Ankara için Barada Nehrinde yıkanma vakti

Batı Erdoğan’ı, Erdoğan Batı’yı terk etti. Bundan sonrasını Moskova ve Tahran'ın sorunu değil ama Erdoğan’a yardımcı olurlar herhalde!

Musa Özuğurlu yazar@gazeteduvar.com.tr

Moskova deklarasyonu Hıristiyan Rusya ile Şii İran’ın Erdoğan’a Noel hediyesidir.

Erdoğan içeride zor günler yaşadığı bir dönemde komşularının kendisine gösterdiği anlayışa müteşekkir olmalı.

Ahmet Davutoğlu kim bilir neler düşünüyordur şimdi.

Kolay değil. Washington’ın 1949’dan beri fethetmeye çalıştığı Suriye’ye yönelik yeni seferine “eski ihtişamlı günlere dönüş” umuduyla küçük ortak olarak katılmıştı ancak yolun sonunun Moskova olacağını hesaplayamadı.

Siz bakmayın “Rusya’nın Suriye’yi koruduğu” iddialarına. Tam tersi küresel dengelerin yeniden kurulmasını sağlayan, Suriye krizidir. Eğer Suriye direnemeseydi Rusya dengeleri sağlamak bir yana çok zor günler geçireceği bir sürece girecekti.

Davutoğlu ve Erdoğan Suriye’ye açılan savaşta yer alarak Rusya’nın tekrar sahneye çıkmasına istemeden de olsa katkıda bulunmuş oldular. Putin’in özellikle 15 Temmuz’dan bu yana içeride de büyük zorluklar yaşayan Erdoğan’a serum vermeye devam etmesi boşuna değil.

Rusya’nın, sonunda Ankara’ya akılcı yolu göstermeyi başardığı süreç içinde birçok etken var elbette.

Erdoğan ABD ve Batı ile yaşadığı sorunlar 15 Temmuz sonrası somutlaşıp içeride de başkanlık ve Kürt sorunu nedeniyle zor günler geçirirken ve daha önce rahat bir şekilde taşıdığı karpuzları tek tek kırmaya başladı.

Bu karpuzların en büyüğü Suriye. İçeride yaşadığı Kürt sorunu da, ekonomideki çalkalanma da doğrudan ve/veya dolaylı olarak Suriye ile ilgili.

Putin’in Erdoğan’a (elbette karşılıksız olmayan) "jesti" tam da burada ortaya çıkıyor. Uçak düşürme hadisesinden sonra Putin Erdoğan’ı kör kuyularda merdivensiz bırakabilirdi, bunu hissettirdi de.

Ancak Suriye’de Ukrayna’da yaptığını (en azından Türkiye için) yapmadı ve takım arkadaşı İran ile birlikte duruma göre pozisyon yaratarak Türkiye’yi Moskova’ya kadar getirdi.

Tahterevalli dengesini de eklemek, Batı’nın diğer konuların yanısıra Suriye konusunda da Erdoğan’ı terk etmesinin etkisini de unutmamak lazım.

Gelinen noktada Türkiye artık Rusya ve İran ile birlikte Suriye’de barışın yeniden tesisi için çalışacak. Yolun sonu görünüyor ancak ilerleme sağlanabilmesi için büyük taşların temizlenmesi gerekiyor.

Moskova Deklarasyonu olarak anılan mutabakatın maddelerinde aslında yeni bir şey yok. Zaten mesele de kağıt üstünde değildi. Nitekim mutabakat metninde BMGK’nın 2254 sayılı kararına atıf yapılması bunun göstergesi.

18 Aralık 2015 tarihli karar Suriye yönetiminin kriz boyunca önerdiği ilkeler üzerine kurulu. Rusya Viyana toplantılarından bu yana uluslararası alanda bu ilkelerin sözcülüğünü yapıyordu.

Moskova deklarasyonunun ilk maddesi "çok dinli, mezhepçi olmayan Suriye Arap Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve bağımsızlığına" vurgu yapıyor.

Bu maddede yer alan Suriye ARAP Cumhuriyeti vurgusu Kürtlerin kriz sürecinde zaman zaman gündeme getirdikleri itiraza işaret ediyor. Kürtler Ulusal Konseyi ve Koalisyon içinde yapılan görüşmelerde devletin adının “Suriye Arap Cumhuriyeti” değil, "Suriye Cumhuriyeti" olması gerektiğini savunmuşlardı. Bu maddedeki Arap vurgusunun Ankara’nın da isteği olduğu ortada. Diğer yandan Şam zaten bu ismi kullanmayı sürdürecekti.

Maddedeki “mezhepçi olmayan” vurgusu yine muhtemelen Ankara’nın isteği. Burada amaç "Suriye’de Sünniler de vardır" vurgusu yapmak. Suriye’de mezhepçi bir yönetim yok ama bu, Ankara’nın iddiasıydı.

Suriye’nin toprak bütünlüğüne yapılan atıf ise yine Kürtler ile ilgili ve federasyon da dahil olmak üzere Kürt girişimini engellemeye yönelik.

Özet olarak birinci madde Türkiye’nin kaygılarını gidermeye yönelik bir madde gibi duruyor.

İkinci madde BMGK’nın 2254 no’lu kararının çözümde esas olarak alınmasını öngörüyor. Burada da yeni bir şey yok. Deklarasyon (diğer maddeler ile birlikte) Şam, Moskova ve Tahran’ın en baştan bu yana savundukları bu çerçevedeki çözüm önerisinin teyidi.

Şam Suriye’de reformların yapılması, yeni anayasanın hazırlanması ve uluslararası gözlemcilerin denetiminde şeffaf seçimlerin yapılmasına hiçbir zaman için karşı çıkmadı, üstelik bunu defalarca önerdi. Ancak öneride Batı için sorun seçimlere Esad’ın katılacak olmasıydı. Esad Suriye içinde popülaritesini kaybetmek bir yana kriz sonrası daha da arttırdı. Eğer seçimler yapılsaydı Batı’nın “halk Esad’a karşı savaşıyor” propagandasının doğru olmadığı ortaya çıkmakla kalmayacak Esad yerini daha da sağlamlaştıracaktı. Bu arada Esad reformları yaptı, yeni anayasa için referanduma gidildi, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri de yapıldı. Ancak bu seçimler Batı ve Türkiye tarafından meşru sayılmıyordu. Bu madde ile birlikte değişen “Esad’ın kazanacağı seçimlerin bu kez uluslararası murakebe altında olacak olması.”

Diğer yandan bu maddede sadece seçimlerin yapılacak olmasına değinilmesi ancak Esad’ın seçimlere katılıp katılmaması konusuna değinilmemesi Ankara’nın Esad’ı kabullenmeye hazırlandığının göstergesi.

Deklarasyondaki diğer maddeler Suriye’de ateşkesin sağlanması, El Nusra ve IŞİD gibi örgütlerin “ateşkes” kapsamına alınmaması ve bu örgütler ile diğer silahlı muhaliflerin ayrılmasını öngörüyor.

Bu maddelere de özet olarak bakılacak olursa pratikte çok şeyin değişmeyeceği görülür.

El Nusra ve IŞİD Suriye ordusunun çatıştığı iki ana güç ve bu iki örgütün etkin olduğu yerler çıkartılırsa zaten geriye neredeyse ateşkes yapılacak yer kalmıyor gibi.

El Nusra (Feth El Şam) Halep kuzey kırsalında şu sıralarda Fırat Kalkanı Harekatı’nın sürdüğü bölgede, İdlib ve kırsalında ve Lazkiye kuzey kırsalı ile güneyde Dera merkez ve kırsalı ile Kuneytra kırsalında etkin.

IŞİD ise Halep kuzey kırsalından (El Bab’tan) başlayan ve güney batıya uzanarak Rakka ve kırsalı ile Deyrezzor ve Irak sınırındaki El Bu Kemal ilçesini kapsayan bölgede Humus batı kırsalına (Palmyra) kadar etkin. Ürdün – İsrail –Suriye sınırlarının birleştiği yerde de küçük bir varlığı bulunuyor.

Yani bu iki örgüt çatışmaların sürdüğü bölgelerin büyük bölümünde bulunuyor. Bu da pratikte ateşkesin olmayacağını gösteriyor.

Dikkat edilmesi gereken ikinci nokta şu: El Nusra etkin olduğu yerlerde yalnız değil. Ahraruşşam gibi Türkiye’nin de desteğini aldığı öne sürülen örgüter ile birçok yerde işbirliği halinde. Örneğin Halep ve İdlib kırsallarındaki Fetih ordusu. El Nusra’nın ateşkese dahil edilmeyip savaşılacak örgütler arasında sayılması bu ittifaklar içinde çatlaklar ve çatışmalara, yeni birleşemelere, ayrışmalara neden olacaktır. Bu da işin bir başka yönü. Diğer yandan El Nusra Türkiye tarafından ihanete uğradığı hissi ile hareket edecektir ki Karlov suikastının (doğrulanmamış olsa da) üstlenilmesi bunun göstergesi. Yani Türkiye artık (IŞİD’ten sonra) El Nusra’nın da hedefinde.

Suriye’de ateşekese katılacak olan yerler ise Hama ile Humus arasındaki Rastan, Telbise gibi yerler olarak duruyor şimdilik. Şam kırsalında da bazı örgütler ateşkese katılabilir. Sonuçta ateşkes maddeleri de pratikte durumu çok değiştirmeyecek.

Deklarasyonu imzalayan üçlü arasında El Nusra ve IŞİD gibi örgütler dışında kalacaklar ile ile ilgili sorun yaşanabilir. Çünkü Türkiye Suriye’deki etkisini bu örgütler vasıtası ile sağlıyor. Rusya, İran ve Suriye için ise “eline silah alan” her örgüt terörist.

Öyle tanımlamaktan vazegeçseler bile, uzun soluklu düşünen bu üç ülke bu örgütleri silah bırakmaları karşılığında (görünüşte) siyasi sürece katsalar dahi zaman içinde eritecektir. Bu da Türkiye’nin bu örgütlerin kaçınılmaz sonlarını kabul ettiği anlamına gelir.

Diğer yandan kısa vadede Türkiye’ye El Bab jesti yapılacak gibi görünüyor. El Bab Erdoğan’ın “onurlu çıkışı için” kullanılacak.

Yakında “El Bab zaferinden sonra Suriye’de IŞİD ve YPG’ye karşı yürütülen görev sona ermiştir, birliklerimiz ülkelerine dönecektir” açıklaması yapilabilir.

Bu mutabakat bölge ülkelerinin mutabakatı. Peki Batı ne düşünüyor? Herhangi bir tepki yok şu ana kadar. ABD başkanlık hengamesi içinde, bu anlaşılabilir. Ama ya Avrupa? Sessizlik ürkütücü olarak yorumlanabilir mi?

(Suriye özelinde) Batı Erdoğan’ı, Erdoğan Batı’yı terk etti. Bundan sonrasını Moskova ve Tahran'ın sorunu değil ama Erdoğan’a yardımcı olurlar herhalde!

Anlatıya göre Adem'in balçığından yaratıldığı Barada Nehri Şam'ın tam ortasından geçer. Naaman, Suriye'yi fethetmek için gönderilen ordunun komutanıdır. Naaman lepra hastasıdır. Tevrat'ın krallar kitabına göre iyileşmesi için Ürdün'de bir ırmakta yedi kez yıkanması önerilir. Ancak o, öfke ile "Neden? Şam'ın Avana (Barada) ve Farpar ırmakları İsrail'in bütün ırmaklarından daha iyi değil mi? Oralarda yıkanıp paklanamaz mıyım sanki" cevabını verir.

Şimdi Ankara için Barada'da yıkanıp paklanma vakti.

Tüm yazılarını göster