Alışmak uyuşmaktır

Felaketlerimizi alışarak bekliyoruz. En iyi yılları ellerinden alınan insanların birbirine ve her şeye yabancılaştığı zamanların ortak özelliğidir alışmak. Yaklaşık seksen yıl önce adaletsizliğe ve kötülüğe alışmanın insanı nasıl değiştirdiğini yazmıştı Oktay Akbal. Artık “iyilerin kötü, cömertlerin hasis, hassasların katı yürekli” olduğunu söylemişti.

Burcu Aktaş bu.aktas@gmail.com

Hayatımızı zapt eden hatta elimizden alan adaletsizliğe, yoksulluğa, mutsuzluğa rağmen uyum sağlamayı sürdürüyoruz. Hemen her şeye kolaylıkla alışmanın bir yolunu buluyoruz. Üzerimize boşalan böylesi bir sağanaktan kaçmanın mümkün olmadığını düşünüyor çoğumuz. Ve alışmak devreye giriyor. Alışanlar sebeplerini öne sürüyor: Dayanmanın, hayatta kalmanın bir yolu yadırgamamak! Oysa alışmak uyuşmaktır. Hem alışmamızı hem uyum sağlayarak mutabık kalmamızı bekleyenler, uyuşmazlığın düzendışı kalmasını her gün kutluyor. Bizlerse felaketlerimizi alışarak beklediğimizin yeterince farkında değiliz.

Bozulmanın, düzenin yıkıcılığını kabullenmenin başlangıç noktasını unutulmaz bir şekilde tanımlıyordu Oktay Akbal. “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey…”

Akbal, ‘Önce Ekmekler Bozuldu’ adlı öyküsünde insanın insana ettiklerini, yaşamdan eksilenleri anlatır. Öykünün en can alıcı kısmıysa yeni düzene alışmayla birlikte çizdiği tablo. Sevinç duymanın yerini telaşlı olmaya bıraktığını, hayallerin terk edildiğini dinmeyen bir sızıymışçasına tarif eder. Bunu yaparken, önce, barış günleri olarak adlandırdığı günlerin ahengini, ritmini, doğallığını serer satırlara. “Aşkın yeryüzünde saltanat sürdüğü günler”den, iyi şeyler düşünebilen ve bu yüzden canı sıkılmayan insanlardan bahseder. Radyoların sadece şarkı çaldığı, kötünün “filmdeki çirkin katil ve mektepteki kırık not atan fizikçi” olduğu zamanlarda büyürken Dünya’nın masmavi olduğunu hatırlatır. Ama sonra savaş başlar. Bir başkalık yayılır etrafa. Aşk romanları yavaş yavaş azalır. Ve o meşhur cümlesi: “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey...”

“Dünyanın tadı kaçar.” Sokaklar, meydanlar, insanlar değişir. Kim gelse tanıyamaz onları. Güleryüzlüler gider, yerlerine “abus çehreli” insanlar gelir. Tereddüt, korku, şüphe... İşte sahip olunanlar. Radyolardan kindar sesler duyulur. İkinci Dünya Savaşı’na girdik gireceğiz kuşkuları içinde çırpınan İstanbul boşalır. Köylere, kasabalara göç başlar. En sonunda alışmak çıkagelir. Önceleri yabancı olan savaş ve âdetleri yadırganır ama barış insanları sonunda alışırlar. Neye? Yüzbinlerce insanın bombalar altında yok oluvermesine, kurşuna dizilenlere, vesikayla verilen ekmeğe, karartma gecelerine… Savaş içinde doğan çocuklar yürümeye, konuşmaya başlar. Ya barışı bilenler… Onlara ne olur? “Biz barışta kaldık, yani vücutlarımız barışta kaldı, fakat ruhlarımız şehit düştü,” diyerek anlatır Akbal. Kalpleri olanların kalplerini kaybettiğini yazar.  “Kahkahalarla, radyoda okunan ölü listeleri birbirine karışmaya” başlar. En iyi yılları ellerinden alınan insanlar, sabah akşam işe giden, birbirine yabancı insanlara dönüşür. “İyileri kötü, cömertleri hasis, hassasları katı yürekli” olur.

Önce Ekmekler Bozuldu, Oktay Akbal, Doğan Kitap, 416 sayfa. (Baskısını bulamayanlar e-kitap ya da sesli kitap olarak edinebilir.)

Alışmak uyuşmaktır demiştim. Öykü hücrelerimize dek hissettirir bunu. Ah o ekmeğin bozulması yok mu! Oktay Akbal insanın mayasının ekmek olduğunu söyler, ah o bozulmasaydı! Yarı barış yarı savaş insanı olarak adlandırdığı insanların ümitlerini kaybetmediğine dair bir kırıntı yerleştirmeye çalışır öykünün sonuna. “Dünyanın iyi bir dünya olabileceğini, insanın mavi gökyüzünü, denizi, ağaçları seyretmekle mesut olduğu anlara tekrar kavuşacağını sanıyoruz.”

Oktay Akbal, 1944 yılında, yirmi bir yaşında yazıyor bu öyküyü. 1946’da annesinin Tophane’deki sattığı evin parasıyla 1500 adet bastırıyor. Kendi dağıtıyor. Yıllar sonra, 1998 yılında yapılan baskının önsözünde merak ederek soruyor: "Önce Ekmekler Bozuldu günümüz okurlarına bir şeyler duyurabilecek mi?" Bugün bu soru hayret verici geliyor. Ne demek duyurabilecek mi! Oktay Akbal, şimdi herkesin “kendi” savaşını verdiğini ve bu savaşın asla ve asla bitmek bilmediğini bilse bu soruyu sormazdı belki de. Artık her evde her anlamda savaş var.

Tüm yazılarını göster