Ankara KKTC'yi ilhak eder mi?

Türkiye için KKTC ile ilgili son alternatif ilhak. "Yok canım, daha neler denilebilir" ama Erdoğan’ın önünde en yakın dostu Putin’in Kırım’ı ilhak örneği var. Yaparsa sonuçlarını kestirmek zor, ama yapar mı yapar! 

Musa Özuğurlu yazar@gazeteduvar.com.tr

Gelecekte ihtilaf hatta çatışma sahnesi olacağı düşünülen Doğu Akdeniz’de baş döndürücü hızda yaşanan gelişmeler doğrultusunda KKTC’ye daha yakından bakmak gerekiyor. KKTC’de 4’lü koalisyon bozuldu ve yerine kurulan Ulusal Birlik Partisi (UBP) ile Halkın Partisi (HP) koalisyon hükümeti güvenoyu aldı. Normal zamanlarda böyle bir gelişme sıradan bir siyasi olay olarak değerlendirilebilirdi ancak bölgede yaşananlara bakılırsa koalisyonun dağılması ve yeni hükümetin kurulması, Erdoğan’ın müdahil olduğu bir sürecin sonucuymuş gibi duruyor. Özet ile Erdoğan KKTC’ye doğrudan müdahale ederek ve ekonomik yaptırım uygulayarak önceki koalisyonun dağılmasını sağladı ve Doğu Akdeniz’de “Ankara ile uyumlu çalışacağını düşündüğü isimleri” iş başına getirdi. Konuyu biraz geniş çerçeveden KKTC özeline inerek açmaya çalışalım.

Kabaca Antalya’dan güneye, Mısır–İskenderiye’ye doğru düz bir çizgi çekecek olursak kare benzeri bir bölge ortaya çıkıyor. Bölge, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Yunanistan (adaları) tarafından çevrelenmiş. Ortasına yakın bir yerde ise Kıbrıs adası yer alıyor.

Suriye, Lübnan, Filistin münhasır ekonomik bölgelerini (MEB) ve şimdilik bir kenarda tutalım. İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bu alanı aralarında paylaşmışlar. Öyle ki bu üç ülkenin MEB’lerinin kesiştiği yerde üçünün de gaz keşfettikleri alanlar var. İsrail Leviathan ve Tamar, GKRY Afrodit ve Mısır Zohr alanlarında gaz keşfetmiş durumda.

Türkiye GKRY’nin Mısır ile çizdiği MEB çizgisi ve buna dayanan paylaşım anlaşmasını kabul etmiyor. Ama bu mesele “uzak” sayılır. Türkiye açısından asıl mesele Kıbrıs Adası etrafında dönüyor.

GKRY uzun bir dönem önce kendi MEB’ini ilan etti ve bu bölgede gaz aramalarına uluslararası firmalar ile işbirliği yaparak devam ediyor. Türkiye ise GKRY’nin saptadığı MEB’nin kendi (KKTC) MEB’si ile çakıştığını ve Rumların bu bölgede tek başlarına araştırma yapmalarının 'uluslararası hukukun ihlali' olduğunu savunuyor.

Türkiye’nin dayanağı KKTC’nin kendisine verdiği yetki. Rumlar tek taraflı olarak bazı şirketlere arama lisansı verince KKTC de TPAO’ya lisans verdi ve ihtilaflı alanlarda iki taraf da aramalara başladı. Bu alanların başında adanın güney doğusuna düşen 9. parsel geliyor.

Türkiye ve KKTC 9 numaralı parsel de dahil bu alanlarda arama faaliyetlerine devam edeceklerini, bunun engellenmeye çalışılması durumunda haklarını sonuna kadar koruyacaklarını vurguluyor. Nitekim halen aynı bölgede araştırma yapan Barbaros gemisi (ve adanın kuzey batısında bulunan Fatih gemisi) Türk donanması tarafından korunuyor.

Yukarıda kabaca tarif ettiğimiz kare benzeri bölgede Kıbrıs adası olmasaydı muhtemelen MEB sorunu yaşanmayacaktı. Çünkü MEB 200 deniz miline kadar uzanabiliyor. Türkiye açısından bu bir yana ve daha önemlisi, KKTC “ayrı bir devlet olarak” TPAO’ya ruhsat verince kendi MEB’sini ilan etmiş oluyor.

Ancak burada KKTC ve Türkiye açısından “küçük” bir sorun var. KKTC sadece Türkiye tarafından tanınıyor. Buna karşılık (Türkiye ve KKTC kabul etmeseler de) GKRY, “Ada’nın tümünü kapsayan tek devlet olarak” tanınıyor.

Rum tarafına göre bu durum MEB ilanında tek belirleyicinin kendileri olmasına da meşru dayanak oluşturuyor. Konu BM sözleşmeleri, MEB’lerin saptanması, ana kara ve adalar ve bunların yakın olmaları (alanlarının çakışması) gibi durumlar açısından tam bir düğüm ve ihtilaf kaynağı.

Ancak Rum tarafına göre MEB saptaması ve bu alanlarda yapılacak faaliyetler ile ilgili uluslararası kararlar ve tarifler kendilerine tartışmaya yer bırakmayacak şekilde haklar veriyor.

Rum tarafının AB temsilcilerine yaptığı sunumda da bu açıkça görülüyor.*

Rum tarafı AB elçilerine sunumda kendi MEB’sinden önce Avrupa Birliği’nin MEB sınırlarına vurgu yapıyor. Bu sınır Rum tarafı AB üyesi olduğu ve GKRY tüm Ada’yı temsil ettiği için doğal olarak Rum tarafının saptadığı alanı da kapsıyor. Böylece Rum tarafı AB’ye “Türkiye sizin de alanınızı ihlal ediyor” tezini işliyor.

Rum tarafının İsrail, İtalya, ABD, Mısır ile taşıma ya da arama–çıkarma faaliyetleri için devlet ya da şirket düzeyinde yaptıkları anlaşmaların hepsi bu tarife göre yapılıyor. Türkiye ise bu anlaşmaların hiç birisini kabul etmiyor.

Türkiye’nin bu ihtilafı hukuki açıdan bitirmesi imkansız. Dolayısıyla “hukuk dışı” yollar da gündeme gelebilir. Şimdi gelelim Erdoğan’ın bu ihtilafı sona erdirmek ve hukuki bir sonucu alabilmek için önünde bulunan ve her biri diğerinden daha zor, neredeyse imkansız ve çok tehlikeli alternatif çıkış yollarına.

Erdoğan “gerçekçi olup imkansızı ister mi” bilemeyiz ama Türkiye’nin bu ihtilaflı durumu sona erdirmesinin birkaç yolu var:

1) Anılan bölgeler için uluslararası şirketler ile anlaşarak ortak olmak istediği kaynaklara küresel oyuncuları ortak etmek,

2) Savaşı göze almak,

3)  KKTC’nin federal çözümden tamamen vazgeçip gemileri yakması ve yoluna ayrı devlet olarak devam edeceğini ilan etmesi,

4) KKTC’nin Türkiye’ye ilhak edilmesi ve Türkiye toprağı haline gelmesi.

Birinci alternatif en mümkün olan gibi duruyor. Ancak Erdoğan’ın son dönemde nükleer santral ve S-400 alımı gibi adımlarla daha da yaklaştığı, Doğu Akdeniz’deki alternatif gaz yataklarını kendi ekonomisine ve dolayısıyla varlığına yönelik büyük darbe olarak gören Rusya dururken böyle bir adım atması ne kadar mümkün?

İkinci alternatif ise sadece Erdoğan’ın elinde olan bir durum değil ama savaş çıkarsa sonucu kestirebilmek mümkün değil. Herkes için tam bir macera. Zafer de getirebilir hezimet de.

Üçüncü alternatif zaten pratikte mevcut. Ama burada da hukuki sorunlar aynen devam edecek çünkü gaz sahalarının hemen hepsi Ada’nın güneyinde yer alıyor, dolayısıyla bu alternatif KKTC’ye meşru zemin sunmayacak. Diğer yandan böyle bir adımın siyasi sonucu ise KKTC’nin belki de sonsuza dek Avrupa rüyasının bitmesi anlamına gelecek. KKTC yöneticilerinin bu durumu kendi vatandaşlarına anlatmakta zorlanacakları açık.

Son alternatif ise ilhak. "Yok canım, daha neler denilebilir" ama Erdoğan’ın önünde en yakın dostu Putin’in Kırım’ı ilhak örneği var. Yaparsa sonuçlarını kestirmek zor, ama yapar mı yapar!

Şimdi gelelim girizgahta konu ettiğimiz KKTC’deki hükümet değişikliğine. Kuzey Kıbrıs’ta yaşanan enflasyonun sorumlusunun Ankara olduğunu savunan KKTC’nin eski başbakanlarından Ferdi Sabit Soyer Ankara hükümetinin TL’nin değer kaybetmesi sonucu oluşan enflasyona rağmen KKTC’ye yaptığı mali yardımı azalttığını söylüyor.**

Soyer’in iddiasına göre enflasyon 2017’de yüzde 10 iken Türkiye’den giden yarımın miktarı 960 milyon TL yardım gitmiş. Bu miktar yüzde 30 enflasyona rağmen 2018’de sadece 480 milyon TL olmuş. Soyer bunun sebebinin eski koalisyonu zor durumda bırakmak amacıyla “düğmeye basılması” olduğunu iddia ediyor. Türkçesi: Ankara KKTC’ye ekonomik ambargo uyguladı.

Nitekim eski koalisyonun maliye bakanı Serdar Denktaş’ın istifası bu durumu doğruluyor.

Peki Erdoğan neden böyle bir hamle yaptı? Erdoğan eski koalisyonun kendisi ile tam uyum içinde çalışmadığını düşünüyordu. Önündeki alternatifler için kendisine tam uyum sağlayacak isimlere ihtiyacı vardı. Yeni gelen hükümetin ise “Ankara ile tam uyumlu bir hükümet olduğu” yorumları yapılıyor.

Ferdi Sabit Soyer hükümet kurulmadan önce Türk büyükelçiliğini ziyaret eden Başbakan Ersin Tatar ile ilgili olarak şunları söylüyor: Ersin Tatar “elçiliğe kabineyi konuşmaya değil kahve içmeye gittim” diyor. Bunu düzeltirken de kırdığı pot çok mühim. “Listeyi konuşmadım, Türkiye’den bize ne yardım gelecek onu konuştum” diyor. Yani pazarlık mı ettin?

Soyer’in ağır biçimde eleştirdiği Tatar’ın ilk durağı ise dışişleri bakanı ile birlikte İstanbul oluyor. Tatar burada Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşüyor. KKTC Yeni Düzen gazetesi ziyareti “Türkiye’ye çağrıldılar” başlığı ile veriyor. Dışişleri Bakanı Kudret Özersay ve Başbakan Ersin Tatar’ın ilk demeçleri ise gelecek için işaretler barındırıyor.

Tatar “Türk ordusu Ada’dan çekilirse çatışma çıkar, Türkiye’den kopmak istemiyoruz, AB istedi diye Rumlara boyun eğmeyeceğiz” ifadelerini kullanıyor. Özersay ise “federasyon çözüm değil iki devlet olmalı” diyor.

KKTC ve Kıbrıs Adası etrafında baş döndürücü iç ve dış gelişmeler yaşanıyor. AB’nin, Türkiye, GKRY, KKTC, Yunanistan, Rusya, ABD, İsrail, Fransa, İtalya gibi ülkelerin ve uluslararası tekellerin taraf olduğu bu gelişmeler bakalım nereye doğru gider bilmek mümkün değil. Ama ortalık kızışırsa 74 savaşı gibi “naif” değil çok daha kapsamlı ve “kemikkıran” bir savaş görebiliriz.

*http://www.cna.org.cy/pdf/ant/201905311612.pdf

**http://www.yeniduzen.com/bu- hukumet-olu-dogmustur-115646h. htm

Tüm yazılarını göster