Almanya krize giriyor

2019’un üçüncü çeyreğinde ekonomik daralma sürerse Alman ekonomisi teknik resesyona girmiş olacak. Zaten Bundesbank’ın öngörüleri de bu yönde. Bu tip bir kriz, kısa vadede kamu harcamalarının arttırılması ile geçiştirilebilir. Ancak bu küresel ekonomideki gelişmelere bağlı. Eğer önümüzde yeni bir küresel daralma dönemi varsa, canlandırma tedbirleri işe yaramayacaktır.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

Federal İstatistik Ofisi’nin açıkladığı, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verilere göre, Alman ekonomisi 2019’un ikinci çeyreğinde, bir önceki çeyreğe göre yüzde 0.1 daraldı. Bu durum en son 2018’in üçüncü çeyreğinde yaşanmıştı. 2019’un ikinci çeyreğinde özel tüketim, kamu harcamaları ve sabit sermaye yatırımları büyümeye pozitif katkı yapmış durumda. Yatırımlar alanında azalan kalem inşaat yatırımları.

Ancak bu pozitif verilere rağmen uzmanların tahminlerine göre kısa vadede bir resesyon yaşanması ihtimali % 50’yi aştı. Ekonomik durgunluk, özellikle otomobil ve makine sektörlerindeki talep zayıflığından kaynaklanıyor. Bu iki sektörün dış talebe olan duyarlılığı yüksek. Dolayısıyla, ekonomik yavaşlama ve durgunluk, dış ticaretin negatif etkisi nedeniyle gerçekleşiyor.

Alman merkez bankası Bundesbank da Ağustos ayındaki raporunda önümüzdeki dönemde ekonomik yavaşlamanın sürebileceğini ve bunun sanayi sektörü kaynaklı olabileceğini açıkladı.

BİTMEYEN KÜRESEL KRİZ!

2008’de ABD kaynaklı olarak başlayan ve hızla Avrupa’ya yayılan ekonomik çöküş, finansal kriz kaynaklıydı. Krizin sarsıcı etkileri, geleneksel olmayan para politikaları ile aşılmış gibi görünse de, tam bir ekonomik toparlanma pek çok ülke için halen sağlanamadı. Özellikle Avrupa’da kurtarma paketi uygulayan ülkelere dayatılan kemer sıkma tedbirleri nedeniyle, ekonomik toparlanma daha da gecikti.

10 yıl önceki Büyük Resesyon konjonktürü, ABD, Avrupa ve Japonya merkez bankalarının ortaklaşa yürüttükleri parasal genişleme politikasına rağmen sonlanmadı. Dahası, bir sonraki ekonomik kriz durumunda ekonomi yönetimlerinin elleri kolları bağlı durumda. Bunun nedeni, para politikası zaten çok düşük (hatta negatif) faizler nedeniyle fiilen devre dışı kalmışken, pek çok ülke için kamu borçlar oranının yüksekliğinin, yeni bir mali kurtarma programı için elverişli olmaması.

Yönetimlerin elini kolunu bağlayan bu konjonktürde, dünya ekonomisindeki güncel yavaşlama eğilimleri daha çok büyük güçler arası artan gerilimlerden kaynaklanıyor. ABD ile Çin arasındaki ticaret uyuşmazlıklarının giderek artması, Büyük Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkışının nasıl gerçekleşeceğinin halen belirsiz olması gibi konu başlıkları, küresel ticaretin yavaşlamasına neden oluyor. Bu ise, Almanya gibi ekonomik büyüme için ihraç gelirlerine dayanan ülkeleri daha fazla etkiliyor.

İHRACAT BAĞIMLILIĞI

Alman ekonomisi, günümüzde ihracat temelli bir büyüme modeli takip ediyor. Hatta bu modeli ‘yeni merkantilizm’ olarak adlandıranlar da var. Dış ticaret fazlasına ve cari işlemler fazlasına dayanan bu model için ihracat hayati önemde. İhracat için ise emek verimliliğinin yüksek olması ve iç talebin kontrol edilmesi gerekiyor. İç talebin kontrol edilmesi zorunluluğu ise denk bütçe ilkesinin gözetilmesine, hatta bütçe fazlası verilmesine yol açıyor.

Küresel ekonomide yaşanan olumsuzluklardan pek çok ülke farklı kanallarla etkileniyor. Bu ülkelerin etkilenme biçimini belirleyen, onların küresel ekonomi ile entegrasyon biçimleri. Almanya, küresel ekonomi ile bütünleşmesini, iç talebin değil dış talebin, yani ihracatın önemli olduğu bir model ile sağladığı için, küresel ekonomideki sorunlardan doğrudan etkileniyor.

Örneğin yakın zamana kadar Çin de Almanya gibi dış ticaret fazlasına dayanan bir model izliyordu. Ancak yakın dönemde küresel ekonomik istikrarsızlıkların artması sonucunda Çin bu istikrarsızlıklardan daha az etkilenebilmek için cari fazlaya dayanan modeli değiştirmeye başladı. Artık iç talep eskisine göre daha önemli. Bu, Çin ekonomisi için küresel ekonomik sorunların daha az hissedilmesini beraberinde getirdi.

Henüz Alman ekonomisinde böyle bir dönüşümün işaretleri görünmüyor. Ancak 2019’da küresel ekonomideki yavaşlamanın sürmesi ve Alman ekonomisinde daralmanın gerçekleşmesi durumunda, bu katı ekonomi politikasının değişmesi gündeme gelebilir.

BİRİKİM MODELİ KRİZİ

2019’un üçüncü çeyreğinde ekonomik daralma sürerse Alman ekonomisi teknik resesyona girmiş olacak. Zaten Bundesbank’ın öngörüleri de bu yönde. Bu tip bir kriz, kısa vadede kamu harcamalarının arttırılması ile geçiştirilebilir. Ancak bu küresel ekonomideki gelişmelere bağlı. Eğer önümüzde yeni bir küresel daralma dönemi varsa, canlandırma tedbirleri işe yaramayacaktır. Bu durumda, orta vadede, Almanya’nın takip ettiği ekonomik modeli değiştirmesi gerekebilir.

İşin ilginç yanı, sermaye birikim modeli krizinin ve buna karşı yeni bir model arayışının, sermaye kesimleri tarafından da daha yüksek sesle tartışılmaya başlanması. Örneğin geleneksel olarak denk bütçe politikasını ve ihracata dayalı modeli savunan Alman büyük sanayicilerinin çatı örgütü BDI’nın (Bundesverband der Deutschen Industrie) direktörü Joachim Lang, geçtiğimiz gün yazdığı bir gazete yazısında hükümetin 2014’ten beri tavizsiz bir şekilde uyguladığı denk bütçe politikasının sorgulanmaya başlayabileceğini söyledi.

SİYASİ YANSIMALARI

Eğer bu tip bir değişim yaşanırsa, gerek Almanya gerekse Avrupa için önemli sonuçları olacaktır. Bu sonuçları tartışmak bir başka yazıya kalsın ama şunu belirtmeden geçmeyeyim: Almanya’da kriz karşısında genişleyici politika uygulanması ironik bir durum ortaya çıkacak. Zira Avro Krizi sırasında Güney Avrupa ülkelerine kemer sıkma programı dayatılmıştı, pek çok ülke hala bu programı uyguluyor. Ancak sorun Almanya’ya ulaştığında bütçe açığı verme dahi masaya gelebildi.

Kriz derinleşirse, sürdürülmesi zaten mümkün olmayan mevcut birikim modeli değişebilir. Yeni birikim modelinin ne olacağı ve bunun siyasi programı henüz hazır değil ama Yeşil Yeni Anlaşma önerisinin mevcut kriz konjonktüründe giderek daha fazla tartışıldığına işaret etmekle yetineyim. Sosyal demokrat siyasetin (SPD) çöktüğü bir ortamda Yeşillerin yükselişini bu bağlamda da okuyabiliriz.

Diğer yandan, işsizliğin yüzde 5’in altında olduğu bir konjonktürde Almanya için Alternatif (AfD) partisi gibi aşırı sağ oluşumların, krizin derinleştiği ve işsizliğin kontrol edilemez bir şekilde yükseldiği durumda ne kadar güçlenecekleri önemli olacak.

Merkez siyasetin çöktüğü ve aşırı sağın yükseldiği bu konjonktürde sol, uzunca bir süredir olduğu gibi, halen savunma pozisyonunda. Sol Parti’nin (Die Linke) bu dönemde yapabileceği en iyi hamle, özellikle eski Doğu Almanya coğrafyasında AfD’nin yükselişini engelleyebilmek olacak.

Henüz krizin etkileri yakıcı bir şekilde hissedilmiş değil ancak 1 Eylül’de Brandenburg ve Saksonya eyaletlerinde, 27 Ekim’de ise Thüringen eyaletinde yapılacak seçimler, tüm bu senaryoların nasıl gelişebileceği ile ilgili bir prova olarak görülebilir.

Tüm yazılarını göster