Amerika’nın üzerinde sosyalizmin hayaleti dolaşıyor (mu?)

ABD’de sağ çevreler, bazı düşünce kuruluşları şimdiden yükselen sol tehlikeye karşı alarm vermek gerektiğini seslendirmeye başladılar. Özellikle Trump konuşmalarında sosyalizm tehlikesine dikkat çekmeye başladı.

İlhan Uzgel iuzgel@gazeteduvar.com.tr

Geçen yazıda ABD’de yükselişe geçen sol akımın daha çok tarihsel arka planına bakıp, bu yazı için bir zemin hazırlamaya çalışmıştım. ABD’de solun yükselmesi, bu ülkenin küresel sistem içindeki yeri göz önüne alındığında, küresel bir dönüşümün tetikleyicisi olabileceğinden daha farklı bir anlam taşıyor. Bu yazıda ABD’de, Amerikan Demokratik Sosyalistleri (DSA) hareketi etrafında ve başını Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio-Cortez çektiği, daha çok genç kuşakta karşılık bulan “sosyalizmin yükselişi” olgusunun içeriğini ve bunun ABD ve sol açısından ne anlama geldiğini tartışacağım.

BİRİKEN GERİLİM VE ÇIKIŞ ARAYIŞI

ABD kurulu düzeni 1930’lar ve en son 1950’lerin başındaki hamleleriyle solu bir daha gün yüzüne çıkmayacak şekilde gömdü ve sosyalizm kirli bir kelime haline getirildi. Ne var ki, Amerikan halkının yaşam koşullarında 1970’lerin sonundan itibaren belirgin bir iyileşme görülemezken, buna başka sıkıntılar da eklenmeye başlandı. Sermayenin toplum üzerindeki gücünden, hayatın her alanını kuşatan baskıcı, bireye siyasal olarak özgürmüş hissi veren ama iş kaybetme, daha zor çalışma koşullarına zorlama, borcunu ödeyememe endişesi ve tedirginliği içinde bırakan bu sistem sonuçta çalışan kesimleri ve gençleri bunalttı, sınıf gerilimlerini tırmandırmaya başladı.

Bazı hesaplamalara göre şu anda Amerikan işçi sınıfının alım gücü 1973’tekinin altına indi. 2008 krizi özellikle orta sınıfları vurdu ve onların da gelirlerinde son 10 yıldır bir düzelme yaşanmadı. Bu sorunların farkında olan Obama’nın “değişim” sloganı kitlelere cazip geldiyse de iki dönemlik başkanlık süresince kendi adıyla anılan yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti dışında, refah artışı, gelir dağılımı gibi alanlarda bir dönüşüm yaşanmadı ve hayal kırıklığı yarattı. ABD halkının bir kısmı, bu kez farklı bir değişim arayışıyla, sağa savrularak Trump’ı denemek istedi.

Bütün bunlara gelir dağılımının giderek bozulması, zenginliğin çok sınırlı ellerde toplandığı bilgisinin sosyal medya yoluyla daha geniş kitlelere ulaşması gibi etkenler eklendi ve yüzde 1 hareketi, Wall Street’i işgal et gibi toplumsal eylemlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Ayrıca, son birkaç yıldır ABD tarihinde neredeyse 50 yıldır görülmediği kadar çok grev yaşanmaya başladı. Trump bu gerilimi, dikkatleri göçmen sorununa ve Müslüman karşıtlığına çekerek kullanmaya çalıştı. Fakat bir yandan alttan alta, uzun süredir unutulmuş, adı anılmayan sosyalizm fikri 2010’lar yani krizden itibaren yayılmaya başladı.

SOSYALİZMİ BİLMEYEN MİLLENİUM GENÇLİĞİ

Bütün kamuoyu yoklamaları 2000’lerde doğan kuşak arasında sosyalizm fikrinin giderek daha fazla talep gördüğünü gösteriyor. Örneğin, 2014’te yapılan bir yoklamada 18-24 arasında sosyalizme olumlu bakanların oranı yüzde 58 çıkarken, 2016’daki Gallup araştırmasında da 18-29 yaş aralığında sosyalizmi olumlu bulduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 55 çıktı. Genelde de Demokrat Parti seçmeni arasında sosyalizme olumlu yaklaşanların oranı yüzde 40’larda çıkıyor. Genç kuşaklar için neoliberal ekonomik model giderek daha ağır sonuçlar yaratıyor ve onların hayatlarını daha çok vuruyor. Üniversite eğitiminin maliyetinin giderek yükselmesi, toplamda mezunların 1.5 trilyon dolara ulaşmış borç yığını bu hoşnutsuzluğun başlıca nedenleri arasında. Genç kuşak” dedelerinin sosyalizmini” istemediklerini söyleyip 2020 başkanlık yarışında aday olabilirse yine dedeleri yaşındaki (77) Bernie Sanders’a oy vermek durumunda kalacaklar ama bunu söylerken bile sosyalizmin ne olduğu hakkında tam bir bilgiye sahip değiller. Sosyalizme olumlu bakan bu genç yaş diliminin yüzde 78’i serbest girişimi desteklediğini söylüyor. Yine bu grubun yalnızca yüzde 33’ü sosyalizmin doğru bir tanımını yapabiliyor. Bu durum anlaşılabilir çünkü ABD’de solun çeşitli versiyonlarına dair bir tartışma, siyasal bir söylem çok uzun bir süredir bulunmadığı ve Sovyet, Çin ve diğer modellerin çöküşünün üzerinden çok uzun zaman geçtiği için bu kuşakların sosyalizm algısı şimdilik bulanık.

NASIL BİR SOSYALİZM?

ABD’de günümüzde sosyalizm kendisini “Demokratik Sosyalizm” olarak sunuyor ve en güçlü temsilcisi de geniş bir platform oluşturmuş olan Amerikan Demokratik Sosyalistleri grubu. ABD siyasal sistemi üçüncü bir partiye alan açmadığından bu grup daha çok Demokrat Parti içinde örgütleniyor ve aslında parti içinde de bu yüzden bir yarılma baş göstermiş durumda.

Hemen belirtmek gerekir ki, ABD tipi sosyalizm kamulaştırma ya da üretim araçlarının kamusal mülkiyeti anlamına gelmiyor. Gerek DSA’nın çalışmaları, gerekse Bernie Sanders ve Ocasia-Cortez’in söylemleri, sosyalizmden kastettikleri şeyin aslında Avrupa’da yıllardır yürürlükte olan bazı sosyal devlet uygulamalarıyla sınırlı olduğunu gösteriyor. Bu noktada genelde üç konuya yoğunlaşmış bir talep listesi dikkat çekiyor: Herkese ücretsiz sağlık hizmeti, ücretsiz üniversite eğitimi ve saat başına 15 dolar asgari ücret. (ABD’de asgari ücret eyaletlere göre değişiyor, örneğin Alaska’da sekiz dolar iken New York’ta 13 dolar). Herhangi bir ülkede son derece makul sayılabilecek ve sosyalizm içinde tanımlanamayacak bu talepler, ABD söz konusu olunca sosyalizm kategorisi altına giriyor ve çok radikal bulunuyor. Yoksa, Demokratik Sosyalizm fikrini savunanlar genelde Kanada ve İskandinav ülkelerinde uygulanan sosyal devlet modelini örnek aldıklarını söylüyorlar. Demokratikleşmeyi yalnızca siyasal alanla sınırlamayıp ekonomik alana da yaymak gerektiğini savunuyorlar. Sovyet ve diğer modelleri bürokratik ve baskıcı olarak görüp araya dikkatlice bir mesafe de çekiyorlar. Kendi içlerindeki tartışmalarda da Marx, Lenin ya da daha sonraki önde gelen isimlere atıf yapmayıp, işçi sınıfı, emperyalizm gibi kavramları kullanmaktan ve Marksist jargona başvurmaktan kaçınıyorlar. Bernie Sanders’ın çıkışını da daha çok “siyasal devrim” kavramıyla sunmaya çalışıyorlar.

Sendikaların güçlendirilmesini isterken, doğrudan işçi sınıfına grev vs. gibi mücadele teknikleri açısından bir rol biçmiyorlar. Amerikan yapımı Demokratik Sosyalizm bu haliyle sosyalizmi revize etmekten çok, kapitalizmi revize edip aslında sermayenin en sonunda kendisine zarar verme potansiyeli taşıyan körlemesine siyasetini revize ederek kapitalizmin ömrünü uzatmaya dayalı bir stratejiye dönüşüyor.

NASIL BİR SOSYALİST DIŞ POLİTİKA

ABD küresel sistem içindeki rolü itibariyle sıradan bir ülke değil. Dış politika söz konusu olduğunda bu durum Bernie Sanders’i özellikle zorlayacak gibi. 1988’de belediye başkanı olduğu sırada, balayını Sovyetler Birliği’ndeki kardeş şehre yapacağı ziyarete denk getiren Sanders dış politika konusunda son derece temkinli davranıyor. Tabii ki Irak’ın işgaline karşı oy kullanan, ABD’nin Latin Amerika ülkelerinin içişlerine karışmaması gerektiğini savunan Sanders iş NATO, dünyaya yayılmış ABD üsleri, Çin’in yükselişi gibi konulara gelince, bunlara değinmemeyi tercih edip, dünyada şu andaki temel sorunun demokratik güçlerle otoriter güçler arasındaki mücadele olduğunu vurgulamayı tercih ediyor ve “küresel demokratik hareket” adını verdiği bir girişimi başlatıp küresel eşitsizliği gidermekten söz ediyor. Bu tutumun daha radikal sol çevrelerden çok tepki aldığını ve kendisini Amerikan emperyalizmin elemanı suçlamasıyla karşı karşıya bıraktığını belirtmek gerek.

SOSYALİZMİN ŞANSI VAR MI?

ABD’de sağ çevreler, bazı düşünce kuruluşları şimdiden yükselen sol tehlikeye karşı alarm vermek gerektiğini seslendirmeye başladılar. Özellikle Trump konuşmalarında sosyalizm tehlikesine dikkat çekmeye başladı. Eğer Sanders Demokratların başkan adayı olursa, Trump şimdiden Venezuela deneyimini sosyalizme eşitleyip böyle bir ülkede mi yaşamak istiyorsunuz temalı bir kampanya yürüteceğinin işaretlerini verdi.

Ama büyük bir olasılıkla ABD kurulu düzeni Sanders’in aday olmasının önünü kesecek. Eğer bu mümkün olmazsa, sağdan güçlü bir aday çıkarıp ve büyük bir karalama kampanyasına girip yenilmesini sağlayacak. Sanders’ın aday olması durumunda, ABD’de ancak Coca Cola ile Pepsi Cola kadar farklı hale gelen iki partinin yürüteceği seçim süreci içeriğe yönelik ciddi tartışmaların yaşanacağı hareketli ve ideolojik bir yarışa dönüşebilir.

Eğer Sanders bir şekilde başkan seçilirse bu Amerikan toplumunun beklentileri ve eğilimlerinin bir sonucu olarak değil, ABD hakim sınıflarının tıpkı 1930’larda yaptığı gibi bilinçli bir tercihinin sonucu olarak mümkün olacaktır. Böyle bir tercih yalnızca ABD ile sınırlı olmayıp, küresel kapitalizmin gelişimindeki önemli bir kırılmayı da temsil eder. Ne var ki, şu anda ne ABD, ne de diğer kapitalist merkezlerde sosyal devlet anlayışına dönme konusunda bir irade, bir belirti yok. Dolayısıyla, Sanders’in aday olması durumunda kazanamaması ve sosyalizm daha uzun bir süre bir hayalet olarak kalması daha yüksek bir olasılık olarak görünüyor.

Yine de Demokratik Sosyalizm hareketi, en azından Demokrat Parti içindeki siyaseti sola çekerek, diğer olası adayları mecburen bu söyleme dahil etti. En önemlisi de sosyalizm kavramı Amerikan toplumu ve siyasetinde 100 yıl sonra normalleşmeye başladı.

Tüm yazılarını göster