandırır ve vatandaşıyla bağını güçlendirir ya da gereğini yapmaz yurttaşıyla bağının temeline dinamit koyar. Türkiye devleti, Kürdlere karşı işlenen suçlar da hep zamanın sonuna oynadı ve Anter davasında göründüğü gibi oynamaya devam ediyor. Kürdlerle bağlar mı? Hiçbir dönemde olmadığı kadar bugünlerde zayıf…

Devlet, suçta zamanın sonuna gelse de yurttaşlar (Kürdler) sona gelmeyi kabul etmiyor, suçun gerçekleştiği yerde durarak hesap sormaya devam ediyor. Bu nedenle müruru zaman karşıtlarının görüşlerinin haklılığı bir kez daha görülüyor. Beccaria, suçların ağır ve ağır olmayan olarak ikiye ayrılmasını, ağır suçların zamanaşımına uğramaması gerektiğini savunmuştur. Bentham’a göre bu müessesenin varlığıyla kötülerle anlaşma yapılmış olunuyor. Bu anlaşmayla faile ödül veriliyor adeta. Pozitivistler ise iki gerekçeyle karşı çıkıyor zamanaşımına. Birincisi suçluyu kurnazlığa ve hileye ittiği için, ikincisi deliller yönünden. Bütün karşıt görüşler haklı olarak, “zamanaşımıyla bir suçu cezasız bıraksanız bile fiilin ahlaka ve hukuka aykırılığı bakidir" demektedir.

Bu görüşler ışığında Kürdlere karşı devlet eliyle, devlet gücüne dayanarak ya da devletin göz yumması suretiyle işlenen suçlara baktığımızda tümü ağır niteliktedir. Anter davasında olduğu gibi devlet, bu müessesin varlığını kötüye kullanarak suçları cezasız bırakmak için her türlü hileye başvuruyor ve böylece bu suçlarda müesseseyi çok etkin kullanıyor ve kendisi açısından işlevsel hale getiriyor. Ancak devlet her ne kadar bu yola tevessül ediyorsa da bu eylemlerin ahlaka ve hukuka aykırılığı baki, insanlığa karşı suç olduğu gerçeğini değiştiremiyor. En önemlisi bu suçlar, failleri, yardım edenleri, işleniş ve nihayetinde amacı Kürdlerde hep canlı ve ilk haliyle duruyor. Bu canlı hafızanın bir örneği de Musa Anter cinayeti ve davasıdır. Devlet dosyadaki cezalandırma ve cinayeti aydınlatmada somut koşullara rağmen davayı neticelendirmemiş ve müruru zamana uğratmıştır.

Oysa dosyada cezalandırma için her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı deliller olduğundan tefrik müessesine uzun yıllar önce başvurarak karar verebilirdi. Ya da mutlaka Abdülkadir Aygan’ın ifadesini alarak sonuca ulaşmak istiyorduysa tutuklamama garantisi vererek maddi gerçeğe ulaşmanın asıl amaç olduğunu gösterirdi. Görüldüğü üzere usul yasasında maddi gerçeğe ulaşma ve dosyanın sürüncemede kalmaması amacına dönük birden fazla müessese var. Ve mahkeme bu müesseselere başvurmadı, zira amaç maddi gerçeğe ulaşmak değil, davayı sonuçsuz bırakmaktı. Davayla ilgili umudun tükenmemesi için Anter ailesinin avukatları olağanüstü çabalar harcadı. Mahkemeye usul yasasını bıkmadan usanmadan anlattılar. Sözleşmelere dikkat çektiler. Ve son olarak davanın insanlığa karşı suç olduğunun, zamanaşımına uğratılamayacağının altını çizdiler. İşte mahkeme duvarı kavramı tam da bu davada bir kez daha net görüldü. Mahkemenin kulağına tıkaç takılıydı adeta.

BUGÜN OLMADI AMA BİR GÜN MUTLAKA

Ve mahkeme beklenen sonla Ankara’nın isteğini yerine getirdi, çok önce karar verdiği zamanaşımını açıkladı. Tam da ‘‘Anter’i bu kararla ikinci kez öldürdük’’ dedikleri yerde dava ve mücadele devam edecek. Yazıya başlarken müruru gölge demiştim. Yani gölgenin sonu. Dava üzerinde yapabilecekleri her türlü gölgeyi yaptılar.  Onların müruru zaman dediği yerde Kürdler müruru gölge diyor. Artık gizli ellerin yaptığı işlerin hukuksuzluğunun ortaya çıkması halinde gizli ellerin gölgesi dijital çağ öncesi kadar etkili ve işlevsel değil. Kapalı kapılar ardında verilen her karar ve devreye giren gölgeler daha ilk adımda yakalanıyor. Anter dosyasında da Kutlu Savaş’ın ‘Susurluk Raporu’’ndaki anlatımla insanlığa karşı olduğu kabul edilen bu cinayetteki son hile ve kurnazlık hemencecik anlaşıldı. Suç insanlığa karşı işlendiği için zamanaşımına uğramayacağı belirtilerek yargısal yollara müracaat edilecek. Daha önce olduğu gibi bir kez daha iç hukukun işlevsizliği ve etkisiz oluşu anlaşıldığı, tespit edildiğinde dosya yeniden uluslararası mahkemelere taşınacak ve bir kez daha mahkûmiyet talep edilecek.

Sonuç olarak Ape Musa tam öldü dediğiniz yerde kalkıyor, Kürdlere hala yaşatılan ölümler için “ ey xude edi bese lo” demeye devam ediyor ve zamanaşımı oyununda iradesi, gölgesi olan Ankara’ya da ‘‘suçlu ayağa kalk’’ sözleriyle ithamda bulunuyor. Bu kez iddia makamında Ape Musa var, en genç haliyle… Bilindiği üzere Ape Musa hukuk fakültesi mezunuydu. Gazetecilik kalemini nasıl ki özgür basına devretti, hukukçu kimliğini de özgür Kürd hukukçularına devretti. İşte bu genç hukukçu Ape Musalar bu cinayetin insanlığa karşı suç olduğu kararı verilinceye davayı takip edecekler. Şimdilik (bugün)olmadı ama bir gün mutlaka…

*Avukat – Diyarbakır Barosu